English    Türkçe    فارسی   

4
1292-1341

  • پس طبیبان از سلیمان زان گیا ** عالم و دانا شدندی مقتدی
  • Doktorlar Süleyman’dan o otu öğrenirler, bilgi sahibi olurlar, ona uyarlardı.
  • تا کتبهای طبیبی ساختند ** جسم را از رنج می‌پرداختند
  • Bu suretle doktorluk kitapları düzdüler... Bedenleri hastalıklardan kurtardılar.
  • این نجوم و طب وحی انبیاست ** عقل و حس را سوی بی‌سو ره کجاست
  • Bu nücum ve tıp bilgileri, Peygamberlerin vahiyleridir... Yoksa akıl ve duygunun o tarafa nereden yolu olacak?
  • عقل جزوی عقل استخراج نیست ** جز پذیرای فن و محتاج نیست 1295
  • Cüz’i akıl, bir şeyden hüküm çıkaracak akıl değildir. O, ancak fen sahibinden fenni kabul eder, öğrenmeye muhtaçtır.
  • قابل تعلیم و فهمست این خرد ** لیک صاحب وحی تعلیمش دهد
  • Bu akıl, öğrenmeye ve anlamaya kabiliyetlidir. Ama vahiy sahibi ona öğretir.
  • جمله حرفتها یقین از وحی بود ** اول او لیک عقل آن را فزود
  • Bütün sanatlar, şüphe yok ki önce vahiyden meydana gelir, fakat sonra akıl, onların üstüne bazı şeyler katar!
  • هیچ حرفت را ببین کین عقل ما ** تاند او آموختن بی‌اوستا
  • Dikkat et de bak! Bizim bu aklımız, hiçbir sanatı, usta olmadıkça öğrenebiliyor mu?
  • گرچه اندر مکر موی‌اشکاف بد ** هیچ پیشه رام بی‌استا نشد
  • Hile kılı kırk yarar ama usta olmadıkça hiçbir sanatı elde edemez!
  • دانش پیشه ازین عقل ار بدی ** پیشه‌ی بی‌اوستا حاصل شدی 1300
  • Sanat bilgisi, bu akılla olsaydı ustasız bir sanat meydana gelirdi!
  • آموختن پیشه گورکنی قابیل از زاغ پیش از آنک در عالم علم گورکنی و گور بود
  • Âlemde mezar kazıcılık ve mezar yokken Kaabil’in mezar kazıcılığını kargadan öğrenmesi
  • کندن گوری که کمتر پیشه بود ** کی ز فکر و حیله و اندیشه بود
  • Mezar kazma, en bayağı bir sanat... Düşünceden, düzenden, fikirden doğacak değil ya!
  • گر بدی این فهم مر قابیل را ** کی نهادی بر سر او هابیل را
  • Fakat Kaabilde bu anlayış olsaydı Hâbili başı üstünde taşır mıydı?
  • که کجا غایب کنم این کشته را ** این به خون و خاک در آغشته را
  • Ben bu ölüyü, bu kana, toprağa karışmış ölüyü ne yapayım, nasıl yok edeyim der miydi?
  • دید زاغی زاغ مرده در دهان ** بر گرفته تیز می‌آمد چنان
  • Bir de gördü ki bir karga, ölü bir kargayı ağzına almış, hemen geldi...
  • از هوا زیر آمد و شد او به فن ** از پی تعلیم او را گورکن 1305
  • Havadan indi Kaabil’e öğretmek için mezar kazıcılığına başladı.
  • پس به چنگال از زمین انگیخت گرد ** زود زاغ مرده را در گور کرد
  • Tırnaklarıyla yerden bir toz kopardı, yeri kazıp hemen hemen ölü kargayı o mezara koydu;
  • دفن کردش پس بپوشیدش به خاک ** زاغ از الهام حق بد علم‌ناک
  • Gömüp üstünü toprakla örttü... bu suretle karga, Allah ilhamı ile bilgi sahibi oldu.
  • گفت قابیل آه شه بر عقل من ** که بود زاغی ز من افزون به فن
  • Kaabil, bunu görünce yuh olsun benim aklıma dedi... Bir karga bile bilgide benden üstün!
  • عقل کل را گفت مازاغ البصر ** عقل جزوی می‌کند هر سو نظر
  • Allah, Aklıküll’e “Mazagalbasar” dedi... Fakat cüz’i akıl her yana baka durur.
  • عقل مازاغ است نور خاصگان ** عقل زاغ استاد گور مردگان 1310
  • Has kişilerin nuru, Mazagalbasar aklıdır... Karga aklıysa ölülere mezar kazma üstadı!
  • جان که او دنباله‌ی زاغان پرد ** زاغ او را سوی گورستان برد
  • Karga, ardınca uçan canı nihayet mezarlığa götürür!
  • هین مدو اندر پی نفس چو زاغ ** کو به گورستان برد نه سوی باغ
  • Kendine gel de kargaya benzeyen nefsin ardından koşma... Çünkü o, seni mezarlığa götürür, bağa, bahçeye değil!
  • گر روی رو در پی عنقای دل ** سوی قاف و مسجد اقصای دل
  • Eğer gideceksen gönül ankasının ardından git... Kafdağına, gönül Mescid-i Aksâ’sına var!
  • نوگیاهی هر دم ز سودای تو ** می‌دمد در مسجد اقصای تو
  • Sevdanla her an, senin Mescid-i Aksa’nda yeni bir ot yeni bir kök bitmede!
  • تو سلیمان‌وار داد او بده ** پی بر از وی پای رد بر وی منه 1315
  • Süleyman gibi sen de onlara dikkat et... Onları izle, onların üstüne ret ayağını koyma!
  • زانک حال این زمین با ثبات ** باز گوید با تو انواع نبات
  • Çünkü bu durup duran yeryüzünün halini sana çeşit çeşit otlar anlatır.
  • در زمین گر نیشکر ور خود نیست ** ترجمان هر زمین نبت ویست
  • Yerde şeker kamışı mı bitmiş, yoksa alelâde kamış mı? Her biten ot, bittiği yerin halini, kabiliyetini bildirir!
  • پس زمین دل که نبتش فکر بود ** فکرها اسرار دل را وا نمود
  • Gönülden de fikirler biter, gönlün nebatatı da fikirlerdir. Bu fikirler de gönüldeki sırları gösterir.
  • گر سخن‌کش یابم اندر انجمن ** صد هزاران گل برویم چون چمن
  • Mecliste bana söz söyletecek adam bulsam çimenlik gibi yüz binlerce gül bitiririm.
  • ور سخن‌کش یابم آن دم زن به مزد ** می‌گریزد نکته‌ها از دل چو دزد 1320
  • Fakat söz söylerken de nefes öldüren bir pezevenk olsa gönüldeki nükteler hırsız gibi kaçar.
  • جنبش هر کس به سوی جاذبست ** جذب صدق نه چو جذب کاذبست
  • Herkesin hareketi kendisini çeken ne yandaysa o taraftadır... Doğru adamın çekişi, yalancının çekişine benzemez.
  • می‌روی گه گمره و گه در رشد ** رشته پیدا نه و آنکت می‌کشد
  • Gâh sapık bir halde, gâh doğru yolu bulmuş olarak gider durursun... Ne seni sürükleyen ip meydandadır, ne çeken adam!
  • اشتر کوری مهار تو رهین ** تو کشش می‌بین مهارت را مبین
  • Kör bir deveye benzersin... Boynundaki yular seni yeder durur; fakat sen çekeni gör, yuları değil!
  • گر شدی محسوس جذاب و مهار ** پس نماندی این جهان دارالغرار
  • Çekeni ve yuları görsen senin için bu âlem aldanma yurdu olmazdı.
  • گبر دیدی کو پی سگ می‌رود ** سخره‌ی دیو ستنبه می‌شود 1325
  • Kâfir, köpeğin ardına düşüp gittiğini görseydi güçlü kuvvetli Şeytan’a maskara olur muydu hiç?
  • در پی او کی شدی مانند حیز ** پی خود را واکشیدی گبر نیز
  • Onun ardına bir namussuz gibi düşer miydi hiç? Hemencecik ayağını çeker, kurtulurdu!
  • گاو گر واقف ز قصابان بدی ** کی پی ایشان بدان دکان شدی
  • Sığır kasapların ne yapacağını bilseydi hiç onların peşine düşer, dükkâna gider miydi?
  • یا بخوردی از کف ایشان سبوس ** یا بدادی شیرشان از چاپلوس
  • Yahut ellerinden kepek yer miydi? Yahut da onların yüze gülücüğüne aldanır onlara süt verir miydi?
  • ور بخوردی کی علف هضمش شدی ** گر ز مقصود علف واقف بدی
  • Hatta ot yese bile, neden beslendiğini bilseydi hiç o otu hazmedebilir miydi?
  • پس ستون این جهان خود غفلتست ** چیست دولت کین دوادو با لتست 1330
  • Şu halde âlemin direği gafletten ibarettir... Devlet nedir? Dev yani koş kelimesiyle let yani dayak kelimesinden meydana gelme bir kelime!
  • اولش دو دو به آخر لت بخور ** جز درین ویرانه نبود مرگ خر
  • Önce koş... Koş da sonunda dayak ye! Bu yıkık yerde devlet sahibine eşekçesine ölümden başka hiçbir şey yok!
  • تو به جد کاری که بگرفتی به دست ** عیبش این دم بر تو پوشیده شدست
  • Sen, bir işe el atar, o işe iyice sarılırsın... O işteki ayıp ve noksan o anda sana örtülüdür.
  • زان همی تانی بدادن تن به کار ** که بپوشید از تو عیبش کردگار
  • Allah, senden o işin ayıbını örttüğünden canla başla o işe girişebilirsin.
  • همچنین هر فکر که گرمی در آن ** عیب آن فکرت شدست از تو نهان
  • Hararetle sahip olduğun fikrin de ayıbı senden gizlidir.
  • بر تو گر پیدا شدی زو عیب و شین ** زو رمیدی جانت بعد المشرقین 1335
  • Sana o fikirdeki ayıp ve kusur belli olsaydı ondan kaçardın... Canın, bu fikirle aramda keşke mağriple maşrik arası kadar uzaklık olsaydı der!
  • حال که آخر زو پشیمان می‌شوی ** گر بود این حال اول کی دوی
  • Nihayet ondan usanır, pişman olursun ya... Bu hal, evvel olsaydı hiç ona koşar mıydın?
  • پس بپوشید اول آن بر جان ما ** تا کنیم آن کار بر وفق قضا
  • Şu halde ona girişelim, kaza ve kadere uygun olarak o işi görelim diye önce ondaki ayıbı, kusuru, bizden gizlemiştir.
  • چون قضا آورد حکم خود پدید ** چشم وا شد تا پشیمانی رسید
  • Kaza ve kader, hükmünü izhar edince göz açılır, pişmanlık gelir, çatar!
  • این پشیمانی قضای دیگرست ** این پشیمانی بهل حق را پرست
  • Bu pişmanlıkta ayrı bir kaza ve kaderdir... Bu pişmanlığı bırak da Allah’a tap!
  • ور کنی عادت پشیمان خور شوی ** زین پشیمانی پشیمان‌تر شوی 1340
  • Pişman olmayı kendine âdet edinirsen boyuna pişman olur durur, nihayet bu pişmanlığı da daha ziyade pişman olursun!
  • نیم عمرت در پریشانی رود ** نیم دیگر در پشیمانی رود
  • Ömrünün yarısı perişanlıkta geçer, öbür yarısı da pişmanlıkta heder olur gider!