-
گر نباشد درخور آن را پاره کن ** نامهی دیگر نویس و چاره کن
- Lâyık değilse o mektubu yırt, çaresine bak, başka bir mektup yaz!
-
لیک فتح نامهی تن زپ مدان ** ورنه هر کس سر دل دیدی عیان
- Fakat ten mektubunu açmayı kolay sanma. Yoksa herkes gönül sırrını apaçık görürdü!
-
نامه بگشادن چه دشوارست و صعب ** کار مردانست نه طفلان کعب
- Bu mektubu açmak ne güçtür, ne sarptır! Erlerin işidir bu, çocuk işi değil!
-
جمله بر فهرست قانع گشتهایم ** زانک در حرص و هوا آغشتهایم
- Hepimiz, fihriste kani olmuş kalmışız... Çünkü heva ve hevese, hırsa bulaşmışız!
-
باشد آن فهرست دامی عامه را ** تا چنان دانند متن نامه را 1570
- Hâlbuki o fihrist, ona baksınlar da metni de öyle sansınlar diye halka bir tuzaktır.
-
باز کن سرنامه را گردن متاب ** زین سخن والله اعلم بالصواب
- Mektubu aç, bu sözden baş çevirme! Allah, doğruyu daha iyi bilir!
-
هست آن عنوان چو اقرار زبان ** متن نامهی سینه را کن امتحان
- Mektubun fihristi, dille ikrar etmeye benzer... Hâlbuki sen gönül mektubunun metnini sına!
-
که موافق هست با اقرار تو ** تا منافقوار نبود کار تو
- Bak bakalım, ikrarınla muvafık mı? Buna bak da işin, münafıkların işine dönmesin!
-
چون جوالی بس گرانی میبری ** زان نباید کم که در وی بنگری
- Ağır bir çuval yüklenip götürmeye koyulsan onun dışına bakmakla yükü hafiflemez ki!
-
که چه داری در جوال از تلخ و خوش ** گر همی ارزد کشیدن را بکش 1575
- Asıl içine bak... Çuvalda acı, tatlı ne var, bir gör de taşımaya değerse taşı!
-
ورنه خالی کن جوالت را ز سنگ ** باز خر خود را ازین بیگار و ننگ
- Yoksa çuvalındaki taşları boşalt... Kendini bu saçma işten, bu ar olan yükten kurtar gitsin!
-
در جوال آن کن که میباید کشید ** سوی سلطانان و شاهان رشید
- Çuvala aklı erer padişahlara, sultanlara götürülebilecek şeyleri doldur!
-
حکایت آن فقیه با دستار بزرگ و آنک بربود دستارش و بانگ میزد کی باز کن ببین کی چه میبری آنگه ببر
- Hırsızın koca sarıklı bir fakihin sarığını çalması, fakihin sarığı aç, bak ne götürdüğünü anla. Sonra götür diye bağırması
-
یک فقیهی ژندهها در چیده بود ** در عمامهی خویش در پیچیده بود
- Bir fakih, bez parçaları toplamış, sarığının içine ezip büzerek yerleştirmişti.
-
تا شود زفت و نماید آن عظیم ** چون در آید سوی محفل در حطیم
- Bu suretle kavuğunun büyük ve iri görünmesini, halkın kendisine ehemmiyet vermesini ve mescide gelince başköşeye geçirilmesini istiyordu.
-
ژندهها از جامهها پیراسته ** ظاهرا دستار از آن آراسته 1580
- Elbiselerden parçalar almış, onlarla sarığını büyütmüştü.
-
ظاهر دستار چون حلهی بهشت ** چون منافق اندرون رسوا و زشت
- Sarığının dışı, cennet elbiselerine benzemekteydi... Fakat içi, münafık gönlü gibi rezil, çirkin bir şeydi.
-
پاره پاره دلق و پنبه و پوستین ** در درون آن عمامه بد دفین
- Parça parça bezler, yünler, deriler... Hep o sarığın içine gömülmüştü.
-
روی سوی مدرسه کرده صبوح ** تا بدین ناموس یابد او فتوح
- Bir sabah çağı, bu şatafatla bir şeyler elde etmek üzere medreseye giderken,
-
در ره تاریک مردی جامه کن ** منتظر استاده بود از بهر فن
- Hırsızın biri de dar bir yolda her türlü hilelere başvurup bir şeyler yapmak üzere bekliyordu.
-
در ربود او از سرش دستار را ** پس دوان شد تا بسازد کار را 1585
- Fakih, o yola sapınca hemen başından kavuğunu kaptı, işini başarmak için koşup gitmeye başladı.
-
پس فقیهش بانگ برزد کای پسر ** باز کن دستار را آنگه ببر
- Fakih arkasından bağırdı: oğul, sarığı çöz de öyle götür!
-
این چنین که چار پره میپری ** باز کن آن هدیه را که میبری
- Böyle dört kanatla uçar gibi gidiyorsun ama götürdüğün hediyeyi bir aç da gör!
-
باز کن آن را به دست خود بمال ** آنگهان خواهی ببر کردم حلال
- Onu, elceğezinle bir aç, ovala da sonra götür, sana helâl ettim!
-
چونک بازش کرد آنک میگریخت ** صد هزاران ژنده اندر ره بریخت
- Hırsız, kaçarken sarığı çözer çözmez içinden yola yüz binlerce bez parçası dökülüverdi!
-
زان عمامهی زفت نابایست او ** ماند یک گز کهنهای در دست او 1590
- O bir şeye yaramaz, o olmayasıca sarığından kala kala hırsızın elinde ancak bir arşın doğru düzen bezceğiz kaldı!
-
بر زمین زد خرقه را کای بیعیار ** زین دغل ما را بر آوردی ز کار
- Hırsız, elindekini yere vurup “A aşağılık adam, bu hileyle beni işimden gücümden ettin” dedi.
-
نصیحت دنیا اهل دنیا را به زبان حال و بیوفایی خود را نمودن به وفا طمع دارندگان ازو
- Dünyanın dünya ehline hal diliyle, ondan vefa umanlar ve bu tamahta bulunanlara vefasızlığını söyleyerek nasihat vermesi
-
گفت بنمودم دغل لیکن ترا ** از نصیحت باز گفتم ماجرا
- Fakih dedi ki: “Hileyle seni yolundan alıkoydum ama nasihat yollu işi de anlattım!
-
همچنین دنیا اگر چه خوش شکفت ** بانگ زد هم بیوفایی خویش گفت
- Dünya da böyledir işte... Bir hoşça açılır saçılır ama vefasızlığını da bağıra bağıra söyler!
-
اندرین کون و فساد ای اوستاد ** آن دغل کون و نصیحت آن فساد
- Bu oluş ve bozuluş âleminde o hile, oluştur, nasihat da bozulmuş üstadım!
-
کون میگوید بیا من خوشپیم ** وآن فسادش گفته رو من لا شیام 1595
- Oluş der ki: İzim kutludur... Ardımdan gel! Bozuluş da git der, ben hiçbir şey değilim!
-
ای ز خوبی بهاران لب گزان ** بنگر آن سردی و زردی خزان
- Ey baharların güzelliğine şaşırarak dudağını dişleyip duran, güzün sapsarı benzine ve mevsimin soğukluğuna bak!
-
روز دیدی طلعت خورشید خوب ** مرگ او را یاد کن وقت غروب
- Gündüzün güneşin yüzünü güzel görmektesin ama onun bir de batma zamanında ölümünü düşün!
-
بدر را دیدی برین خوش چار طاق ** حسرتش را هم ببین اندر محاق
- Dolunayı şu güzelim çardakta bir hoşça seyredersin ama ay sonunda bir de hasretine bak onun!
-
کودکی از حسن شد مولای خلق ** بعد فردا شد خرف رسوای خلق
- Bir oğlan, güzellikle halkın efendisi olur... Olur, ama yarın da bunar, halka rezil rüsvay olur!
-
گر تن سیمینتنان کردت شکار ** بعد پیری بین تنی چون پنبهزار 1600
- Gümüş bedenli güzellerin vücudu, seni avladıysa ihtiyarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen bedene bak!
-
ای بدیده لوتهای چرب خیز ** فضلهی آن را ببین در آبریز
- Ey yağlı, ballı yemekleri gören, yiyen, onların fazlasını git de halâda seyret!
-
مر خبث را گو که آن خوبیت کو ** بر طبق آن ذوق و آن نغزی و بو
- Pisliğe nerede senin o güzelliğin... Nerede senin tabaklarda o hoş görünüşün, yerken senden duyulan o zevk, o lezzet, de!
-
گوید او آن دانه بد من دام آن ** چون شدی تو صید شد دانه نهان
- O sana der ki: o taneydi... Ben de onun tuzağıydım... Sen avlanınca o tane gizlendi!
-
بس انامل رشک استادان شده ** در صناعت عاقبت لرزان شده
- Nice parmaklar vardır ki üstatlar bile onları kıskanır ama sonunda iş işlerken tirtir titrer!
-
نرگس چشم خمار همچو جان ** آخر اعمش بین و آب از وی چکان 1605
- Can gibi güzel baygın gözler, nihayet görmez olur, onlardan su damlamaya başlar!
-
حیدری کاندر صف شیران رود ** آخر او مغلوب موشی میشود
- Aslanların safında giden aslan gibi yiğit er, sonunda bir fareye mağlûp olur!
-
طبع تیز دوربین محترف ** چون خر پیرش ببین آخر خرف
- Sanat sahibi ve çevik istidatlı kişiye sonunda bak! İhtiyar eşeğe döner, bunar gider!
-
زلف جعد مشکبار عقلبر ** آخرا چون دم زشت خنگ خر
- Akıllılar alan siyah ve miskler saçan kıvırcık saçlar, nihayet boz eşeğin çirkin kuyruğuna döner!
-
خوش ببین کونش ز اول باگشاد ** وآخر آن رسواییش بین و فساد
- Önce açıla saçıla oluşuna güzelce bir gör, sonunda da bozuluşunu, rüsvay oluşunu seyret!
-
زانک او بنمود پیدا دام را ** پیش تو بر کند سبلت خام را 1610
- Önce sana tuzağını apaçık gösteren şey, sonunda ona kapılan hamların bıyığını, sakalını yoldu!
-
پس مگو دنیا به تزویرم فریفت ** ورنه عقل من ز دامش میگریخت
- Artık dünya, beni hileleriyle aldattı... Yoksa aklım, onun tuzağından kaçardı elbet deme!
-
طوق زرین و حمایل بین هله ** غل و زنجیری شدست و سلسله
- Altın gerdanlığı, hamaili bir gör de bak... Hakikatte nasıl bir tomruktur, bir zincirdir o!
-
همچنین هر جزو عالم میشمر ** اول و آخر در آرش در نظر
- Böylece bütün âlem cüzlerini say dök... Hepsini önünden ve sonundan bir gör!
-
هر که آخربینتر او مسعودتر ** هر که آخربینتر او مطرودتر
- Kim daha ziyade sonu görürse o, daha kutludur... Fakat kim ahırı görürse o daha fazla kovulmuş, sürülmüştür!
-
روی هر یک چون مه فاخر ببین ** چونک اول دیده شد آخر ببین 1615
- Her şeyin yüzünü güzel ve parlak ay gibi gör... Fakat evvelini gördükten sonra sonunu da seyret!