-
خانهی پر دود دارد پر فنی ** مر ورا بگشا ز اصغا روزنی 485
- Dertli adamın tereddütle dolu, dumanlarla dolu bir gönül evi vardır. Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun.
-
گوش تو او را چو راه دم شود ** دود تلخ از خانهی او کم شود
- Senin bu dinleyişin ona bir nefes yolu oldu mu gönül yurdunda o acı duman azalır.
-
غمگساری کن تو با ما ای روی ** گر به سوی رب اعلی میروی
- Yolcu, eğer yüce Allah’a gidiyorsa bize dertdaş ol, derdimize çare bul.
-
این تردد حبس و زندانی بود ** که بنگذارد که جان سویی رود
- Bu tereddüt, bir hapistir, bir zindandır. Canın bir tarafa gitmesine müsaade etmez ki.
-
این بدین سو آن بدان سو میکشد ** هر یکی گویا منم راه رشد
- Bu şu tarafa çeker, o bu tarafa. Her biri, doğru yol benim der.
-
این تردد عقبهی راه حقست ** ای خنک آن را که پایش مطلقست 490
- Bu tereddüt, Allah yolunun tuzağı, sarp yeridir. Ne mutlu ayağı çözük kişiye.
-
بیتردد میرود در راه راست ** ره نمیدانی بجو گامش کجاست
- O, doğru yolda tereddütsüz gider. Eğer yol bilmiyorsan öyle bir hür adamın adımı nerede? Onu ara!
-
گام آهو را بگیر و رو معاف ** تا رسی از گام آهو تا بناف
- Ceylânın izini izle, her şeyden kurtulmuş bir halde yola düş de onun izini izleye, izleye nihayet miske erişesin.
-
زین روش بر اوج انور میروی ** ای برادر گر بر آذر میروی
- Bu çeşit yürüyüşle zahiren ateşe bile girsen yine apaydın yücelere kadar varırsın.
-
نه ز دریا ترس نه از موج و کف ** چون شنیدی تو خطاب لا تخف
- Mademki “Korkma” hitabını duydun, ne denizden korkun var ne dalgadan, ne köpükten!
-
لا تخف دان چونک خوفت داد حق ** نان فرستد چون فرستادت طبق 495
- Allah, sana Hak korkusunu verdi mi bunu “Korkma” hitabı say. Sana tabak yolladı mı ekmek de yollayacak demektir.
-
خوف آن کس راست کو را خوف نیست ** غصهی آن کس را کش اینجا طوف نیست
- Korku, korkusu olmayan adamındır. Dert, burada dönüp dolaşmayan kimsenindir.
-
روان شدن خواجه به سوی ده
- Şehirlinin köye gitmesi
-
خواجه در کار آمد و تجهیز ساخت ** مرغ عزمش سوی ده اشتاب تاخت
- Şehirli, işe koyuldu, hazırlığını tamamladı, azim kuşu köye doğru koşmaya, uçmağa başladı.
-
اهل و فرزندان سفر را ساختند ** رخت را بر گاو عزم انداختند
- Ehli, çoluğu, çocuğu da yol hazırlığını görüp eşyalarını azim öküzüne yüklediler.
-
شادمانان و شتابان سوی ده ** که بری خوردیم از ده مژده ده
- Neşeli bir halde koşa koşa yola düştüler. “Köyden istifadeler edeceğiz, bize köyden müjde ver, müjde!” diye diye köye doğru yöneldiler.
-
مقصد ما را چراگاه خوشست ** یار ما آنجا کریم و دلکشست 500
- “Gittiğimiz yer güzel bir çayırlık, çimenlik. Orada da sevdiğimiz kerem sahibi bir dostumuz var.
-
با هزاران آرزومان خوانده است ** بهر ما غرس کرم بنشانده است
- Bizi binlerce istekle çağırdı. Bizim için ihsan ağacını dikti.
-
ما ذخیرهی ده زمستان دراز ** از بر او سوی شهر آریم باز
- Uzun kışın azığını köyden tedarik edip şehre getiririz gayri.
-
بلک باغ ایثار راه ما کند ** در میان جان خودمان جا کند
- Hatta dostumuz, bağını bile bize bağışlar. Bize canında yer verir.
-
عجلوا اصحابنا کی تربحوا ** عقل میگفت از درون لا تفرحوا
- Yoldaşlar, çabuk olun da istifadeler edelim” diyorlardı. Fakat akıl, içeriden içeri “Övünmeyin!”
-
من رباح الله کونوا رابحین ** ان ربی لا یحب الفرحین 505
- Allah faydasıyla faydalanın. Şüphe yok, Rabbim, sevinen, öğünen kişileri sevmez.
-
افرحوا هونا بما آتاکم ** کل آت مشغل الهاکم
- Allah’ın size ihsan ediverdiği şeylere sevinin, neşelenin. Sizi işgal eden şey, sizi Hak’tan alıkor aldatır.
-
شاد از وی شو مشو از غیر وی ** او بهارست و دگرها ماه دی
- Gamdan neşelenen, ondan başka bir şeyden neşelenme, sevinme. Dert ve gam bahardır, başka şeyler kış!
-
هر چه غیر اوست استدراج تست ** گرچه تخت و ملکتست و تاج تست
- Ondan başka her şey, seni yavaş, yavaş helâke doğru götüren düşüncelerindir. İsterse sana taç, taht, mal, mülk olsun!
-
شاد از غم شو که غم دام لقاست ** اندرین ره سوی پستی ارتقاست
- Gamdan sevin… Gam vuslat tuzağıdır. Bu yolda aşağıya düşüş, hakikatte yükseliştir.
-
غم یکی گنجیست و رنج تو چو کان ** لیک کی در گیرد این در کودکان 510
- Gam bir hazinedir. Senin zahmet ve meşakkat çekişine maden. Fakat bu söz, çocuklara nerden tesir edecek?
-
کودکان چون نام بازی بشنوند ** جمله با خر گور هم تگ میدوند
- Çocuklar, oyun adını duydular mı hepsi de yaban eşeğiyle yarışa girişirler.
-
ای خران کور این سو دامهاست ** در کمین این سوی خونآشامهاست
- Ey yaban eşekleri, bu yanda tuzaklar var. Bu yandaki tuzaklarda kan içiciler var.
-
تیرها پران کمان پنهان ز غیب ** بر جوانی میرسد صد تیر شیب
- Oklar uçuşup durmakta, yay, gayb âleminde gizli. Gençlere yüzlerce ihtiyarlık okları erişmekte.
-
گام در صحرای دل باید نهاد ** زانک در صحرای گل نبود گشاد
- Gönül ovasına adım atmak gerek. Çünkü bu ovada ferahlık, genişlik, neşe olamaz.
-
ایمن آبادست دل ای دوستان ** چشمهها و گلستان در گلستان 515
- Dostlar, gönül, eminliktir, huzur yeridir. Orada kaynaklar, gül bahçeleri içinde gül bahçeleri var.
-
عج الی القلب و سر یا ساریه ** فیه اشجار و عین جاریه
- Yolcu, kalbe yürü, orada seyret, orada gez dolaş. Ağaçlar var orada, akan sular var orada.
-
ده مرو ده مرد را احمق کند ** عقل را بی نور و بی رونق کند
- Köye gitme. Köy, adamı ahmak bir hâle sokar… Aklı nursuz, fersiz bir hâle getirir.
-
قول پیغامبر شنو ای مجتبی ** گور عقل آمد وطن در روستا
- Ey seçilmiş temiz adam, Peygamber’in sözünü dinle. Köyde yurt tutmak, aklın mezarıdır.
-
هر که را در رستا بود روزی و شام ** تا بماهی عقل او نبود تمام
- Köyde sabah, akşam bir gün kalan kişinin aklı, bir ay yerine gelemez.
-
تا بماهی احمقی با او بود ** از حشیش ده جز اینها چه درود 520
- Tam bir ay onun ahmaklığı gitmez. Köy otlarından da bundan başka ne biçilebilir ki?
-
وانک ماهی باشد اندر روستا ** روزگاری باشدش جهل و عمی
- Köyde bir ay kalan kişi, nice zaman bilgisiz ve kör kalır.
-
ده چه باشد شیخ واصل ناشده ** دست در تقلید و حجت در زده
- Köy nedir? Hakikate ulaşmamış, elini taklit ve huccete atmış şeyh!
-
پیش شهر عقل کلی این حواس ** چون خران چشمبسته در خراس
- Aklı kül şehrine karşı bu duygular, gözleri bağlı değirmen eşeklerine benzer.
-
این رها کن صورت افسانه گیر ** هل تو دردانه تو گندمدانه گیر
- Bunu geç de hikâyeye giriş, inciyi bırak. Buğday tanesini ele al.
-
گر بدر ره نیست هین بر میستان ** گر بدان ره نیستت این سو بران 525
- İnciye yol yoksa hemencecik buğdayı al. O tarafa yol yoksa bu tarafa at sür.
-
ظاهرش گیر ار چه ظاهر کژ پرد ** عاقبت ظاهر سوی باطن برد
- Zahir, eğri büğrü uçsa bile sen zahirine bak. Zahir, nihayet insanı bâtına götürür.
-
اول هر آدمی خود صورتست ** بعد از آن جان کو جمال سیرتست
- Her insanın evveli suretten ibarettir. Ondan sonra can gelir ki can, manevi güzellik, ahlâk güzelliğidir.
-
اول هر میوه جز صورت کیست ** بعد از آن لذت که معنی ویست
- Her meyvenin evveli suretten başka nedir ki? Ondan sonra lezzet gelir ki lezzet, meyvenin manasıdır.
-
اولا خرگاه سازند و خرند ** ترک را زان پس به مهمان آورند
- Önce çadır kurarlar da sonra Türkü konuk çağırırlar.
-
صورتت خرگاه دان معنیت ترک ** معنیت ملاح دان صورت چو فلک 530
- Bil ki suretin çadırıdır, mânan Türk. Mânan bil ki kaptandır, suretin gemi!
-
بهر حق این را رها کن یک نفس ** تا خر خواجه بجنباند جرس
- Allah için şunu bir nefes olsun bırak da şehirlinin eşeği çanını çalsın!
-
رفتن خواجه و قومش به سوی ده
- Şehirliyle akrabasının köye gitmeleri
-
خواجه و بچگان جهازی ساختند ** بر ستوران جانب ده تاختند
- Şehirli ve çoluğu, çocuğu hazırlıklarını tamamladılar, eşyalarını katırlara yükleyip köye doğru yollandılar.
-
شادمانه سوی صحرا راندند ** سافروا کی تغنموا بر خواندند
- Hayvanlarını neşeli neşeli sürmekte, “Sefer edin de ganimet bulun” demekteydiler.
-
کز سفرها ماه کیخسرو شود ** بی سفرها ماه کی خسرو شود
- Ay, sefer ede ede Keyhusrev olur. Tolunay hâline gelir. Sefer etmeksizin nasıl padişah kesilir ki?