آن سیاهی فحم در آتش نهان ** چونک آتش شد سیاهی شد عیان
Kömürün karalığı ateşte gizlenir... Ateş söndü mü karalık meydana çıkar!
اخگر از حرص تو شد فحم سیاه ** حرص چون شد ماند آن فحم تباه
Kömür, senin hırsından ateş haline geldi, ateş halinde göründü... Fakat hırs geçti mi o kömür, kapkara, berbat bir halde kala kalır!
آن زمان آن فحم اخگر مینمود ** آن نه حسن کار نار حرص بود1125
O zaman kömürün ateş gibi görünmesi, işin güzelliğinden değildi, hırs ateşindendi!
حرص کارت را بیاراییده بود ** حرص رفت و ماند کار تو کبود
Hırs, senin işini gücünü bezemişti... Hırs gidince işin gücün kapkara kalakaldı!
غولهای را که بر آرایید غول ** پخته پندارد کسی که هست گول
Şeytan’ın bezediği ekşi otu aptal adam, olmuş ve iti sanır.
آزمایش چون نماید جان او ** کند گردد ز آزمون دندان او
Fakat denedi mi ne olduğunu anlar, dişleri kamaşır kalır!
از هوس آن دام دانه مینمود ** عکس غول حرص و آن خود خام بود
Heves yüzünden o tuzak tane görünmededir... O esasen hamdır, fakat hırs şeytanın aksi onu güzel gösterir.
حرص اندر کار دین و خیر جو ** چون نماند حرص باشد نغزرو1130
Hırsı din işinde ve hayırda ara; din ve hayır işinde haris ol. Bu işler, zaten güzeldir... Hırsın geçse bile güzel görünür!
خیرها نغزند نه از عکس غیر ** تاب حرص ار رفت ماند تاب خیر
Hayırlar, esasen güzel ve lâtiftir, başka bir şeyin aksi ile güzel görünmüş değildir. Bu işlerde hırsın parlaklığı geçse bile hayrın letafeti, hayrın parlaklığı kalır.
تاب حرص از کار دنیا چون برفت ** فحم باشد مانده از اخگر بتفت
Hâlbuki dünya işinden hırsın parlaklığı gitti mi ateşin harareti ve parlaklığı gitmiş, kömür kalmış demektir... Tıpkı buna benzer.
کودکان را حرص میآرد غرار ** تا شوند از ذوق دل دامنسوار
Çocukları da hırs aldatırdı zevklerinden bir değneği at yaparlar, eteklerini çemreyip güya ata binerler!
چون ز کودک رفت آن حرص بدش ** بر دگر اطفال خنده آیدش
Fakat çocuktan o kötü hırs geçti mi öbür çocuklara gülesi gelir.
که چه میکردم چه میدیدم درین ** خل ز عکس حرص بنمود انگبین1135
Ben neler yapmışım, ne işlere girişmişim... Sirke bana hırsımdan bal görünmüş diye gülmeğe başlar.
آن بنای انبیا بی حرص بود ** زان چنان پیوسته رونقها فزود
Peygamberlerin yapılarında da hırs yoktu... Onun için boyuna parlayıp duruyor, parlaklığı boyuna artıyor.
ای بسا مسجد بر آورده کرام ** لیک نبود مسجد اقصاش نام
Ulular nice mescitler yaptılar... Fakat hiçbirinin adı Mescid-i Aksâ değildi.
کعبه را که هر دمی عزی فزود ** آن ز اخلاصات ابراهیم بود
Her an şerefi artan Kâbe’nin yüceliği, İbrahim’in ihlaslarındandı!
فضل آن مسجد خاک و سنگ نیست ** لیک در بناش حرص و جنگ نیست
O mescidin fazileti, toprağından, taşından değildi... Yapıcısında hırs ve savaş yoktu da ondan!
نه کتبشان مثل کتب دیگران ** نی مساجدشان نی کسب وخان و مان1140
Ne onların kitapları, başkalarının kitaplarına benzer... Ne mescitleri, başkalarının mescitlerine, ne alışverişleri, malları mülkleri, başkalarının alışverişine, malına mülküne!
نه ادبشان نه غضبشان نه نکال ** نه نعاس و نه قیاس و نه مقال
Ne edepleri başkalarının edepleri gibidir. Ne hiddetleri, azapları başkalarının hiddeti, azabı gibidir. Uykuları da başkadır, kıyasları da, sözleri de!
هر یکیشان را یکی فری دگر ** مرغ جانشان طایر از پری دگر
Her birerinin başka bir nuru, feri var... Can kuşları uçar ama başka bir kanatla uçar!
Gönül, onların halini andıkça titrer durur... Onların işleri, bizim işlerimize kıbledir!
مرغشان را بیضهها زرین بدست ** نیمشب جانشان سحرگه بین شدست
Onların kuşlarının yumurtası altındandır... Camları, gece yarısı, seher çağını görür!
هر چه گویم من به جان نیکوی قوم ** نقص گفتم گشته ناقصگوی قوم1145
O kavmin iyiliğini canla başla ne kadar söylersen söyleyeyim, noksan söylemiş olur; onları noksan övmüş olurum!
مسجد اقصی بسازید ای کرام ** که سلیمان باز آمد والسلام
Ey ulular, Mescid-i Aksâ yapın; çünkü Süleyman yine geldi vesselam!
ور ازین دیوان و پریان سر کشند ** جمله را املاک در چنبر کشند
Bu devlerden, perilerden baş çeken olursa, bütün melekler, onları tutar, bağlar, tomruğa vurur!
دیو یک دم کژ رود از مکر و زرق ** تازیانه آیدش بر سر چو برق
Dev, bir an bile hileye düzene girişir de eğri büğrü yürürse derhal başına şimşek gibi bir kamçıdır gelir!
چون سلیمان شو که تا دیوان تو ** سنگ برند از پی ایوان تو
Sen de Süleyman’a benze de, devlerin, yapına yardım etsinler, taş kessinler!
چون سلیمان باش بیوسواس و ریو ** تا ترا فرمان برد جنی و دیو1150
Süleyman gibi vesvesesiz, hilesiz ol da cinle dev, senin de buyruğuna uysun!
خاتم تو این دلست و هوش دار ** تا نگردد دیو را خاتم شکار
Senin hatemin bu gönüldür... Aklını başına al da dev, hatemini ağlamasın!
پس سلیمانی کند بر تو مدام ** دیو با خاتم حذر کن والسلام
Avladı, ele geçirdimi artık sana boyuna Süleymanlık eder... Hatemli devden sakın vesselâm!
آن سلیمانی دلا منسوخ نیست ** در سر و سرت سلیمانی کنیست
Gönül, o Süleymanlık gelip geçici bir şey değildir... Sen zahiren de Süleymanlık etme kabiliyetindesin, içinde de o ehliyet var senin.
دیو هم وقتی سلیمانی کند ** لیک هر جولاهه اطلس کی تند
Dev de bir zaman olur, Süleyman’lık eder ama her dokumacı nerden atlas dokuyacak?
دست جنباند چو دست او ولیک ** در میان هر دوشان فرقیست نیک1155
Elini oynatır ama ikisinin arasında ne kadar fark var?
قصهی شاعر و صله دادن شاه و مضاعف کردن آن وزیر بوالحسن نام
Şaire Padişahın ihsanı, Ebülhasan adındaki vezirin o ihsanı arttırması
شاعری آورد شعری پیش شاه ** بر امید خلعت و اکرام و جاه
Şairin biri, padişahtan elbise almak, rütbeye erişmek, ihsana nail olmak ümidiyle bir şiir yazıp götürdü.
شاه مکرم بود فرمودش هزار ** از زر سرخ و کرامات و نثار
Padişah ikram sahibiydi, şaire bin kırmızı altın verilmesini, bundan başka daha da ihsanlarda bulunmalarını emretti.
پس وزیرش گفت کین اندک بود ** ده هزارش هدیه وا ده تا رود
Veziri dedi ki: Bu pek az... Hiç olmazsa ona o bin altın ver de safayı hatırla gitsin!
از چنو شاعر نس از تو بحردست ** ده هزاری که بگفتم اندکست
Hatta böyle bir şaire senin gibi ihsanda avucu denize benzer bir padişahın ona bin altın vermesi bile azdır!
فقه گفت آن شاه را و فلسفه ** تا برآمد عشر خرمن از کفه1160
Vezir, padişaha, harmanın onda biri şaire verilsin diye geçmiş padişahların ihsanlarına dair hikâyeler söyledi, hikmetlerden bahsetti.
ده هزارش داد و خلعت درخورش ** خانهی شکر و ثنا گشت آن سرش
Padişah da şaire on bin altınla değerli elbiseler verdi... Şairin içini şükür ve sena yurdu haline getirdi.
پس تفحص کرد کین سعی کی بود ** شاه را اهلیت من کی نمود
Şair sonradan bu kimin gayretiyle oldu, padişaha benim ehliyetimi kim bildirdi diye araştırdı.
پس بگفتندش فلانالدین وزیر ** آن حسن نام و حسن خلق و ضمیر
Dediler ki: adı da Hasan, huyu da Hasen olan vezir yok mu, işte o buna sebep oldu.
در ثنای او یکی شعری دراز ** بر نبشت و سوی خانه رفت باز
Şair, bunu duyunca veziri methetti, bu hususta uzun bir kaside yazdı, vezirin evine gidip sundu.
بیزبان و لب همان نعمای شاه ** مدح شه میکرد و خلعتهای شاه1165
(Bu kasidede padişahın methi hiç yoktu. Çünkü padişahın nimetleri, hilâtları, zaten dilsiz, dudaksız, padişahı methedip duruyordu!)
باز آمدن آن شاعر بعد چند سال به امید همان صله و هزار دینار فرمودن بر قاعدهی خویش و گفتن وزیر نو هم حسن نام شاه را کی این سخت بسیارست و ما را خرجهاست و خزینه خالیست و من او را بده یک آن خشنود کنم
O şairin birkaç yıl sonra yine aynı ihsanlara nail olmak ümidiyle tekrar gelmesi, padişahın, âdeti veçhile bin dinar verilmesini emretmesi, yine adı Ebülhasan olan yeni vezirin, birçok masraflarımız var, hazine boş, ben onu, bu ihsanın onda biriyle bile hoşnut ederim demesi
بعد سالی چند بهر رزق و کشت ** شاعر از فقر و عوز محتاج گشت
Birkaç yıl sonra şair, yine yok yoksun bir hale düştü, muhtaç oldu... rızıklanmak, ekin parası bulmak ümidiyle,
گفت وقت فقر و تنگی دو دست ** جست و جوی آزموده بهترست
Dedi ki: Yokluk ve darlık zamanında sınanmış şeyi aramak, ona başvurmak daha iyi...
درگهی را که آزمودم در کرم ** حاجت نو را بدان جانب برم
Kerem ve ihsanda sınadığın kapıya gideyim de yine ihtiyacımı arz edeyim.
معنی الله گفت آن سیبویه ** یولهون فی الحوائج هم لدیه
Sibeveyh, Allah sözünün manasını anlatırken “Halk, hacet zamanında ona sığınır...