-
معنی الله گفت آن سیبویه ** یولهون فی الحوائج هم لدیه
- Sibeveyh, Allah sözünün manasını anlatırken “Halk, hacet zamanında ona sığınır...
-
گفت الهنا فی حوائجنا الیک ** والتمسناها وجدناها لدیک 1170
- İhtiyaçlarımızı sana arz eder, sana sığınırız... Hacetlerimizi senden diler, sen de buluruz demektir” dedi.
-
صد هزاران عاقل اندر وقت درد ** جمله نالان پیش آن دیان فرد
- Binlerce akıllı kişi, dert ve ihtiyaç zamanında umumiyetle o tek Allah’ın huzurunda ağlar, inler.
-
هیچ دیوانهی فلیوی این کند ** بر بخیلی عاجزی کدیه تند
- Hiçbir aklı eksik ve deli yoktur ki acizliğini varsın da bir nekese arz etsin!
-
گر ندیدندی هزاران بار بیش ** عاقلان کی جان کشیدندیش پیش
- Akıllılar, binlerce defa ihtiyaçlarının giderildiğini görmeselerdi hiç o tapıya canla başla giderler miydi?
-
بلک جملهی ماهیان در موجها ** جملهی پرندگان بر اوجها
- Hatta deniz dalgaları arasındaki bütün balıklar, yücelerde uçan bütün kuşlar bile...
-
پیل و گرگ و حیدر اشکار نیز ** اژدهای زفت و مور و مار نیز 1175
- Fil, kurt, avlanan aslan, koca ejderha, karınca, yılan...
-
بلک خاک و باد و آب و هر شرار ** مایه زو یابند هم دی هم بهار
- Hatta toprak, su, yel ve her bir kıvılcım bile kışın da dileğini ondan elde eder, baharda da!
-
هر دمش لابه کند این آسمان ** که فرو مگذارم ای حق یک زمان
- Bu gökyüzü, her an, yarabbi, beni bir zaman bile aşağılatma diye ona yalvarır...
-
استن من عصمت و حفظ تو است ** جمله مطوی یمین آن دو دست
- Benim direğim, senin korumandadır... Bütün gökler sağ elinde dürülmüş, yayılmıştır, der.
-
وین زمین گوید که دارم بر قرار ** ای که بر آبم تو کردستی سوار
- Bu yer, beni su üstünde yükleyen sensin, kararımı elden alma diye niyaz eder.
-
جملگان کیسه ازو بر دوختند ** دادن حاجت ازو آموختند 1180
- Hepsi keselerini onun nimetiyle doldurup büzmüşler... Hepsi hacet vermeyi ondan öğrenmişlerdir.
-
هر نبیی زو برآورده برات ** استعینوا منه صبرا او صلات
- Her peygamber, “Sabır ve namaz hususunda ondan yardım isteyin” diye ondan berat ve ferman getirmiştir.
-
هین ازو خواهید نه از غیر او ** آب در یم جو مجو در خشک جو
- Kendinize gelin; ondan isteyin... Başkasından değil. Suyu denizde arayın, kuru derede değil!
-
ور بخواهی از دگر هم او دهد ** بر کف میلش سخا هم او نهد
- Başkasından isteneni de o verir... O kimsenin sana meyleden eline cömertliği ihsan eden yine Allah’tır.
-
آنک معرض را ز زر قارون کند ** رو بدو آری به طاعت چون کند
- İtaatinden çekineni bile altınlara gark eder, Karun yaparsa itaat eder de ona yüz tutarsan neler yapmaz?
-
بار دیگر شاعر از سودای داد ** روی سوی آن شه محسن نهاد 1185
- Şair, bir kere daha ihsan sevdasıyla yüzünü o ihsan sahibi padişaha tuttu
-
هدیهی شاعر چه باشد شعر نو ** پیش محسن آرد و بنهد گرو
- Şairin hediyesi ne olacak? Yeni bir şiir... Onu ihsan sahibine götürür, sunar, adeta rehin bırakır!
-
محسنان با صد عطا و جود و بر ** زر نهاده شاعران را منتظر
- İhsan sahipleri, yüzlerce kerem ve cömertlikle altınlar yığarlar, şairleri beklerler.
-
پیششان شعری به از صدتنگ شعر ** خاصه شاعر کو گهر آرد ز قعر
- Onlarca bir şiir, yüz denk kumaştan daha iyidir... Hele denize dalıp da dibinden inciler çıkaran bir şairin şiiri olursa!
-
آدمی اول حریص نان بود ** زانک قوت و نان ستون جان بود
- İnsan, önce ekmeğe haristir... Çünkü gıda ve ekmek, cana direktir.
-
سوی کسب و سوی غصب و صد حیل ** جان نهاده بر کف از حرص و امل 1190
- Canını avucuna alır da hırsla, ümitle ve yüzlerce hilelere, düzenlere başvurarak çalışıp ekmeğini elde etmeye savaşır.
-
چون بنادر گشت مستغنی ز نان ** عاشق نامست و مدح شاعران
- Fakat az bir şey elde eder de ekmek için çalışmaya ihtiyacı kalmazsa artık şöhrete, ada sana ve şairlerin methine âşık olur.
-
تا که اصل و فصل او را بر دهند ** در بیان فضل او منبر نهند
- İster ki onlar, kendisinin aslını, faslını övsünler... lütfunu, ihsanını anlatmada minberler kursunlar...
-
تا که کر و فر و زر بخشی او ** همچو عنبر بو دهد در گفت و گو
- Bu suretle de onun lütfu, ihsanı, altın bağışlaması, söz arasında amber gibi koksun!
-
خلق ما بر صورت خود کرد حق ** وصف ما از وصف او گیرد سبق
- Allah, bizim huyumuzu da kendi huyuna uygun, kendi suretine göre yarattı, bizim vasfımız da onun vasfından bir örnektir.
-
چونک آن خلاق شکر و حمدجوست ** آدمی را مدحجویی نیز خوست 1195
- Yaratıcı Allah da, kendisine şükür ve hamd edilmesini ister... bu yüzden insanın huyu da böyledir; o da kendisinin övülmesini diler.
-
خاصه مرد حق که در فضلست چست ** پر شود زان باد چون خیک درست
- Hele fazilette çevik ve üstün olan Allah eri, sağlam tulum gibi o yelle doludur.
-
ور نباشد اهل زان باد دروغ ** خیک بدریدست کی گیرد فروغ
- Fakat insan, o methe lâyık değilse, o methin ehli olmazsa yalancı yel, fayda vermez... Tulumu yırtar, patlatır!
-
این مثل از خود نگفتم ای رفیق ** سرسری مشنو چو اهلی و مفیق
- Bu meseli kendiliğimden söylemedim arkadaş; aklın başındaysa ve ehilsen serserice dinleme!
-
این پیمبر گفت چون بشنید قدح ** که چرا فربه شود احمد به مدح
- Bunu hakkındaki hicivleri duyunca, müşriklerin “Ahmet neden medihten hoşlanıyor, neden medihten memnun oluyor?” dediklerini işitince söyledi.
-
رفت شاعر پیش آن شاه و ببرد ** شعر اندر شکر احسان کان نمرد 1200
- Şair, ihsan ölmedi ya diye evvelce nail olduğu ihsana şükran olarak yazdığı şiiri alıp padişaha götürdü, sundu.
-
محسنان مردند و احسانها بماند ** ای خنک آن را که این مرکب براند
- İhsan sahipleri öldüler, ihsanları kaldı... Ne mutlu o kişiye ki bu merkebi sürdü!
-
ظالمان مردند و ماند آن ظلمها ** وای جانی کو کند مکر و دها
- Zalimler de ölüp gittiler, fakat yaptıkları zulümler kaldı... Vay o cana ki bu hileyi, bu kötülüğü yaptı!
-
گفت پیغامبر خنک آن را که او ** شد ز دنیا ماند ازو فعل نکو
- Peygamber “Ne mutlu o adama ki dünyadan gitti de ondan iyi bir iş kaldı” demiştir.
-
مرد محسن لیک احسانش نمرد ** نزد یزدان دین و احسان نیست خرد
- İhsan sahibi öldü ama ihsanı ölmedi ki... Allah indinde din ve ihsan, küçük ve değersiz bir şey değildir!
-
وای آنکو مرد و عصیانش نمود ** تا نپنداری به مرگ او جان ببرد 1205
- Eyvanlar olsun o kişiye ki kendisi öldü de isyanı kaldı... Sakın, öldü de canını kurtardı sanma ha!
-
این رها کن زانک شاعر بر گذر ** وامدارست و قوی محتاج زر
- Bırak bunu şimdi... Şair, yol üstünde borçlu ve paraya pek ihtiyacı var!
-
برد شاعر شعر سوی شهریار ** بر امید بخشش و احسان پار
- Şair önceki ihsana nail olurum ümidiyle söylediği şiiri götürüp padişaha sundu.
-
نازنین شعری پر از در درست ** بر امید و بوی اکرام نخست
- Güzelim incilerle dolu olan o lâtif ve nefis şiiri, evvelki ihsan ve ikramın ümidiyle arz etti.
-
شاه هم بر خوی خود گفتش هزار ** چون چنین بد عادت آن شهریار
- Padişahın âdetiydi, yine âdeti veçhile bin altın verin dedi.
-
لیک این بار آن وزیر پر ز جود ** بر براق عز ز دنیا رفته بود 1210
- Fakat bu sefer bu cömert vezir yücelik Burak’ına binmiş, dünyadan göçüp gitmişti.
-
بر مقام او وزیر نو رئیس ** گشته لیکن سخت بیرحم و خسیس
- Onun yerine başka birisi vezir olmuştu... Bu vezir pek merhametsiz, pek hasisti.
-
گفت ای شه خرجها داریم ما ** شاعری را نبود این بخشش جزا
- Dedi ki: Padişahım, masraflarımız var... Bir şaire bu kadar ihsanda bulunmak lâyık değil!
-
من به ربع عشر این ای مغتنم ** مرد شاعر را خوش و راضی کنم
- Ben, o şairi bu ihsanın onda on da birinin dörtte biriyle hoşnut ve razı ederim.
-
خلق گفتندش که او از پیشدست ** ده هزاران زین دلاور برده است
- Oradakiler, önce o, padişahtan tam on bin altın almıştı.
-
بعد شکر کلک خایی چون کند ** بعد سلطانی گدایی چون کند 1215
- Şeker yedikten sonra şeker kamışını nasıl çiğner... Padişahtan sonra nasıl olur da dilencilik eder? dediler.
-
گفت بفشارم ورا اندر فشار ** تا شود زار و نزار از انتظار
- Vezir dedi ki: Ben onu öyle bir sıkarım ki nihayet beklemeden usanır, bizar olur...
-
آنگه ار خاکش دهم از راه من ** در رباید همچو گلبرگ از چمن
- Yoldan toprak alıp versem yeşillikten gül yaprağı veriyorum gibi kapar.
-
این به من بگذار که استادم درین ** گر تقاضاگر بود هر آتشین
- Bunu bana bırakın... Bu işte üstadım ben; işe girişen ateş bile olsa ben yatıştırmasını bilirim!