میگریزند از اصول باغها ** بر خیالی میکنند آن لاغها
Asıl bağlardan, bahçelerden kaçarlar da bir hayalle eğlenir kalırlar!
چونک خواب غفلت آیدشان به سر ** راست بینند و چه سودست آن نظر 1370
Fakat bu gaflet uykusu başa geldi de uyandılar mı doğruyu görürler ama o görüşte ne fayda var?
بس به گورستان غریو افتاد و آه ** تا قیامت زین غلط وا حسرتاه
Sonra mezarlığa bir feryad u figandır, bir ahu vahdır düşer... Kıyamete kadar bu yanılmalarına hasret çekip dururlar!
ای خنک آن را که پیش از مرگ مرد ** یعنی او از اصل این رز بوی برد
Ne mutlu o kişiye ki ölümden önce öldü... Yani bu üzümün aslından bir koku elde etti!
قصهی رستن خروب در گوشهی مسجد اقصی و غمگین شدن سلیمان علیهالسلام از آن چون به سخن آمد با او و خاصیت و نام خود بگفت
Mescid-i Aksâ’nın bir bucağında keçiboynuzu bitmesi ve Süleyman aleyhisselâm’ın o otla konuşması, Süleyman’a hasiyetini ve adını söyleyince Süleyman’ın gamlanması
پس سلیمان دید اندر گوشهای ** نوگیاهی رسته همچون خوشهای
Derken Süleyman bir bucakta başağa benzer bir yeni otun bitmiş olduğunu gördü.
دید بس نادر گیاهی سبز و تر ** میربود آن سبزیش نور از بصر
Yeşil, taze, görülmedik bir ottu bu... Âdeta yeşilliği göz alıyordu.
پس سلامش کرد در حال آن حشیش ** او جوابش گفت و بشکفت از خوشیش 1375
Süleyman, o ota derhal selam verdi; o da selamını aldı; Süleyman, otun güzelliğine şaştı kaldı.
گفت نامت چیست برگو بیدهان ** گفت خروبست ای شاه جهان
Dedi ki: adın ne... Dilsiz dudaksız söyle bakalım! Ot ey âlem padişahı bana keçiboynuzu derler, dedi.
گفت اندر تو چه خاصیت بود ** گفت من رستم مکان ویران شود
Süleyman, sen de ne haysiyet var? Dedi. Ot dedi ki: Bittiğim yer yıkılır viran olur.
من که خروبم خراب منزلم ** هادم بنیاد این آب و گلم
Ben keçiboynuzuyum... Bittiğim yer perişan olur; şu suyun, toprağın yıkıcısıyım ben!
پس سلیمان آن زمان دانست زود ** که اجل آمد سفر خواهد نمود
Süleyman, derhal ecelinin geldiğini, göçme vaktinin göründüğünü anladı.
گفت تا من هستم این مسجد یقین ** در خلل ناید ز آفات زمین 1380
Dedi ki: ben hayatta oldukça şüphe yok ki bu mescit, yeryüzündeki afetlerden bozulup yıkılmaz.
تا که من باشم وجود من بود ** مسجداقصی مخلخل کی شود
Ben yaşadıkça nasıl olurda Mescid-i Aksâ perişan olur, yıkılır gider?
پس که هدم مسجد ما بیگمان ** نبود الا بعد مرگ ما بدان
Şu halde şüphe yok, mescidimiz, ölümümüzden sonra yıkılacak!
مسجدست آن دل که جسمش ساجدست ** یار بد خروب هر جا مسجدست
Bedenin secdegâhı olan mescit, gönüldür... Kötü dost da her yerde mescitte biten keçiboynuzudur!
یار بد چون رست در تو مهر او ** هین ازو بگریز و کم کن گفت وگو
Sende kötü dostun sevgisi peydahlandı mı kendine gel... Ondan kaç, onunla az konuş, görüş!
برکن از بیخش که گر سر بر زند ** مر ترا و مسجدت را بر کند 1385
Onu kökünden sök, çıkar... Çünkü biter, boy verirse seni de kökünden söker, mahveder, mescidini de!
عاشقا خروب تو آمد کژی ** همچو طفلان سوی کژ چون میغژی
Ey âşık, eğrilik, sana keçiboynuzu gibidir... Çocuklar gibi niye eğriliğe doğru gider, sürtünürsün?
خویش مجرم دان و مجرم گو مترس ** تا ندزدد از تو آن استاد درس
Kendini suçlu bil suçlu gör... Korkma da o ders üstadı, senden dersi çalmasın.
چون بگویی جاهلم تعلیم ده ** این چنین انصاف از ناموس به
Cahilim, bana öğret demen, bu çeşit insaf sahibi olman, namus ve şeref gözetmenden iyidir!
از پدر آموز ای روشنجبین ** ربنا گفت و ظلمنا پیش ازین
Ey yüzü nurlu çocuk, “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” demeyi babandan öğren!
نه بهانه کرد و نه تزویر ساخت ** نه لوای مکر و حیلت بر فراخت 1390
O, ne bahaneler buldu, ne hileye kalkıştı, ne de düzen bayrağını yüceltti.
باز آن ابلیس بحث آغاز کرد ** که بدم من سرخ رو کردیم زرد
Fakat İblis, bahse girişte, benzin kırmızı, beni sen sararttın...
رنگ رنگ تست صباغم توی ** اصل جرم و آفت و داغم توی
Renk, senin verdiğin renktedir... Beni boyayan sensin; suçumun da aslı sensin, uğradığım afetin, dağlandığım dağın da, dedi!
هین بخوان رب بما اغویتنی ** تا نگردی جبری و کژ کم تنی
Kendine gel de “Rabbi bima agveyteni”yi oku... Oku da cebri olma, ters bir kumaş dokumaya kalkışma!
بر درخت جبر تا کی بر جهی ** اختیار خویش را یکسو نهی
Cebir ağacına ne vakte dek sıçrayıp çıkacak, ihtiyarını bir yana bırakacaksın?
همچو آن ابلیس و ذریات او ** با خدا در جنگ و اندر گفت و گو 1395
İblis ve soyu sopu gibi Allah ile savaşta, mübahasedesin...
چون بود اکراه با چندان خوشی ** که تو در عصیان همی دامن کشی
Eteklerini çemrer de isyana öyle koşar, gidersin... Bu kadar hoşlukla, bunca istekle cebir olur muymuş hiç?
آنچنان خوش کس رود در مکرهی ** کس چنان رقصان دود در گمرهی
O kadar istekle kim, kötülüğe gider... Böyle oynaya oynaya kim sapıklığa koşar?
بیست مرده جنگ میکردی در آن ** کت همیدادند پند آن دیگران
Sana başkaları öğüt verdikçe o işin iyiliğini söyler, belki yirmi erle bu hususta savaşa girişir, yirmi ere karşı ayak direrdin!
که صواب اینست و راه اینست و بس ** کی زند طعنه مرا جز هیچکس
Doğrusu budur... Yol ancak budur... Ve bundan ibarettir; adam olmayandan başka kim beni kınar ki, sersin!
کی چنین گوید کسی کو مکر هست ** چون چنین جنگد کسی کو بیرهست 1400
Mecbur olan adam böyle söz söyler mi? Yolsuz olan kişi, böyle savaşır mı?
هر چه نفست خواست داری اختیار ** هر چه عقلت خواست آری اضطرار
Nefsin neyi isterse ihtiyarın var, fakat aklının istediği şeyde mecbursun ha!
داند او کو نیکبخت و محرمست ** زیرکی ز ابلیس و عشق از آدمست
Bahtı yaver ve talihi kutlu olan bilir ki akıl ve zekâ taslamak iblistendir, aşk Âdem’den!
زیرکی سباحی آمد در بحار ** کم رهد غرقست او پایان کار
Akıl ve zekâ denizde yüzgeçliğe benzer... Bundan az kişi kurtulur ve yüzgeçlikte bulunan nihayet gün gelir, gark olur gider!
هل سباحت را رها کن کبر و کین ** نیست جیحون نیست جو دریاست این
Yüzgeçliği bırak, kibirden, kinden vazgeç... Bu ırmak değil; denizdir deniz!
وانگهان دریای ژرف بیپناه ** در رباید هفت دریا را چو کاه 1405
Hem de öyle sığınılacak bir yeri olmayan uçsuz bucaksız deniz ki yedi denizi bir saman çöpü gibi kapı verir!
عشق چون کشتی بود بهر خواص ** کم بود آفت بود اغلب خلاص
Aşk, ileri gidenler için bir gemiye benzer... Gemiye binen kişinin bir afete uğraması nadirdir, çok defa kurtulur.
زیرکی بفروش و حیرانی بخر ** زیرکی ظنست و حیرانی نظر
Aklı zekâyı sat da hayranlığı satın al... Akıl ve zekâ zandır, hayranlıksa bakış görüş!
عقل قربان کن به پیش مصطفی ** حسبی الله گو که اللهام کفی
Aklı Mustafa’nın önünde kurban et... Hasbiyallah de, yani Allah’ım bana yeter!
همچو کنعان سر ز کشتی وا مکش ** که غرورش داد نفس زیرکش
Kenan gibi gemiden baş çekme... Ona da zeki aklı bu gururu vermiş aldatmıştı.
که برآیم بر سر کوه مشید ** منت نوحم چرا باید کشید 1410
Ben yüce bir dağın üzerine çıkar kurtulurum, neden Nuh’a minnet edeyim? Dedi.
چون رمى از منتش اى بىرشد ** كه خدا هم منت او مىكشد
A akılsız nasıl olurda onun minnetini çekmezsin! Allah bile onun mihnetini çekmekte.
چون رمی از منتش بر جان ما ** چونک شکر و منتش گوید خدا
Nasıl olur canımız ona minnettar olmaz! Allah bile ona şükretmede, minnet etmede!
تو چه دانی ای غرارهی پر حسد ** منت او را خدا هم میکشد
A hasetle dolu mağrur kişi, onun minnetini Allah bile çekiyor!
کاشکی او آشنا ناموختی ** تا طمع در نوح و کشتی دوختی
Keşke o yüzme öğrenmeseydi de Nuh’a minnet etse, gemiye girmeye tamah etseydi!
کاش چون طفل از حیل جاهل بدی ** تا چو طفلان چنگ در مادر زدی 1415
Keşke çocuk gibi hilelere cahil olsaydı da çocuklar gibi anasına el atsa, anasına sarılsaydı!
یا به علم نقل کم بودی ملی ** علم وحی دل ربودی از ولی
Yahut da nakli bilgi ile az dolu olsaydı da gönlü bir veliden vahiy ilmini kapsaydı!
با چنین نوری چو پیش آری کتاب ** جان وحی آسای تو آرد عتاب
Böyle bir nur varken kitabı önüne açarsın vahiy ile dinlenen ruhunda seni azarlar!
چون تیمم با وجود آب دان ** علم نقلی با دم قطب زمان
Zamanın kutbunun sözüne karşı nakli ilim, bil ki su varken teyemmüm etmeye benzer!