-
رقعه گر بر پر مرغی دوختی ** پر مرغ از تف رقعه سوختی 4755
- Kuşun kanadına bir kâğıt parçası bağlayıp uçursa kâğıttaki ateşli sözlerden kuşun kanadı yanardı.
-
راههای چاره را غیرت ببست ** لشکر اندیشه را رایت شکست
- Allah’ın kıskançlığı çare yollarını bağlamış, düşünce askerinin bayrağını kırmıştı!
-
بود اول مونس غم انتظار ** آخرش بشکست کی هم انتظار
- Önceleri bekleyiş, gamına munisti… Sonradan bekleyiş, o bekleyişi de kırdı, geçirdi, mahvetti!
-
گاه گفتی کین بلای بیدواست ** گاه گفتی نه حیات جان ماست
- Gâh derdi ki: Bu derdin devası yok… Gâh derdi ki: Hayır… Bu dert bizim, canımıza can ve hayat!
-
گاه هستی زو بر آوردی سری ** گاه او از نیستی خوردی بری
- Gâh varlığı galebe eder, bir şeyler yapmaya niyetlenirdi; gâh yokluğa düşer, yokluktan meyveler yer, gıdalanırdı.
-
چونک بر وی سرد گشتی این نهاد ** جوش کردی گرم چشمهی اتحاد 4760
- Nihayet bu hale bir çare bulamayıp ümitsizliğe düşünce birlik kaynağı kızıştı, coştu!
-
چونک با بیبرگی غربت بساخت ** برگ بیبرگی به سوی او بتاخت
- Gurbet azıksızlığıyla azıklanınca azıksızlık azığı, çaresizlik çaresi, ona doğru koştu!
-
خوشههای فکرتش بیکاه شد ** شبروان را رهنما چون ماه شد
- Düşünce salkımları çöpsüz bir hale geldi… O âşık, ay gibi gece yolcularına kılavuz kesildi!
-
ای بسا طوطی گویای خمش ** ای بسا شیرینروان رو ترش
- Nice güzel sözlü dudular vardır ki susarlar… Nice tatlı özlüler vardır ki ekşi yüzlüdürler!
-
رو به گورستان دمی خامش نشین ** آن خموشان سخنگو را ببین
- Yürü, bir an mezarlığa var da susarak otur. O söz söyleyip duran susmuşları gör!
-
لیک اگر یکرنگ بینی خاکشان ** نیست یکسان حالت چالاکشان 4765
- Onların topraklarını bir renkte, bir halde görürsün ama halleri bir değildir ki!
-
شحم و لحم زندگان یکسان بود ** آن یکی غمگین دگر شادان بود
- Dirilerin da yağları, etleri bir… Fakat birisi gamlı, öbürü neşeli!
-
تو چه دانی تا ننوشی قالشان ** زانک پنهانست بر تو حالشان
- Sözlerini duymadıkça hallerini ne bileceksin. Halleri senden gizli kalır.
-
بشنوی از قال های و هوی را ** کی ببینی حالت صدتوی را
- Söyletsen de sözlerinden ancak bir hay huydur duyarsın. Yüz kat gizli olan hallerini nereden göreceksin ki?
-
نقش ما یکسان بضدها متصف ** خاک هم یکسان روانشان مختلف
- Bir olan suretimizde bile birbirine zıt vasıflar var. Toprak da bir ama ruhlar ayrı ayrı!
-
همچنین یکسان بود آوازها ** آن یکی پر درد و آن پر نازها 4770
- Seslerde böyle… Ses olmak bakımından bir, fakat birisinin sesi dertli, öbürünün nazlı, edalı!
-
بانگ اسپان بشنوی اندر مصاف ** بانگ مرغان بشنوی اندر طواف
- Savaşta atların kişnemelerini… Koşuşup uçuşurken kuşların cıvıltılarını duyarsın ya…
-
آن یکی از حقد و دیگر ز ارتباط ** آن یکی از رنج و دیگر از نشاط
- Birisi kızgınlığından, hasedinden, öbürü arkadaşlarıyla birleşme yüzünden kişner, cıvıldar. Biri derdinden bağırır, öbürü neşesinden!
-
هر که دور از حالت ایشان بود ** پیشش آن آوازها یکسان بود
- Fakat onların hallerini anlamaktan uzak olana göre o sesler hep birdir!
-
آن درختی جنبد از زخم تبر ** و آن درخت دیگر از باد سحر
- O ağaç baltadan titrer, şu ağaç seher yelinden!
-
بس غلط گشتم ز دیگ مردریگ ** زانک سرپوشیده میجوشید دیگ 4775
- Bu arada kalası tencere yüzünden çok yanıldım… Çünkü kapağı kaynıyor!
-
جوش و نوش هرکست گوید بیا ** جوش صدق و جوش تزویر و ریا
- Doğrulukla kaynayan da o kaynayışıyla, o coşkunluğuyla seni çağırır, gel der… Yalanla, riya ile kaynayan da!
-
گر نداری بو ز جان روشناس ** رو دماغی دست آور بوشناس
- Eğer insanları yüzlerinden tanıyan candan bir koku almadıysan, eğer o kabiliyet sende yoksa yürü… Kokudan anlayan bir dimağa sahip olmaya çalış!
-
آن دماغی که بر آن گلشن تند ** چشم یعقوبان هم او روشن کند
- O gül bahçesinde dönüp dolaşan dimağa sahip olmaya uğraş… Yakupların gözünü bile o dimağ, aydınlatır.
-
هین بگو احوال آن خستهجگر ** کز بخاری دور ماندیم ای پسر
- Hadi, o gönlü hasta âşıkın ahvalini anlat… Oğul, neye Buhara’lı âşıktan uzak düştün.
-
یافتن عاشق معشوق را و بیان آنک جوینده یابنده بود کی و من یعمل مثقال ذرة خیرا یره
- Âşığın mâşukunu bulması, arayan mutlaka bulur, bir zerre miktarı hayırda bulunan, hayrının mükâfatını görür
-
کان جوان در جست و جو بد هفت سال ** از خیال وصل گشته چون خیال 4780
- O delikanlı, tam yedi yıl sevgilisini aradı, durdu; vuslat hayaliyle hayale döndü!
-
سایهی حق بر سر بنده بود ** عاقبت جوینده یابنده بود
- Allah’ın gölgesi kulun başı üstündedir. Arayan, nihayet aradığını bulur.
-
گفت پیغامبر که چون کوبی دری ** عاقبت زان در برون آید سری
- Peygamber dedi ki: Bir kapıyı çalar durursan nihayet o kapıdan bir baş çıkar, görünür.
-
چون نشینی بر سر کوی کسی ** عاقبت بینی تو هم روی کسی
- Bir adamın oturduğu yerin civarında oturursan sonunda elbette o adamın yüzünü görürsün.
-
چون ز چاهی میکنی هر روز خاک ** عاقبت اندر رسی در آب پاک
- Bir kuyudan her gün toprak çeker, çıkarırsan onunla tertemiz suya erişirsin elbet.
-
جمله دانند این اگر تو نگروی ** هر چه میکاریش روزی بدروی 4785
- Sen inanmazsan da bunu herkes bilir. Ne ekersen bir gün gelir, onu biçersin.
-
سنگ بر آهن زدی آتش نجست ** این نباشد ور بباشد نادرست
- Taşı, demire vur da kıvılcım çıkmasın… Böyle şey olmaz, olsa bile nadirdir.
-
آنک روزی نیستش بخت و نجات ** ننگرد عقلش مگر در نادرات
- Bir adamın bahtı yaver olmaz, bir adamın nasibinde kurtuluş bulunmazsa o adam, ancak nadir olan şeylere bakar!
-
کان فلان کس کشت کرد و بر نداشت ** و آن صدف برد و صدف گوهر نداشت
- Filân kişi ekin ekti de mahsul devşirmedi, feşman adam sedef buldu da içinde inci yoktu.
-
بلعم باعور و ابلیس لعین ** سود نامدشان عبادتها و دین
- Baûroğlu Bel’amla melûn İblis bu kadar ibadet ettiler, ne dinleri fayda verdi, ne ibadetleri der de.
-
صد هزاران انبیا و رهروان ** ناید اندر خاطر آن بدگمان 4790
- O kötü zanlı kişinin hatırına yüz binlerce peygamber, yüz binlerce hak yoluna gidenler gelmez bile!
-
این دو را گیرد که تاریکی دهد ** در دلش ادبار جز این کی نهد
- Bula bula gönlüne kasvet veren, gönlünü karartan bu iki misali bulur… Fakat bahtsızlık, gönlüne bundan başka bir misal getirebilir mi ki?
-
بس کسا که نان خورد دلشاد او ** مرگ او گردد بگیرد در گلو
- Nice kişiler vardır ki neşeli neşeli ekmek yerken ekmek, boğazlarına durur, ölümlerine sebep olur!
-
پس تو ای ادبار رو هم نان مخور ** تا نیفتی همچو او در شور و شر
- A musibet, sen de ekmek yeme de onun gibi kötülüğe uğrama bari!
-
صد هزاران خلق نانها میخورند ** زور مییابند و جان میپرورند
- Nice yüz binlerce adam da vardır ki ekmek yer, kuvvetlenir, can besler.
-
تو بدان نادر کجا افتادهای ** گر نه محرومی و ابله زادهای 4795
- Ezelden mahrum ve bir ahmağın oğlu değilsen o arada bir olup gelen şeye neden saplandın?
-
این جهان پر آفتاب و نور ماه ** او بهشته سر فرو برده به چاه
- Şu âlem, güneşin, ayın nuruyla dopdolu da o, başını kuyunun dibine eğmiş.
-
که اگر حقست پس کو روشنی ** سر ز چه بردار و بنگر ای دنی
- “Aydınlık var diyorlar, bu söz doğruysa nerede, hani?” deyip duruyor. A alçak, başını kuyudan kaldır da bak!
-
جمله عالم شرق و غرب آن نور یافت ** تا تو در چاهی نخواهد بر تو تافت
- Bütün dünya… Doğu, batı, o nurla nurlanmış… Fakat sen kuyudayken o nur, sana vurmaz ki!
-
چه رها کن رو به ایوان و کروم ** کم ستیز اینجا بدان کاللج شوم
- Kuyuyu bırak, köşklere, bağlara git; burada inat edip durma, inat meş’umdur denmiş!
-
هین مگو کاینک فلانی کشت کرد ** در فلان سالی ملخ کشتش بخورد 4800
- Kendine gel, filân adam filân yıl ekin ektide mahsulünü çekirgeler yedi…
-
پس چرا کارم که اینجا خوف هست ** من چرا افشانم این گندم ز دست
- Ben neye ekeyim, burası korkulu bir yer… Neden elimdeki buğdayı yerlere saçayım deme.
-
و آنک او نگذاشت کشت و کار را ** پر کند کوری تو انبار را
- Ekin ekmeyi terk etmeyen, işten güçten kalmayan ekti de sen, kör gibi durup dururken ambarlar doldurdu.
-
چون دری میکوفت او از سلوتی ** عاقبت در یافت روزی خلوتی
- O delikanlı da ümitle, neşeyle bir kapıyı çalıp duruyordu; nihayet bir gün sevgilisini tenhaca buldu, vuslatına erdi.
-
جست از بیم عسس شب او به باغ ** یار خود را یافت چون شمع و چراغ
- Bir gece bekçinin korkusundan kaçıp bir bağa girdi. Orada sevgilisini mum gibi buluverdi.