-
مطربانشان از درون دف میزنند ** بحرها در شورشان کف میزنند
- Çalgıcıları, içlerinden def çalar… Denizler, onların coşkunluğunu görüp köpürür.
-
تو نبینی لیک بهر گوششان ** برگها بر شاخها هم کفزنان
- Sen görmezsin ama onların gayretinden yapraklar bile dalların üstünde el çırpar.
-
تو نبینی برگها را کف زدن ** گوش دل باید نه این گوش بدن 100
- Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek… Ten kulağıyla duyulmaz ki.
-
گوش سر بر بند از هزل و دروغ ** تا ببینی شهر جان با فروغ
- Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can şehrini gör.
-
سر کشد گوش محمد در سخن ** کش بگوید در نبی حق هو اذن
- Muhammed’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Allah, ona Kuran da “ Kulağın ta kendisi” der.
-
سر به سر گوشست و چشم است این نبی ** تازه زو ما مرضعست او ما صبی
- Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti sütninedir, biz de onun süt emer çocuklarıyız.
-
این سخن پایان ندارد باز ران ** سوی اهل پیل و بر آغاز ران
- Bu sözün sonu gelmez. Sen yine o fil hikâyesine dön, yine o hikâyeye başla da onu anlat.
-
بقیهی قصهی متعرضان پیلبچگان
- Fil yavrularına dokunanlar hikâyesinin sonu
-
هر دهان را پیل بویی میکند ** گرد معدهی هر بشر بر میتند 105
- Fil onların her birinin ağızlarını koklamakta… Hepsinin midelerinin etrafın da dönüp dolaşmakta.
-
تا کجا یابد کباب پور خویش ** تا نماید انتقام و زور خویش
- Yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak öç almağa, kuvvetini göstermeye çalışmaktaydı.
-
گوشتهای بندگان حق خوری ** غیبت ایشان کنی کیفر بری
- Sen de Allah kullarının etlerini yemekte, onların aleyhinde bulunup günah kazanmaktasın.
-
هان که بویای دهانتان خالقست ** کی برد جان غیر آن کو صادقست
- Kendinize gelin, sizin ağzınızı koklayan da Allah’tır. Doğrudan başka kim canını kurtarabilir?
-
وای آن افسوسیی کش بویگیر ** باشد اندر گور منکر یا نکیر
- Bir adamın kabirde ağzını koklayan Münkir yahut Nekir olursa yazıklar olsun o acımağa değer kişiye!
-
نه دهان دزدیدن امکان زان مهان ** نه دهان خوش کردن از دارودهان 110
- O ulu meleklerden ne ağzını gizlemeye imkân var, ne güzel kokularla iyi bir hale getirmeye çare.
-
آب و روغن نیست مر روپوش را ** راه حیلت نیست عقل و هوش را
- Mezara girene, onlara yaltaklanmak mümkün değil; akıl, fikir için hileye sapmaya yol yok!
-
چند کوبد زخمهای گرزشان ** بر سر هر ژاژخا و مرزشان
- Saçma sapan söyleyen adamın başına gürzleri iner, pençeleri batar.
-
گرز عزرائیل را بنگر اثر ** گر نبینی چوب و آهن در صور
- Azrail’in sopasını, demirini gözünle görmüyorsan gürzünün eserine bak!
-
هم بصورت مینماید گه گهی ** زان همان رنجور باشد آگهی
- Bazı zamanlar suret bakımından da görünür de onun için yalnız hasta, bunu anlar, duyar.
-
گوید آن رنجور ای یاران من ** چیست این شمشیر بر ساران من 115
- O hasta, dostlar, der; bu tepenin üstünde duran kılıç nedir ki?
-
ما نمیبینیم باشد این خیال ** چه خیالست این که این هست ارتحال
- Dinleyenler de “Biz öyle bir şey görmüyoruz. Bu, hayalden ibaret” derler. Hâlbuki ne hayali? Göçme zamanı bu!
-
چه خیالست این که این چرخ نگون ** از نهیب این خیالی شد کنون
- Ne hayali bu? Bu aşağılık felek bile bunun korkusuyla hayal haline geldi.
-
گرزها و تیغها محسوس شد ** پیش بیمار و سرش منکوس شد
- Ölüm haline gelen hastanın önünde gürzlerle kılıçlar his âlemine girdiler.
-
او همیبیند که آن از بهر اوست ** چشم دشمن بسته زان و چشم دوست
- O, bu kılıçların ona çekildiğini görür. Fakat ondan başka düşmanın gözü de bağlıdır, dostun gözü de…
-
حرص دنیا رفت و چشمش تیز شد ** چشم او روشن گه خونریز شد 120
- Dünya hırsı gitti de o yüzden hastanın gözü kuvvetlendi; gözü, kan dökme zamanı aydınlandı.
-
مرغ بیهنگام شد آن چشم او ** از نتیجهی کبر او و خشم او
- Kibrinin, hışmının yüzünden gözü, vakitsiz öten horoza döndü.
-
سر بریدن واجب آید مرغ را ** کو بغیر وقت جنباند درا
- Vakitsiz çan çalan, vakitsiz öten horozun başını kesmek vaciptir.
-
هر زمان نزعیست جزو جانت را ** بنگر اندر نزع جان ایمانت را
- Her an, canının bir cüz’ü ölüm halindedir. Her an can verme zamanındadır. Can verme ânında imanını gör, gözet!
-
عمر تو مانند همیان زرست ** روز و شب مانند دینار اشمرست
- Ömrün, altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır.
-
میشمارد میدهد زر بی وقوف ** تا که خالی گردد و آید خسوف 125
- Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese boşalır, ay tutulur.
-
گر ز که بستانی و ننهی بجای ** اندر آید کوه زان دادن ز پای
- Dağdan alsan da yerine koymasan dağ bile yerin de kalmaz, yok olur gider.
-
پس بنه بر جای هر دم را عوض ** تا ز واسجد واقترب یابی غرض
- Şu halde her an yerine karşılık koy ki: “Secde et de yaklaş” ayetinin maksadı neyse bulasın.
-
در تمامی کارها چندین مکوش ** جز به کاری که بود در دین مکوش
- Bütün işlere böyle çalışma, dindeki işten başka iş için savaşma.
-
عاقبت تو رفت خواهی ناتمام ** کارهاات ابتر و نان تو خام
- Sonra sonunda tamamlamadan geçip gidersin. İşlerin sona ermez, ekmeğin de ham kalır.
-
وان عمارت کردن گور و لحد ** نه به سنگست و به چوب و نه لبد 130
- O mezarını lâhdini yapma işi taşla, tahtayla, kilimle, keçeyle olmaz.
-
بلک خود را در صفا گوری کنی ** در منی او کنی دفن منی
- Kendine gönülde bir mezar kazman, onun benliğinin önünde bu benliği görmen gerektir.
-
خاک او گردی و مدفون غمش ** تا دمت یابد مددها از دمش
- Onun toprağı olman, gamına gömülmen lâzım ki nefesin, nefesinden yardımlara nail olsun, nefesin kutlu ve tesirli bir hale gelsin.
-
گورخانه و قبهها و کنگره ** نبود از اصحاب معنی آن سره
- Mezara türbe yapmak, üstüne kubbe kurmak, mana sahiplerine makbul değildir.
-
بنگر اکنون زنده اطلسپوش را ** هیچ اطلس دست گیرد هوش را
- Bir bak da gör, diri iken atlaslara bürünen kişinin aklını o ipekler, o atlaslar hiç fazlalaştırır, onun reyine isabet verir mi?
-
در عذاب منکرست آن جان او ** گزدم غم دل دل غمدان او 135
- Canı Münker ve Nekir’in azabına uğramış, gamlı gönlünde de gam akrepleri yer tutmuştur.
-
از برون بر ظاهرش نقش و نگار ** وز درون ز اندیشهها او زار زار
- Zahirini süslemiş, püslemiş ama içi düşüncelerden feryatlara düşmüş.
-
و آن یکی بینی در آن دلق کهن ** چون نبات اندیشه و شکر سخن
- Başka birini de görürsün ki eski elbiseler giyinmiş ama o köhne libaslar içinde kamışa benzer, sözü de şeker gibidir.
-
بازگشتن به حکایت پیل
- Fil hikâyesine dönüş, öğütçünün öğüdü
-
گفت ناصح بشنوید این پند من ** تا دل و جانتان نگردد ممتحن
- Öğütçü dedi ki “Bu öğüdümü tutun da gönlünüz, canınız belâlara düşmesin.
-
با گیاه و برگها قانع شوید ** در شکار پیلبچگان کم روید
- Otlara, yapraklara kaani olun, fil yavrularını avlamaya varmayın.
-
من برون کردم ز گردن وام نصح ** جز سعادت کی بود انجام نصح 140
- Ben boynumdaki öğüt borcumu ödedim. Öğüdü tutanın sonu, ancak kutluluktur.
-
من به تبلیغ رسالت آمدم ** تا رهانم مر شما را از ندم
- Ben, sizi nedametlerden kurtarmak için elçiliğimi yaptım.
-
هین مبادا که طمع رهتان زند ** طمع برگ از بیخهاتان بر کند
- Kendinize gelin, sakın tamah yolunuzu vurmasın. Tamah, yapraklarınızı ta kökünden söker, çıkarır.”
-
این بگفت و خیربادی کرد و رفت ** گشت قحط و جوعشان در راه زفت
- Bunları söyleyip “Haydi, hayra karşı” diyerek onları uğurladı, selâmetledi, gitti. Onlar, yolda kıtlığa düştüler, susuzlukları artıkça arttı.
-
ناگهان دیدند سوی جادهای ** پور پیلی فربهی نو زادهای
- Ansızın yolda yeni doğmuş güzel bir fil yavrusu gördüler.
-
اندر افتادند چون گرگان مست ** پاک خوردندش فرو شستند دست 145
- Sarhoş kurtlar gibi başına üşüştüler. Onu tertemiz yiyip bu işten ellerini yıkadılar.
-
آن یکی همره نخورد و پند داد ** که حدیث آن فقیرش بود یاد
- Yoldaşlarından biri, onlara öğüt verdi, o adamın öğüdü hatırındaydı.
-
از کبابش مانع آمد آن سخن ** بخت نو بخشد ترا عقل کهن
- Bu söz, adamın o fili kebap edip yemesine mâni oldu. Eski ve tecrübe görmüş akıl, sana yeni bir baht bağışlar.