-
که ز موی و استخوان هالکان ** مینیابد راه پای سالکان
- Çünkü o çölde helâk olanların kıllarından, kemiklerinden yolcu, ayak basacak yer bulamaz.
-
جملهی راه استخوان و موی و پی ** بس که تیغ قهر لاشی کرد شی
- Yol, baştanbaşa kıl, kemik, sinir doludur. Allah’ın kahır kılıcı, nice varları yok etmiştir!
-
گفت حق که بندگان جفت عون ** بر زمین آهسته میرانند و هون
- Allah, “Allah’ın inayetine erişen kullar, yeryüzünde yavaş ve mülâyim bir surette yürürler” dedi.
-
پا برهنه چون رود در خارزار ** جز بوقفه و فکرت و پرهیزگار 835
- Ayağı yalın olan dikenlikte nasıl yürür? Dura, dura. Düşüne, düşüne, ihtiyatla adım ata ata! diyordu.
-
این قضا میگفت لیکن گوششان ** بسته بود اندر حجاب جوششان
- Kaza bunu söylüyordu ama onların kulakları, coşkunlukları yüzünden tıkanmış, sağır olmuştu.
-
چشمها و گوشها را بستهاند ** جز مر آنها را که از خود رستهاند
- Varlıklarından kurtulanlardan başka herkesin gözlerini bağlamışlar, kulaklarını tıkamışlardır.
-
جز عنایت که گشاید چشم را ** جز محبت که نشاند خشم را
- Gözleri, Allah inayetinden başka ne açar, kızgınlığı sevgiden başka ne yatıştırır?
-
جهد بی توفیق خود کس را مباد ** در جهان والله اعلم بالسداد
- Dilerim, Allah ihsanı olmayan muvaffakiyete ulaşmak için çalışıp çabalama, dünyada kimseye mukadder olmasın, Doğruyu Allah daha iyi bilir.
-
قصهی خواب دیدن فرعون آمدن موسی را علیه السلام و تدارک اندیشیدن
- Firavun’un Musa aleyhisselâm’ı rüyada görmesi ve doğmaması için tedbirlere girişmesi
-
جهد فرعونی چو بی توفیق بود ** هرچه او میدوخت آن تفتیق بود 840
- Firavunun çalışıp çabalaması, Allah ihsanı olan muvaffakiyete ulaşmamıştı. Allah muvaffakiyet vermediği için de diktiği yırtılıp sökülüyordu.
-
از منجم بود در حکمش هزار ** وز معبر نیز و ساحر بیشمار
- Hükmünde binlerce müneccim, binlerce düş yorucu, binlerce büyücü vardı.
-
مقدم موسی نمودندش بخواب ** که کند فرعون و ملکش را خراب
- Firavuna rüyasında Musa’nın doğacığını, Firavun’u ve saltanatını mahvedeceğini göstermişlerdi.
-
با معبر گفت و با اهل نجوم ** چون بود دفع خیال و خواب شوم
- Düş yorucularla müneccimlere “Bu hayâlin, bu kötü rüyanın delâlet ettiği şeyi nasıl defetmeli?” dedi.
-
جمله گفتندش که تدبیری کنیم ** راه زادن را چو رهزن میزنیم
- Hepsi de dediler ki: “Bir tedbirde bulunalım, çocuğun doğmasına mâni olalım”
-
تا رسید آن شب که مولد بود آن ** رای این دیدند آن فرعونیان 845
- Doğum gecesi gelince Firavun kulları şu tedbiri kabul ettiler, şunu münasip gördüler:
-
که برون آرند آن روز از پگاه ** سوی میدان بزم و تخت پادشاه
- O gün İsrailoğullarını erkenden meydana, padişahın huzuruna götüreceklerdi.
-
الصلا ای جمله اسرائیلیان ** شاه میخواند شما را زان مکان
- “Ey İsrail oğulları, haydin… Sizi padişah filân yerde huzuruna çağırıyor.
-
تا شما را رو نماید بی نقاب ** بر شما احسان کند بهر ثواب
- Sizi örtüsüz, nikapsız yüzünü gösterecek, sevaba ermek üzere size ihsanlarda bulunacak” diye tellâllar bağıracaklardı.
-
کان اسیران را بجز دوری نبود ** دیدن فرعون دستوری نبود
- Çünkü o esirler, Firavuna hiç yaklaşmazlardı, onu görmelerine izin yoktu.
-
گر فتادندی به ره در پیش او ** بهر آن یاسه بخفتندی برو 850
- Hatta yolda ona rastlasalar yüzükoyun yere kapanmaları emredilmişti.
-
یاسه این بد که نبیند هیچ اسیر ** در گه و بیگه لقای آن امیر
- Kanun buydu: hiçbir esir, ister vakitli olsun, ister vakitsiz, o padişahın yüzünü göremeyecek.
-
بانگ چاووشان چو در ره بشنود ** تا ببیند رو به دیواری کند
- Yolda çavuşların seslerini duydu mu, yüzünü görmemek için duvara dönecekti.
-
ور ببیند روی او مجرم بود ** آنچ بتر بر سر او آن رود
- Şayet yüzünü görürse mücrim sayılır, başına gelecek en kötü şeyler gelip çatardı.
-
بودشان حرص لقای ممتنع ** چون حریصست آدمی فیما منع
- Onlarda görmeleri men edilen o yüzü görmeyi pek isterlerdi. İnsan men edildiği şeye haristir derler.
-
به میدان خواندن بنی اسرائیل برای حیلهی ولادت موسی علیه السلام
- İsrailoğullarını, Musa aleyhisselâm’ın doğumuna mâni olmak üzere meydana çağırmaları
-
ای اسیران سوی میدانگه روید ** کز شهانشه دیدن و جودست امید 855
- (Tellâllar bağırdılar:) “Esirler, meydana doğru koşun. Umulur ki padişahlar padişahı, size yüzünü gösterecek. İhsanlarda bulunacak!”
-
چون شنیدند مژده اسرائیلیان ** تشنگان بودند و بس مشتاق آن
- İsrailoğulları bu müjdeyi duyunca padişahın didarına susuz ve müştak olduklarından,
-
حیله را خوردند و آن سو تاختند ** خویشتن را بهر جلوه ساختند
- Hileye inandılar. Süslenip püslenip o tarafa doğru koştular.
-
همچنان کاینجا مغول حیلهدان ** گفت میجویم کسی از مصریان
- Hani şunun gibi: Burada da hilekâr Moğollar, “Mısırlılardan birini arıyoruz.
-
مصریان را جمع آرید این طرف ** تا در آید آنک میباید بکف
- Mısırlıları bu tarafa toplayın da aradığımızı ele geçirelim” derler.
-
هر که میآمد بگفتا نیست این ** هین در آ خواجه در آن گوشه نشین 860
- Kim gelirse “ hayır bu değil. Sen geç oracıkta otur” derler de,
-
تا بدین شیوه همه جمع آمدند ** گردن ایشان بدین حیلت زدند
- Bu suretle herkes derlenip toparlandı mı bu hileyle hepsinin boynunu vururlar.
-
شومی آنک سوی بانگ نماز ** داعی الله را نبردندی نیاز
- Onlar, ezan sesi duyunca Allah davetçisine uymazlardı ya… Onun şomluğu yüzünden.
-
دعوت مکارشان اندر کشید ** الحذر از مکر شیطان ای رشید
- Hilekâr Moğolların daveti, onları ölüme kadar çekti, sürdü. Akıllı kişi, sakın Şeytan’ın hilesinden!
-
بانگ درویشان و محتاجان بنوش ** تا نگیرد بانگ محتالیت گوش
- Yoksulların, muhtaçların seslerini içesiye duy da hilebaz kişinin sesi, kulağını tutup çekmesin!
-
گر گدایان طامعاند و زشتخو ** در شکمخواران تو صاحبدل بجو 865
- Yoksullar, tamahkâr ve kötü huylu adamlarsa bile sen yine gönül sahibini onların içinde ara!
-
در تگ دریا گهر با سنگهاست ** فخرها اندر میان ننگهاست
- Denizin dibinde inciler, taşlarla karışık olarak bulunur. Övülecek şeyler, ayıplar, kusurlar arasında olur.
-
پس بجوشیدند اسرائیلیان ** از پگه تا جانب میدان دوان
- İsrailoğulları coşarak erkenden meydana doğru koştular.
-
چون بحیلتشان به میدان برد او ** روی خود ننمودشان بس تازهرو
- Firavun bu hileyle onları meydana götürünce güzelim yüzünü onlara gösterdi.
-
کرد دلداری و بخششها بداد ** هم عطا هم وعدهها کرد آن قباد
- Gönüllerini aldı, ihsanlarda bulundu, vaatler etti.
-
بعد از آن گفت از برای جانتان ** جمله در میدان بخسپید امشبان 870
- Ondan sonrada “ Canınız için ne olur. Bu akşam hepiniz bu meydan da kalın, burada yatın uyuyun” dedi.
-
پاسخش دادند که خدمت کنیم ** گر تو خواهی یک مه اینجا ساکنیم
- Cevap vererek dediler ki, “Sana kulluk eder, sözünü dinler hatta dilersen burada bir ay otururuz”
-
بازگشتن فرعون از میدان به شهر شاد بتفریق بنی اسرائیل از زنانشان در شب حمل
- Firavunun, doğum gecesi, İsrailoğullarını karılarından ayırdığına sevinerek meydandan şehre dönmesi
-
شه شبانگه باز آمد شادمان ** کامشبان حملست و دورند از زنان
- Firavunun, geceleyin “Bu gece doğum gecesi, fakat hepside karılarından ayrı” diye sevinerek geri döndü.
-
خازنش عمران هم اندر خدمتش ** هم به شهر آمد قرین صحبتش
- Haznedarı İmran da yanındaydı. Onunla konuşa konuşa şehre geldi.
-
گفت ای عمران برین در خسپ تو ** هین مرو سوی زن و صحبت مجو
- Ona, “İmran, bu gece sen de burada yat, karının yanına gitme onunla buluşma” dedi.
-
گفت خسپم هم برین درگاه تو ** هیچ نندیشم بجز دلخواه تو 875
- İmran, “Peki, burada yatarım, senin gönlünün istediği şeyden başka bir şey düşünmem bile” dedi.
-
بود عمران هم ز اسرائیلیان ** لیک مر فرعون را دل بود و جان
- İmran da İsrail oğullarındandı. Fakat Firavuna âdeta gönüllü, candı.
-
کی گمان بردی که او عصیان کند ** آنک خوف جان فرعون آن کند
- Firavun, onun isyan edeceğini, gönlünü korktuğu şeyi yapacağını nereden aklına getirecekti?
-
جمع آمدن عمران به مادر موسی و حامله شدن مادر موسی علیهالسلام
- İmran’ın, Musa’nın anasıyla buluşması ve kadının Musa’ya gebe kalması
-
شب برفت و او بر آن درگاه خفت ** نیمشب آمد پی دیدنش جفت
- Firavun gitti, İmran da orada yatıp uyudu. Gece yarısından sonra karısı, onu görmeye geldi.
-
زن برو افتاد و بوسید آن لبش ** بر جهانیدش ز خواب اندر شبش
- Üstüne kapanıp dudaklarından öpmeye koyuldu. Gece yarısı, onu uykudan uyandırdı.
-
گشت بیدار او و زن را دید خوش ** بوسه باران کرده از لب بر لبش 880
- İmran uyanıp karısını gördü. Kadın, hoşuna gitti, dudak dudağa öpüşmeye başladılar.
-
گفت عمران این زمان چون آمدی ** گفت از شوق و قضای ایزدی
- İmran, “Bu zamanda nasıl geldin?” dedi. Kadın “Sana iştiyakımdan. Allah’ın kaza ve kaderi bu” diye cevap verdi.