-
بندهی یک مرد روشندل شوی ** به که بر فرق سر شاهان روی 640
- Gönlü aydın bir ere kul olmak, padişahların başına taç olmadan daha iyi.
-
از ملوک خاک جز بانگ دهل ** تو نخواهی یافت ای پیک سبل
- Ey yol çavuşu, ey aykırı yollarda koşup duran, sen şu toprak yüzündeki padişahlardan davul sesinden başka bir şey bulamazsın ki.
-
شهریان خود رهزنان نسبت بروح ** روستایی کیست گیج و بی فتوح
- Şehirliler bile ruha nispetle yol uran hırsızlardan ibaretken köylü dediğim kim oluyor? Feyizden mahrum bir ahmak!
-
این سزای آنک بی تدبیر عقل ** بانگ غولی آمدش بگزید نقل
- Aklına, tedbirine uymayıp gulyabani sesi duyunca o sese tabi olana bu layıktır” diyorlardı.
-
چون پشیمانی ز دل شد تا شغاف ** زان سپس سودی ندارد اعتراف
- Yaptığı işe candan gönülden nâdim oldu, oldu ama artık soğuk soğuk ah etmenin ne faydası var.
-
آن کمان و تیر اندر دست او ** گرگ را جویان همه شب سو بسو 645
- Şehirli de bütün gece elinde yayla ok, her yanı gezip dolaşmakta, her tarafta kurt araştırmaktaydı.
-
گرگ بر وی خود مسلط چون شرر ** گرگ جویان و ز گرگ او بیخبر
- Hâlbuki asıl kurt, kıvılcım gibi ona sıçramış, musallat olmuştu da o bundan habersiz hâlâ kurt arıyordu.
-
هر پشه هر کیک چون گرگی شده ** اندر آن ویرانهشان زخمی زده
- Sivrisineklerle pireler, kurt gibi o viranede onların başına üşüşmüş, onları yaralayıp duruyordu.
-
فرصت آن پشه راندن هم نبود ** از نهیب حملهی گرگ عنود
- İnatçı kurdun saldırması korkusuyla sivrisinekleri kovmaya da mecalleri yoktu.
-
تا نباید گرگ آسیبی زند ** روستایی ریش خواجه بر کند
- Kurt gelir de sürüye bir ziyan verirse köylü şehirlinin saçını, sakalını yolardı.
-
این چنین دندانکنان تا نیمشب ** جانشان از ناف میآمد به لب 650
- Dertleri aşırı bir derecede, yürekleri ağızlarına gelmiş bir hâlde beklerken,
-
ناگهان تمثال گرگ هشتهای ** سر بر آورد از فراز پشتهای
- Ansızın bir tepeden saldırıp gelmekte olan bir kurt karaltısı göründü.
-
تیر را بگشاد آن خواجه ز شست ** زد بر آن حیوان که تا افتاد پست
- Şehirli, yayını kurup bir ok attı, hayvanı vurdu, tepeden aşağı düşürdü.
-
اندر افتادن ز حیوان باد جست ** روستایی های کرد و کوفت دست
- Hayvan düşerken bir yellendi. Köylü, duyup eyvah dedi, ellerini dizlerine vurdu.
-
ناجوامردا که خرکرهی منست ** گفت نه این گرگ چون آهرمنست
- “Be hey mürüvvetsiz, eşeğimin sıpasını vurdun” dedi. Şehirli, “Yok canım, dev gibi kurt.
-
اندرو اشکال گرگی ظاهرست ** شکل او از گرگی او مخبرست 655
- Karaltısına baksana, kurdun ta kendisi. Şeklinden de kurt olduğu anlaşılıp duruyor” dediyse de,
-
گفت نه بادی که جست از فرج وی ** میشناسم همچنانک آبی ز می
- Köylü, “Hayır. Yellendi ya... Tanıdım ben. Onun yellenmesini suyu şaraptan nasıl ayırt edersem öyle ayırt eder, anlarım.
-
کشتهای خرکرهام را در ریاض ** که مبادت بسط هرگز ز انقباض
- Çayırlıkta benim sıpamı vurdun, öldürdün. Dilerim, neşe yüzü görmeyesin” dedi.
-
گفت نیکوتر تفحص کن شبست ** شخصها در شب ز ناظر محجبست
- Şehirli, “İyi, bak… Vakit gece. İnsan, geceleyin iyi göremez.
-
شب غلط بنماید و مبدل بسی ** دید صایب شب ندارد هر کسی
- Gece ekseriye adamı yanıltır, başka şeyler gösterir. Herkes geceleyin gördüğünü fark edemez.
-
هم شب و هم ابر و هم باران ژرف ** این سه تاریکی غلط آرد شگرف 660
- Hele bu gece hem karanlık, hem bulut var, hem şiddetli yağmur yağmada. Bu üç karanlık, adamı pek yanıltır.” dedi ama
-
گفت آن بر من چو روز روشنست ** میشناسم باد خرکرهی منست
- Köylü “Hayır. Bu bana gün gibi aşikâr. Tanırım ben, bu yellenme, benim eşeğimin sıpasının yellenmesi.
-
در میان بیست باد آن باد را ** میشناسم چون مسافر زاد را
- Yolcu, azığı nasıl tanırsa ben de yüz yel arasında bile o yeli tanırım” deyince,
-
خواجه بر جست و بیامد ناشکفت ** روستایی را گریبانش گرفت
- Şehirli dayanamadı, sıçrayıp köylünün yakasına yapıştı.
-
کابله طرار شید آوردهای ** بنگ و افیون هر دو با هم خوردهای
- Dedi ki: “A hilebaz sersem, a bunak mendebur, sen hem afyon yutmuş, hem esrar içmişsin.
-
در سه تاریکی شناسی باد خر ** چون ندانی مر مرا ای خیرهسر 665
- Bu üç karanlık içinde eşeğin yellenmesini tanıyorsun da beni nasıl tanımıyorsun be hey avare!
-
آنک داند نیمشب گوساله را ** چون نداند همره دهساله را
- Gece yarısı eşek sıpasını tanıyan adam, güpegündüz dostunu nasıl tanımaz?
-
خویشتن را عارف و واله کنی ** خاک در چشم مروت میزنی
- Kendini dalgın ve arif gösteriyor da mürüvvetin, vefanın gözüne toprak serpiyorsun.
-
که مرا از خویش هم آگاه نیست ** در دلم گنجای جز الله نیست
- Benim kendimden bile haberim yok, gönlüme Allah’tan başka hiçbir şey sığmıyor ki.
-
آنچ دی خوردم از آنم یاد نیست ** این دل از غیر تحیر شاد نیست
- Dün yediğim bile aklımda değil. Bu gönül, hayretten başka bir şeyden neşelenmiyor diye kendini müstağrak gösteriyorsun ama
-
عاقل و مجنون حقم یاد آر ** در چنین بیخویشیم معذور دار 670
- Asıl akıllı, fakat Allah mecnunu benim, bunu hatırında tut da şu kendimde olmayışımı mazur gör.
-
آنک مرداری خورد یعنی نبید ** شرع او را سوی معذوران کشید
- Bir insan, şer’an murdar olan hurma şarabı içse kendinde değilse şeriat, onu mazur tutar.
-
مست و بنگی را طلاق و بیع نیست ** همچو طفلست او معاف و معتقیست
- Sarhoş ve esrarkeşin karı boşaması ve bir şey satması, makbul ve muteber değildir. O, çocuğa benzer, yaptığı affedilir, hürdür, serbesttir.
-
مستیی کید ز بوی شاه فرد ** صد خم می در سر و مغز آن نکرد
- Asıl tek padişah olan Allah’tan gelen sarhoşluksa insana yüz küpün şarabından ziyade tesir eder, yüz küpün şarabından ziyade adamın aklını alır.
-
پس برو تکلیف چون باشد روا ** اسب ساقط گشت و شد بی دست و پا
- Haydi yürü artık böyle adama nasıl teklif olabilir ki? At düştü, elsiz, ayaksız bir hâle geldi.
-
بار کی نهد در جهان خرکره را ** درس کی دهد پارسی بومره را 675
- Âlemde eşek sıpasına kim yük yükler? Ebumerre’ye kim Farsça okutabilir?
-
بار بر گیرند چون آمد عرج ** گفت حق لیس علی الاعمی حرج
- At topallamaya başladı mı, üstündeki yükü alırlar. Çünkü Allah “ Köre teklif yok” dedi.
-
سوی خود اعمی شدم از حق بصیر ** پس معافم از قلیل و از کثیر
- Ben de kendime karşı kör, fakat Allah’ı görür oldum. Şu halde azdan da affedilmişim, çoktan da!
-
لاف درویشی زنی و بیخودی ** های هوی مستیان ایزدی
- Hâlbuki sen, dervişlikten dem vuruyorsun, kendinde olmadığını söylüyorsun, ebedî sarhoşlar gibi hayhuylarda bulunuyor, naralar atıyorsun.
-
که زمین را من ندانم ز آسمان ** امتحانت کرد غیرت امتحان
- Yeri gökten fark etmiyorum diyorsun ama Allah gayreti seni bir sınadı ki!
-
باد خرکرهی چنین رسوات کرد ** هستی نفی ترا اثبات کرد 680
- Eşek sıpasının yellenmesi seni böyle rüsvay etti, senin, ben yokum diye kendini nefyedişini reddederek, varlığını ispat etti.
-
این چنین رسوا کند حق شید را ** این چنین گیرد رمیدهصید را
- Allah, sersem adamı böyle rüsvay eder, kaçan avı böyle yakalar işte!”
-
صد هزاران امتحانست ای پسر ** هر که گوید من شدم سرهنگ در
- Hey babam hey… Ben, padişah kapısına çavuş oldum diyene yüz binlerce sınama var.
-
گر نداند عامه او را ز امتحان ** پختگان راه جویندش نشان
- Halk, onu bu sınamayla tanımasa bile ileri gelenler, onun dâvasına delil ister, yolundan nişan sorarlar.
-
چون کند دعوی خیاطی خسی ** افکند در پیش او شه اطلسی
- Aşağılık bir adam, terzilik dâvasına kalkışsa padişah, onun önüne bir atlas kumaş atar.
-
که ببر این را بغلطاق فراخ ** ز امتحان پیدا شود او را دو شاخ 685
- Bundan bir geniş kaftan yap der. Bu sınamayla yersiz dâvaya kalkışanın başında iki boynuzdur peyda olur, öküzlüğü anlaşılıverir.
-
گر نبودی امتحان هر بدی ** هر مخنث در وغا رستم بدی
- Eğer kötüleri sınama olmasaydı her puşt, savaşta Rüstem kesilirdi!
-
خود مخنث را زره پوشیده گیر ** چون ببیند زخم گردد چون اسیر
- Farz et ki puşt zırh giymiş, kaç para eder? Savaşa girişip sıkışınca esir olacak değil mi?
-
مست حق هشیار چون شد از دبور ** مست حق ناید به خود تا نفخ صور
- Allah sarhoşu, kasırgadan ayrılır mı hiç? O, sur üfürülünceye kadar kendine gelmez.
-
بادهی حق راست باشد بی دروغ ** دوغ خوردی دوغ خوردی دوغ دوغ
- Allah şarabı doğrudur, doğru… Yalanı yok. Sense şarap değil, ayran içmişsin, ayran içmişsin, ayran içmişsin!