- 
		   یک دم ار مجنون ز خود غافل بدی ** ناقه گردیدی و واپس آمدی   1535
 
		    - Mecnun, bir an bile kendisinden geçti mi deve, hemencecik geri döner, geriye giderdi.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عشق و سودا چونک پر بودش بدن ** مینبودش چاره از بیخود شدن
 
		    - Mecnun, tamamı ile aşkla, sevda ile dolu olduğundan kendisinden geçmemesine imkân yoktu.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آنک او باشد مراقب عقل بود ** عقل را سودای لیلی در ربود
 
		    - Kendisini gözetleyen akıldı... Fakat aklını, Leylâ’nın sevdası kapmıştı!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    لیک ناقه بس مراقب بود و چست ** چون بدیدی او مهار خویش سست
 
		    - Deveye gelince o, çevikti, fırsat gözleyip durmaktaydı... Yularını gevşek hissetti mi,
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    فهم کردی زو که غافل گشت و دنگ ** رو سپس کردی به کره بیدرنگ
 
		    - Anlardı ki Mecnun daldı gitti... Hemen geriye yüz tutar, yavrusunun bulunduğu tarafa doğru gitmeye başlardı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   چون به خود باز آمدی دیدی ز جا ** کو سپس رفتست بس فرسنگها   1540
 
		    - Mecnun kendisine gelir, evvelce bulundukları yerden fersahlarca geriye gittiğini anlardı.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    در سه روزه ره بدین احوالها ** ماند مجنون در تردد سالها
 
		    - Üç gün böyle yol aldılar... Mecnun, âdeta yıllarca tereddüt içinde kaldı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت ای ناقه چو هر دو عاشقیم ** ما دو ضد پس همره نالایقیم
 
		    - Nihayet dedi ki: A deve, ikimizde âşığız ama birbirimize aykırıyız... Arkadaşlığa lâyık değiliz!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    نیستت بر وفق من مهر و مهار ** کرد باید از تو صحبت اختیار
 
		    - Senin sevgin de bana uygun değil, yuların da senden ayrılmak gerek!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    این دو همره یکدگر را راهزن ** گمره آن جان کو فرو ناید ز تن
 
		    - Bu iki arkadaş da, birbirinin yolunu vurmada... Tenden aşağı inip ayrılmayan can, yol azıtır gider!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   جان ز هجر عرش اندر فاقهای ** تن ز عشق خاربن چون ناقهای   1545
 
		    - Senin canın da arşın ayrılığı ile yoksulluğa düşmüş... Teninse diken aşkıyla deveye dönmüş!
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    جان گشاید سوی بالا بالها ** در زده تن در زمین چنگالها
 
		    - Can, yücelere kanatlar açmada... Ten, tırnaklarıyla yere sarılmada!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    تا تو با من باشی ای مردهی وطن ** پس ز لیلی دور ماند جان من
 
		    - Ey vatan aşkıyla ölmüş deve, sen benimle oldukça canım, Leylâ’dan uzak kaldı gitti!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    روزگارم رفت زین گون حالها ** همچو تیه و قوم موسی سالها
 
		    - Adeta Musa kavminin yıllarca çölde kalışı gibi bende seninle bu hallere düştüm... Ömrüm geldi geçti!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    خطوتینی بود این ره تا وصال ** ماندهام در ره ز شستت شصت سال
 
		    - Bu yol, vuslata erişmek için iki adımdan ibaret... Hâlbuki ben, senin hilenle tam altmış yıldır, bu iki adımlık yolda kalakaldım!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   راه نزدیک و بماندم سخت دیر ** سیر گشتم زین سواری سیرسیر   1550
 
		    - Yol yakın... Fakat ben pek geç kaldım. Bu binicilikten adamakıllı usandım artık!
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    سرنگون خود را از اشتر در فکند ** گفت سوزیدم ز غم تا چندچند
 
		    - Bu sözleri söyleyip kendisini deveden fırlattı attı, niceye bir dertten yanıp yakılacağım, yandım artık, dedi!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    تنگ شد بر وی بیابان فراخ ** خویشتن افکند اندر سنگلاخ
 
		    - Ona o geniş ova daracık bir hale geldi... Kendisini bir taşlığa atıverdi!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آنچنان افکند خود را سخت زیر ** که مخلخل گشت جسم آن دلیر
 
		    - Hem de öyle bir attı ki o yiğidin bedeni ezildi...
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون چنان افکند خود را سوی پست ** از قضا آن لحظه پایش هم شکست
 
		    - Kendisini yere öyle bir fırlattı ki kazara ayağı da kırıldı!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   پای را بر بست و گفتا گو شوم ** در خم چوگانش غلطان میروم   1555
 
		    - Ayağını bağladı, top olurum da dedi, onun çevgânının önüne düşer, yuvarlanarak giderim!
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    زین کند نفرین حکیم خوشدهن ** بر سواری کو فرو ناید ز تن
 
		    - İşte güzel sözlü hakîm, tenden inmeyen atlıya bu yüzden lânet etmiştir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عشق مولی کی کم از لیلی بود ** گوی گشتن بهر او اولی بود
 
		    - Allah aşkı, hiç Leylâ’nın aşkından az değersiz olur mu? Ona top olmak elbette daha doğru, daha yerinde!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گوی شو میگرد بر پهلوی صدق ** غلط غلطان در خم چوگان عشق
 
		    - Top ol da doğruluk yanına yat, aşk çevgâniyle yuvarlanarak git!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    کین سفر زین پس بود جذب خدا ** وان سفر بر ناقه باشد سیر ما
 
		    - Çünkü bu yolculuk, binekten indikten sonra Allah çekişiyle olur... Halbuki önceki gidişimiz, deveyle idi!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   این چنین سیریست مستثنی ز جنس ** کان فزود از اجتهاد جن و انس   1560
 
		    - Bu çeşit gidiş, gidişlerden apayrıdır... Bu gidiş cinlerin gidişiyle de olmaz, insanların çalışmasıyla da!
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    این چنین جذبیست نی هر جذب عام ** که نهادش فضل احمد والسلام
 
		    - Bu çekilip gitme, alelade çekilip gitme değildir... Bunu, Ahmed’in lütfu meydana getirdi vesselâm!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  نوشتن آن غلام قصهی شکایت نقصان اجری سوی پادشاه
 
		  - Kölenin ücret azlığından şikâyet ederek padişaha yazması
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    قصه کوته کن برای آن غلام ** که سوی شه بر نوشتست او پیام
 
		    - Sözü kısa kes de padişaha mektup yazıp gönderen köleyi anlat!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    قصه پر جنگ و پر هستی و کین ** میفرستد پیش شاه نازنین
 
		    - O köle, nazenin padişaha savaşla, varlıkla, kinle dolu bir mektup yazıp gönderir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    کالبد نامهست اندر وی نگر ** هست لایق شاه را آنگه ببر
 
		    - Kalıbın, cesedin mektuptur, ona dikkat et, padişaha lâyık mı, değil mi? Bir anla da sonra gönder!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   گوشهای رو نامه را بگشا بخوان ** بین که حرفش هست در خورد شهان   1565
 
		    - Bir bucağa git, mektubu aç, oku... Bak bakalım, içindeki sözler, padişahlara lâyık olan sözler?
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گر نباشد درخور آن را پاره کن ** نامهی دیگر نویس و چاره کن
 
		    - Lâyık değilse o mektubu yırt, çaresine bak, başka bir mektup yaz!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    لیک فتح نامهی تن زپ مدان ** ورنه هر کس سر دل دیدی عیان
 
		    - Fakat ten mektubunu açmayı kolay sanma. Yoksa herkes gönül sırrını apaçık görürdü!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    نامه بگشادن چه دشوارست و صعب ** کار مردانست نه طفلان کعب
 
		    - Bu mektubu açmak ne güçtür, ne sarptır! Erlerin işidir bu, çocuk işi değil!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    جمله بر فهرست قانع گشتهایم ** زانک در حرص و هوا آغشتهایم
 
		    - Hepimiz, fihriste kani olmuş kalmışız... Çünkü heva ve hevese, hırsa bulaşmışız!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   باشد آن فهرست دامی عامه را ** تا چنان دانند متن نامه را   1570
 
		    - Hâlbuki o fihrist, ona baksınlar da metni de öyle sansınlar diye halka bir tuzaktır.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    باز کن سرنامه را گردن متاب ** زین سخن والله اعلم بالصواب
 
		    - Mektubu aç, bu sözden baş çevirme! Allah, doğruyu daha iyi bilir!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هست آن عنوان چو اقرار زبان ** متن نامهی سینه را کن امتحان
 
		    - Mektubun fihristi, dille ikrar etmeye benzer... Hâlbuki sen gönül mektubunun metnini sına!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    که موافق هست با اقرار تو ** تا منافقوار نبود کار تو
 
		    - Bak bakalım, ikrarınla muvafık mı? Buna bak da işin, münafıkların işine dönmesin!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون جوالی بس گرانی میبری ** زان نباید کم که در وی بنگری
 
		    - Ağır bir çuval yüklenip götürmeye koyulsan onun dışına bakmakla yükü hafiflemez ki!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   که چه داری در جوال از تلخ و خوش ** گر همی ارزد کشیدن را بکش   1575
 
		    - Asıl içine bak... Çuvalda acı, tatlı ne var, bir gör de taşımaya değerse taşı!
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ورنه خالی کن جوالت را ز سنگ ** باز خر خود را ازین بیگار و ننگ
 
		    - Yoksa çuvalındaki taşları boşalt... Kendini bu saçma işten, bu ar olan yükten kurtar gitsin!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    در جوال آن کن که میباید کشید ** سوی سلطانان و شاهان رشید
 
		    - Çuvala aklı erer padişahlara, sultanlara götürülebilecek şeyleri doldur!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  حکایت آن فقیه با دستار بزرگ و  آنک بربود دستارش و بانگ میزد کی باز کن ببین کی چه میبری آنگه ببر
 
		  - Hırsızın koca sarıklı bir fakihin sarığını çalması, fakihin sarığı aç, bak ne götürdüğünü anla. Sonra götür diye bağırması
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    یک فقیهی ژندهها در چیده بود ** در عمامهی خویش در پیچیده بود
 
		    - Bir fakih, bez parçaları toplamış, sarığının içine ezip büzerek yerleştirmişti.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    تا شود زفت و نماید آن عظیم ** چون در آید سوی محفل در حطیم
 
		    - Bu suretle kavuğunun büyük ve iri görünmesini, halkın kendisine ehemmiyet vermesini ve mescide gelince başköşeye geçirilmesini istiyordu.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   ژندهها از جامهها پیراسته ** ظاهرا دستار از آن آراسته   1580
 
		    - Elbiselerden parçalar almış, onlarla sarığını büyütmüştü.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ظاهر دستار چون حلهی بهشت ** چون منافق اندرون رسوا و زشت
 
		    - Sarığının dışı, cennet elbiselerine benzemekteydi... Fakat içi, münafık gönlü gibi rezil, çirkin bir şeydi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    پاره پاره دلق و پنبه و پوستین ** در درون آن عمامه بد دفین
 
		    - Parça parça bezler, yünler, deriler... Hep o sarığın içine gömülmüştü.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    روی سوی مدرسه کرده صبوح ** تا بدین ناموس یابد او فتوح
 
		    - Bir sabah çağı, bu şatafatla bir şeyler elde etmek üzere medreseye giderken,
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    در ره تاریک مردی جامه کن ** منتظر استاده بود از بهر فن
 
		    - Hırsızın biri de dar bir yolda her türlü hilelere başvurup bir şeyler yapmak üzere bekliyordu.