English    Türkçe    فارسی   

3
58-107

  • در صفت ناید عجایبهای آن ** تو درین ظلمت چه‌ای در امتحان
  • O âlemdeki şaşılacak şeyler anlatılamaz ki… Sen, neden bu kapkaranlık yerde mihnetler içindesin?
  • خون خوری در چارمیخ تنگنا ** در میان حبس و انجاس و عنا
  • Bu daracık çarmıhta kan yemektesin; hapis içinde, pislikler içinde, sıkıntılar içindesin.
  • او بحکم حال خود منکر بدی ** زین رسالت معرض و کافر شدی 60
  • Çocuk, kendi haline bakıp bunları inkâr eder, bu elçilikten yüz çevirir, kâfir olur.
  • کین محالست و فریبست و غرور ** زانک تصویری ندارد وهم کور
  • Olmayacak şey, hileden, yalandan başka bir şey değil, der. Kör adamın vehmi, bunu anlamaktan ne kadar uzak!
  • جنس چیزی چون ندید ادراک او ** نشنود ادراک منکرناک او
  • Buna benzer bir şey görmediği için münkir idraki bunu da kavramaz.
  • همچنانک خلق عام اندر جهان ** زان جهان ابدال می‌گویندشان
  • İşte cihandaki halk da buna benzer. Abdal, onlara öbür âlemden bahsetti mi,
  • کین جهان چاهیست بس تاریک و تنگ ** هست بیرون عالمی بی بو و رنگ
  • “Bu dünya kapkaranlık, dapdaracık bir kuyudur… Bu kuyunun dışında renksiz, kokusuz bir âlem var” dedi mi.
  • هیچ در گوش کسی زیشان نرفت ** کین طمع آمد حجاب ژرف و زفت 65
  • Bu söz onların hiçbirinin kulağına girmez. Çünkü bu dünya tamahı, kuvvetli ve büyük yerdedir.
  • گوش را بندد طمع از استماع ** چشم را بندد غرض از اطلاع
  • Tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Garez, gözü kapar adama bir şey anlatmaz.
  • همچنانک آن جنین را طمع خون ** کان غذای اوست در اوطان دون
  • Nitekim o ana karnındaki çocuk da kana tamah ettiğinden, o aşağılık yurtlara kan, onun gıdası olduğundan.
  • از حدیث این جهان محجوب کرد ** غیر خون او می‌نداند چاشت خورد
  • Tamah ona bu âleme sözü duyurmaz. Bedendeki kanı, gönlüne sevdirir.
  • قصه‌ی خورندگان پیل‌بچه از حرص و ترک نصیحت ناصح
  • Hırslarından fil yavrularını yiyenler ve yemeyin diyenin öğüdünü dinlemeyenler
  • آن شنیدی تو که در هندوستان ** دید دانایی گروهی دوستان
  • Bilmem işittin mi? Akıllı, bir adam, Hindistan’ da dostlarından iki üç kişinin
  • گرسنه مانده شده بی‌برگ و عور ** می‌رسیدند از سفر از راه دور 70
  • Uzak bir seferden geldiklerini, aç ve çıplak bir halde bulunduklarını gördü.
  • مهر داناییش جوشید و بگفت ** خوش سلامیشان و چون گلبن شکفت
  • Bilgiden doğma merhameti coşup “ Hoş geldiniz” dedi, güller gibi açıldı.
  • گفت دانم کز تجوع وز خلا ** جمع آمد رنجتان زین کربلا
  • “Biliyorum… Karnınız bomboş, pek açsınız. Açlıktan âdeta Kerbelâ’ya düşmüşsünüz, bu yüzden bütün mihnetlere uğramışsınız.
  • لیک الله الله ای قوم جلیل ** تا نباشد خوردتان فرزند پیل
  • Fakat dostlar, aman Allah için olsun sakın fil yavrusu yemeyin.
  • پیل هست این سو که اکنون می‌روید ** پیل‌زاده مشکرید و بشنوید
  • Şimdi gideceğiniz yolda filler vardır… Benim öğüdümü can-ü gönülden dinleyin.
  • پیل‌بچگانند اندر راهتان ** صید ایشان هست بس دلخواهتان 75
  • Yolunuzdaki fil yavrularını avlamak istersiniz. Bu gönlünüze pek hoş gelir.
  • بس ضعیف‌اند و لطیف و بس سمین ** لیک مادر هست طالب در کمین
  • Onlar pek kuvvetsiz. Pek lâtif ve semizdir. Fakat anaları pusudadır, onları korur.
  • از پی فرزند صد فرسنگ راه ** او بگردد در حنین و آه آه
  • Yavrusunun ardından feryad-ü figan ederek yüz fersah yol yürür, evlâdını arar durur.
  • آتش و دود آید از خرطوم او ** الحذر زان کودک مرحوم او
  • Hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur. Yavrularına merhameti çoktur. Sakın ha yavrularını avlamayın” dedi.
  • اولیا اطفال حق‌اند ای پسر ** غایبی و حاضری بس با خبر
  • Yavrum, veliler de Allah çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın… Allah, mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır.
  • غایبی مندیش از نقصانشان ** کو کشد کین از برای جانشان 80
  • Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Onlar için kin güden, onların öcünü alan Allah’tır.
  • گفت اطفال من‌اند این اولیا ** در غریبی فرد از کار و کیا
  • Allah dedi ki: Bu veliler benim çocuklarımdır. Gariplik âlemindedirler, eşleri yoktur. Ne işleri vardır, ne güçleri.
  • از برای امتحان خوار و یتیم ** لیک اندر سر منم یار و ندیم
  • Halkı imtihan için hor ve yetim görünürler. Fakat hakikatte dostları da benim, nedimleri de.
  • پشت‌دار جمله عصمتهای من ** گوییا هستند خود اجزای من
  • Hepsi de benim korumama arka vermiştir. Sanki onlar, benim cüzilerimdir.
  • هان و هان این دلق‌پوشان من‌اند ** صد هزار اندر هزار و یک تن‌اند
  • Sakın, sakın! Bunlar benim hırka giyenlerimdir. Binlerce kişi arasında yüz binlerce kişidirler, fakat yine de hepsi bir vücuttur.”
  • ورنه کی کردی به یک چوبی هنر ** موسیی فرعون را زیر و زبر 85
  • Öyle olmasaydı bir tek Musa, bir tek sopa ile Firavunun altını üstüne getirebilir miydi?
  • ورنه کی کردی به یک نفرین بد ** نوح شرق و غرب را غرقاب خود
  • Öyle olmasaydı Nuh, bir beddua ile doğuyu batıyı sulara gark edebilir miydi?
  • بر نکندی یک دعای لوط راد ** جمله شهرستانشان را بی مراد
  • İhsan ve kerem sahibi Lût, zalimlerin şehirlerini perişan eyleyebilir, yerlere batırabilir miydi?
  • گشت شهرستان چون فردوسشان ** دجله‌ی آب سیه رو بین نشان
  • Cennete benzeyen şehirleri Karasu Diclesi oldu. Git de gör.
  • سوی شامست این نشان و این خبر ** در ره قدسش ببینی در گذر
  • Bu Karasu Şam tarafındadır. Kudüs’e giderken yolda görürsün.
  • صد هزاران ز انبیای حق‌پرست ** خود بهر قرنی سیاستها بدست 90
  • Hakk’a tapan yüz binlerce peygamber yüzünden her devirde nice azaplar oldu.
  • گر بگویم وین بیان افزون شود ** خود جگر چه بود که کهها خون شود
  • Söylesem uzun sürer. Ciğerde ne oluyor ki? Dağlar bile kan kesilir.
  • خون شود کهها و باز آن بفسرد ** تو نبینی خون شدن کوری و رد
  • Dağlar kan kesilir de sonra yine donar, kalır. Sen bu kan oluşu görmezsin, çünkü körsün, kötüsün… Bu görüşten ne kadar uzaksın!
  • طرفه کوری دوربین تیزچشم ** لیک از اشتر نبیند غیر پشم
  • Bu kör, ne şaşılacak şey kördür; uzağı görür, gözü de keskin. Fakat yalnız devedeki yükü görür.
  • مو بمو بیند ز صرفه حرص انس ** رقص بی مقصود دارد همچو خرس
  • İnsan hırsından her şeyi kıldan kıla görür, bilir ama oynayıp salınmasında hayır yoktur, bu oynayış şerle doludur.
  • رقص آنجا کن که خود را بشکنی ** پنبه را از ریش شهوت بر کنی 95
  • Benliğini kıracak yerde oyna, salın da şehvet yarasının üstündeki pamuğu çek, kopar.
  • رقص و جولان بر سر میدان کنند ** رقص اندر خون خود مردان کنند
  • Erler, meydanda oynar, dolanır, kendi kanları içinde raks ederler.
  • چون رهند از دست خود دستی زنند ** چون جهند از نقص خود رقصی کنند
  • Varlıklarından kurtuldular mı ellerini çarpar… Noksanlarından ayrıldılar mı raksa girerler.
  • مطربانشان از درون دف می‌زنند ** بحرها در شورشان کف می‌زنند
  • Çalgıcıları, içlerinden def çalar… Denizler, onların coşkunluğunu görüp köpürür.
  • تو نبینی لیک بهر گوششان ** برگها بر شاخها هم کف‌زنان
  • Sen görmezsin ama onların gayretinden yapraklar bile dalların üstünde el çırpar.
  • تو نبینی برگها را کف زدن ** گوش دل باید نه این گوش بدن 100
  • Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek… Ten kulağıyla duyulmaz ki.
  • گوش سر بر بند از هزل و دروغ ** تا ببینی شهر جان با فروغ
  • Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can şehrini gör.
  • سر کشد گوش محمد در سخن ** کش بگوید در نبی حق هو اذن
  • Muhammed’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Allah, ona Kuran da “ Kulağın ta kendisi” der.
  • سر به سر گوشست و چشم است این نبی ** تازه زو ما مرضعست او ما صبی
  • Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti sütninedir, biz de onun süt emer çocuklarıyız.
  • این سخن پایان ندارد باز ران ** سوی اهل پیل و بر آغاز ران
  • Bu sözün sonu gelmez. Sen yine o fil hikâyesine dön, yine o hikâyeye başla da onu anlat.
  • بقیه‌ی قصه‌ی متعرضان پیل‌بچگان
  • Fil yavrularına dokunanlar hikâyesinin sonu
  • هر دهان را پیل بویی می‌کند ** گرد معده‌ی هر بشر بر می‌تند 105
  • Fil onların her birinin ağızlarını koklamakta… Hepsinin midelerinin etrafın da dönüp dolaşmakta.
  • تا کجا یابد کباب پور خویش ** تا نماید انتقام و زور خویش
  • Yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak öç almağa, kuvvetini göstermeye çalışmaktaydı.
  • گوشتهای بندگان حق خوری ** غیبت ایشان کنی کیفر بری
  • Sen de Allah kullarının etlerini yemekte, onların aleyhinde bulunup günah kazanmaktasın.