-
تلخ و تیز و مالش بسیار ده ** تا شود پاک و لطیف و با فره 105
- Sen, ona acı ve keskin ilâçları fazlaca ver de temizlensin, lâtif bir hale gelsin, semirsin!
-
ور نمیتوانی رضا ده ای عیار ** گر خدا رنجت دهد بیاختیار
- Buna kudretin yoksa senin dileğin olmaksızın Allah bir zahmet verirse ona sabret, ona razı ol!
-
که بلای دوست تطهیر شماست ** علم او بالای تدبیر شماست
- Çünkü dosttan gelen belâ, sizi temizler... Onun bilgisi, sizin tedbirlerinizden üstündür!
-
چون صفا بیند بلا شیرین شود ** خوش شود دارو چو صحتبین شود
- Bir adam, belâda sâfa görürse belâ, tatlılaşır... Hasta iyileştiğini görünce ilâç, kendisine hoş gelir.
-
برد بیند خویش را در عین مات ** پس بگوید اقتلونی یا ثقات
- Mat olduğu halde kazandığını görür de “Ey sözlerine, özlerine inanılır kişiler, beni öldürün!” der.
-
این عوان در حق غیری سود شد ** لیک اندر حق خود مردود شد 110
- Bu kötü kişi de başkasına fayda verdi ama kendi hakkında merdut bir adam kesildi.
-
رحم ایمانی ازو ببریده شد ** کین شیطانی برو پیچیده شد
- İmandan gelen merhamet, ondan alındı... Şeytan sıfatı olan kin, ona çattı, sataştı!
-
کارگاه خشم گشت و کینوری ** کینه دان اصل ضلال و کافری
- Hiddetin, kinin yapılıp düzüldüğü tezgâh oldu... Bil ki kin, sapıklığın, kâfirliğin temelidir!
-
سال کردن از عیسی علیهالسلام کی در وجود از همهی صعبها صعبتر چیست
- Birisinin İsa aleyhisselâm’dan “Âlemde bütün güç şeylerin en gücü nedir?” diye sorması
-
گفت عیسی را یکی هشیار سر ** چیست در هستی ز جمله صعبتر
- Akıllı birisi, İsa’ya “Âlemde her şeyden daha sarp, daha güç nedir?’’ diye sordu.
-
گفتش ای جان صعبتر خشم خدا ** که از آن دوزخ همی لرزد چو ما
- İsa dedi ki: “Ey can, en sarp, en güç şey, Allah gazabıdır. Çünkü o gazaptan cehennem bile su gibi titrer!”
-
گفت ازین خشم خدا چه بود امان ** گفت ترک خشم خویش اندر زمان 115
- Adam “Peki, bu Allah gazabından nasıl aman bulmalı?” deyince İsa şöyle cevap verdi: “Kızdığın zaman kızgınlığına uyamamak gerek!”
-
پس عوان که معدن این خشم گشت ** خشم زشتش از سبع هم در گذشت
- Kötü kişi bu kızgınlığın madenidir... Onun çirkin kızgınlığı yırtıcı canavarların kızgınlığını da geçer!
-
چه امیدستش به رحمت جز مگر ** باز گردد زان صفت آن بیهنر
- O hünersiz kişi, kızgınlıktan vazgeçmekten başka Allah’tan ne rahmet umabilir ki?
-
گرچه عالم را ازیشان چاره نیست ** این سخن اندر ضلال افکندنیست
- Gerçi bunların âlemde bulunmamasına imkân yok; bunlar da lâzım bu dünyaya... Fakat bu sözü söylemek, onları büsbütün sapıklığa atmaktır!
-
چاره نبود هم جهان را از چمین ** لیک نبود آن چمین ماء معین
- Dünyada çare yok, sidik de bulunur; bulunur ama arı duru su değildir ya!
-
قصد خیانت کردن عاشق و بانگ بر زدن معشوق بر وی
- Aşığın kötülük etmek istemesi, sevgilinin ona bağırması
-
چونک تنهااش بدید آن ساده مرد ** زود او قصد کنار و بوسه کرد 120
- O ahmak adam, sevgilisini yapayalnız görünce hemencecik kucaklamaya, öpmeye kalkıştı.
-
بانگ بر وی زد به هیبت آن نگار ** که مرو گستاخ ادب را هوش دار
- O güzel, “Küstahlık etme, edepsizliğin lüzumu yok, aklını başına al” diye heybetle bir bağırdı.
-
گفت آخر خلوتست و خلق نی ** آب حاضر تشنهی همچون منی
- Âşık “Burası ıssız, halk yok... Su ortada, benim gibi de bir susuz!
-
کس نمیجنبد درینجا جز که باد ** کیست حاضر کیست مانع زین گشاد
- Burada rüzgârdan başka kımıldayan yok... Kim var, kim bu açılıp saçılmamıza mâni olacak?” dedi.
-
گفت ای شیدا تو ابله بودهای ** ابلهی وز عاقلان نشنودهای
- Sevgili dedi ki: “A deli herif, meğerse sen budalaymışsın... Akıllılardan bir şey duymamış, işitmemişsin!
-
باد را دیدی که میجنبد بدان ** بادجنبانیست اینجا بادران 125
- Rüzgârı esiyor gördün mü bil ki burada onu bir estiren, bir harekete getiren var.
-
مروحهى تصريف صنع ايزدش ** زد بر اين باد و همىجنباندش
- Allah sanatının dilediği gibi iş görme yelpazesi, bu rüzgârlara dokunmada, onu estirip durmada!
-
جزو بادی که به حکم ما درست ** بادبیزن تا نجنبانی نجست
- Bizim hükmümüzde olan ehemmiyetsiz ve cüz’i bir rüzgâr bile yelpazeyi sallamadıkça esmez.
-
جنبش این جزو باد ای ساده مرد ** بیتو و بیبادبیزن سر نکرد
- A aptal adam, bu cüz’i rüzgâr bile sen ve yelpaze olmadıkça meydana gelmez.
-
جنبش باد نفس کاندر لبست ** تابع تصریف جان و قالبست
- Dudaktaki nefes yeli de canın, bedenin emrine tabidir, onların emriyle harekete gelir.
-
گاه دم را مدح و پیغامی کنی ** گاه دم را هجو و دشنامی کنی 130
- Gâh o nefesle birisini över, birisine haber yollarsın... Gâh birini kınar, aleyhinde bulunur, söversin!
-
پس بدان احوال دیگر بادها ** که ز جز وی کل میبیند نهی
- Buna bak da öbür rüzgârların hallerini de bil... Akıllılar cüz’de küllü görürler.
-
باد را حق گه بهاری میکند ** در دیش زین لطف عاری میکند
- Allah, rüzgârı gâh bahar rüzgârı yapar, gâh kışın onu, bu güzellikten soyar, ayırır.
-
بر گروه عاد صرصر میکند ** باز بر هودش معطر میکند
- Ad kavmine kasırga halinde getirir, Hud Peygambere ise aynı rüzgârı güzel kokulu bir halde estirir.
-
میکند یک باد را زهر سموم ** مر صبا را میکند خرمقدوم
- Bir rüzgârı zehirli sam yeli haline sokar; sabah rüzgârını da gelişi kutlu bir hale kor.
-
باد دم را بر تو بنهاد او اساس ** تا کنی هر باد را بر وی قیاس 135
- Her türlü yeli onunla mukayese edesin diye sana da bir nefes yeli verdi.
-
دم نمیگردد سخن بیلطف و قهر ** بر گروهی شهد و بر قومیست زهر
- Lütuf ve kahır yeli olmadıkça söz olmaz... Söz, bir bölük halka baldır, bir bölüğüne zehir!
-
مروحه جنبان پی انعام کس ** وز برای قهر هر پشه و مگس
- Yelpaze, birisini serinlendirmek için sallanır... Fakat sivrisineklerle karasinekleri de kahretmek içindir!
-
مروحهی تقدیر ربانی چرا ** پر نباشد ز امتحان و ابتلا
- Artık Allah takdirinin yelpazesi, neden mihnetlerle, belâlarla dolu olmasın?
-
چونک جزو باد دم یا مروحه ** نیست الا مفسده یا مصلحه
- Mademki cüz’i olan nefes rüzgârı yahut yelpazenin çıkardığı yel bile ya bir şeyi bozmak, ya bir şeyi düzene koymak için esmekte...
-
این شمال و این صبا و این دبور ** کی بود از لطف و از انعام دور 140
- Bu şimal rüzgârı, bu seher ve bu batı yeli nasıl olurda lütuftan, ihsandan uzak olur?
-
یک کف گندم ز انباری ببین ** فهم کن کان جمله باشد همچنین
- Bir avuç buğdayı gördün mü ambarı düşün, ambarı gör... Anla ki ambardakiler de hep böyle.
-
کل باد از برج باد آسمان ** کی جهد بی مروحهی آن بادران
- Gökyüzünün rüzgâr burcundan kopup gelen bütün rüzgârlar da o rüzgârı koparanın yelpazesi olmasa nasıl eser?
-
بر سر خرمن به وقت انتقاد ** نه که فلاحان ز حق جویند باد
- Ekinciler, ekin devşirme zamanı harman başında Allah’tan rüzgâr istemezler mi?
-
تا جدا گردد ز گندم کاهها ** تا به انباری رود یا چاهها
- İsterler... Buğdaydan samanı ayırmak, buğdayı ambara koymak yahut kuyulara gömmek için rüzgâr isterler.
-
چون بماند دیر آن باد وزان ** جمله را بینی به حق لابهکنان 145
- Rüzgâr gecikti mi hepsinin de Allah’a yalvarmaya başladığını görürsün.
-
همچنین در طلق آن باد ولاد ** گر نیاید بانگ درد آید که داد
- Doğum zamanı da böyledir... O doğum yeli, o doğum sancısı gelmezse eyvahlar olsun, aman yarabbi seslerini duymaya başlarsın.
-
گر نمیدانند کش راننده اوست ** باد را پس کردن زاری چه خوست
- Rüzgârı onun gönderdiğini bilmeseler yalvarmanın manası mı kalır?
-
اهل کشتی همچنین جویای باد ** جمله خواهانش از آن رب العباد
- Yelkenli gemiye binenler de rüzgâr dilerler, Allah’tan bir uygun yel isterler.
-
همچنین در درد دندانها ز باد ** دفع میخواهی بسوز و اعتقاد
- Diş ağrısı da yelden olursa yana yakıla tamam bir itikatla Allah’tan o yelin yatışmasını dilersin.
-
از خدا لابهکنان آن جندیان ** که بده باد ظفر ای کامران 150
- Askerler de yalvarıp yakarırlar, Allah’tan, “Ey muradımızı veren Rabbim, sen bize bir zafer rüzgârı ver” diye dua ederler.
-
رقعهی تعویذ میخواهند نیز ** در شکنجهی طلق زن از هر عزیز
- Doğum gecikince, gebenin yakınları, her azizden muska isterler.
-
پس همه دانستهاند آن را یقین ** که فرستد باد ربالعالمین
- Hepsi de adamakıllı bilir ki rüzgârı, Âlemlerin Rabbi Allah göndermekte.
-
پس یقین در عقل هر داننده هست ** اینک با جنبنده جنباننده هست
- Zaten her bilen kişi, aklen bilir ki hareket edenin bir hareket ettiricisi vardır.
-
گر تو او را مینبینی در نظر ** فهم کن آن را به اظهار اثر
- Sen onu gözünle görmüyorsan eserleri görünüyor ya... Onlara bak da anla!