English    Türkçe    فارسی   

4
1566-1615

  • گر نباشد درخور آن را پاره کن ** نامه‌ی دیگر نویس و چاره کن
  • Lâyık değilse o mektubu yırt, çaresine bak, başka bir mektup yaz!
  • لیک فتح نامه‌ی تن زپ مدان ** ورنه هر کس سر دل دیدی عیان
  • Fakat ten mektubunu açmayı kolay sanma. Yoksa herkes gönül sırrını apaçık görürdü!
  • نامه بگشادن چه دشوارست و صعب ** کار مردانست نه طفلان کعب
  • Bu mektubu açmak ne güçtür, ne sarptır! Erlerin işidir bu, çocuk işi değil!
  • جمله بر فهرست قانع گشته‌ایم ** زانک در حرص و هوا آغشته‌ایم
  • Hepimiz, fihriste kani olmuş kalmışız... Çünkü heva ve hevese, hırsa bulaşmışız!
  • باشد آن فهرست دامی عامه را ** تا چنان دانند متن نامه را 1570
  • Hâlbuki o fihrist, ona baksınlar da metni de öyle sansınlar diye halka bir tuzaktır.
  • باز کن سرنامه را گردن متاب ** زین سخن والله اعلم بالصواب
  • Mektubu aç, bu sözden baş çevirme! Allah, doğruyu daha iyi bilir!
  • هست آن عنوان چو اقرار زبان ** متن نامه‌ی سینه را کن امتحان
  • Mektubun fihristi, dille ikrar etmeye benzer... Hâlbuki sen gönül mektubunun metnini sına!
  • که موافق هست با اقرار تو ** تا منافق‌وار نبود کار تو
  • Bak bakalım, ikrarınla muvafık mı? Buna bak da işin, münafıkların işine dönmesin!
  • چون جوالی بس گرانی می‌بری ** زان نباید کم که در وی بنگری
  • Ağır bir çuval yüklenip götürmeye koyulsan onun dışına bakmakla yükü hafiflemez ki!
  • که چه داری در جوال از تلخ و خوش ** گر همی ارزد کشیدن را بکش 1575
  • Asıl içine bak... Çuvalda acı, tatlı ne var, bir gör de taşımaya değerse taşı!
  • ورنه خالی کن جوالت را ز سنگ ** باز خر خود را ازین بیگار و ننگ
  • Yoksa çuvalındaki taşları boşalt... Kendini bu saçma işten, bu ar olan yükten kurtar gitsin!
  • در جوال آن کن که می‌باید کشید ** سوی سلطانان و شاهان رشید
  • Çuvala aklı erer padişahlara, sultanlara götürülebilecek şeyleri doldur!
  • حکایت آن فقیه با دستار بزرگ و آنک بربود دستارش و بانگ می‌زد کی باز کن ببین کی چه می‌بری آنگه ببر
  • Hırsızın koca sarıklı bir fakihin sarığını çalması, fakihin sarığı aç, bak ne götürdüğünü anla. Sonra götür diye bağırması
  • یک فقیهی ژنده‌ها در چیده بود ** در عمامه‌ی خویش در پیچیده بود
  • Bir fakih, bez parçaları toplamış, sarığının içine ezip büzerek yerleştirmişti.
  • تا شود زفت و نماید آن عظیم ** چون در آید سوی محفل در حطیم
  • Bu suretle kavuğunun büyük ve iri görünmesini, halkın kendisine ehemmiyet vermesini ve mescide gelince başköşeye geçirilmesini istiyordu.
  • ژنده‌ها از جامه‌ها پیراسته ** ظاهرا دستار از آن آراسته 1580
  • Elbiselerden parçalar almış, onlarla sarığını büyütmüştü.
  • ظاهر دستار چون حله‌ی بهشت ** چون منافق اندرون رسوا و زشت
  • Sarığının dışı, cennet elbiselerine benzemekteydi... Fakat içi, münafık gönlü gibi rezil, çirkin bir şeydi.
  • پاره پاره دلق و پنبه و پوستین ** در درون آن عمامه بد دفین
  • Parça parça bezler, yünler, deriler... Hep o sarığın içine gömülmüştü.
  • روی سوی مدرسه کرده صبوح ** تا بدین ناموس یابد او فتوح
  • Bir sabah çağı, bu şatafatla bir şeyler elde etmek üzere medreseye giderken,
  • در ره تاریک مردی جامه کن ** منتظر استاده بود از بهر فن
  • Hırsızın biri de dar bir yolda her türlü hilelere başvurup bir şeyler yapmak üzere bekliyordu.
  • در ربود او از سرش دستار را ** پس دوان شد تا بسازد کار را 1585
  • Fakih, o yola sapınca hemen başından kavuğunu kaptı, işini başarmak için koşup gitmeye başladı.
  • پس فقیهش بانگ برزد کای پسر ** باز کن دستار را آنگه ببر
  • Fakih arkasından bağırdı: oğul, sarığı çöz de öyle götür!
  • این چنین که چار پره می‌پری ** باز کن آن هدیه را که می‌بری
  • Böyle dört kanatla uçar gibi gidiyorsun ama götürdüğün hediyeyi bir aç da gör!
  • باز کن آن را به دست خود بمال ** آنگهان خواهی ببر کردم حلال
  • Onu, elceğezinle bir aç, ovala da sonra götür, sana helâl ettim!
  • چونک بازش کرد آنک می‌گریخت ** صد هزاران ژنده اندر ره بریخت
  • Hırsız, kaçarken sarığı çözer çözmez içinden yola yüz binlerce bez parçası dökülüverdi!
  • زان عمامه‌ی زفت نابایست او ** ماند یک گز کهنه‌ای در دست او 1590
  • O bir şeye yaramaz, o olmayasıca sarığından kala kala hırsızın elinde ancak bir arşın doğru düzen bezceğiz kaldı!
  • بر زمین زد خرقه را کای بی‌عیار ** زین دغل ما را بر آوردی ز کار
  • Hırsız, elindekini yere vurup “A aşağılık adam, bu hileyle beni işimden gücümden ettin” dedi.
  • نصیحت دنیا اهل دنیا را به زبان حال و بی‌وفایی خود را نمودن به وفا طمع دارندگان ازو
  • Dünyanın dünya ehline hal diliyle, ondan vefa umanlar ve bu tamahta bulunanlara vefasızlığını söyleyerek nasihat vermesi
  • گفت بنمودم دغل لیکن ترا ** از نصیحت باز گفتم ماجرا
  • Fakih dedi ki: “Hileyle seni yolundan alıkoydum ama nasihat yollu işi de anlattım!
  • هم‌چنین دنیا اگر چه خوش شکفت ** بانگ زد هم بی‌وفایی خویش گفت
  • Dünya da böyledir işte... Bir hoşça açılır saçılır ama vefasızlığını da bağıra bağıra söyler!
  • اندرین کون و فساد ای اوستاد ** آن دغل کون و نصیحت آن فساد
  • Bu oluş ve bozuluş âleminde o hile, oluştur, nasihat da bozulmuş üstadım!
  • کون می‌گوید بیا من خوش‌پیم ** وآن فسادش گفته رو من لا شی‌ام 1595
  • Oluş der ki: İzim kutludur... Ardımdan gel! Bozuluş da git der, ben hiçbir şey değilim!
  • ای ز خوبی بهاران لب گزان ** بنگر آن سردی و زردی خزان
  • Ey baharların güzelliğine şaşırarak dudağını dişleyip duran, güzün sapsarı benzine ve mevsimin soğukluğuna bak!
  • روز دیدی طلعت خورشید خوب ** مرگ او را یاد کن وقت غروب
  • Gündüzün güneşin yüzünü güzel görmektesin ama onun bir de batma zamanında ölümünü düşün!
  • بدر را دیدی برین خوش چار طاق ** حسرتش را هم ببین اندر محاق
  • Dolunayı şu güzelim çardakta bir hoşça seyredersin ama ay sonunda bir de hasretine bak onun!
  • کودکی از حسن شد مولای خلق ** بعد فردا شد خرف رسوای خلق
  • Bir oğlan, güzellikle halkın efendisi olur... Olur, ama yarın da bunar, halka rezil rüsvay olur!
  • گر تن سیمین‌تنان کردت شکار ** بعد پیری بین تنی چون پنبه‌زار 1600
  • Gümüş bedenli güzellerin vücudu, seni avladıysa ihtiyarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen bedene bak!
  • ای بدیده لوتهای چرب خیز ** فضله‌ی آن را ببین در آب‌ریز
  • Ey yağlı, ballı yemekleri gören, yiyen, onların fazlasını git de halâda seyret!
  • مر خبث را گو که آن خوبیت کو ** بر طبق آن ذوق و آن نغزی و بو
  • Pisliğe nerede senin o güzelliğin... Nerede senin tabaklarda o hoş görünüşün, yerken senden duyulan o zevk, o lezzet, de!
  • گوید او آن دانه بد من دام آن ** چون شدی تو صید شد دانه نهان
  • O sana der ki: o taneydi... Ben de onun tuzağıydım... Sen avlanınca o tane gizlendi!
  • بس انامل رشک استادان شده ** در صناعت عاقبت لرزان شده
  • Nice parmaklar vardır ki üstatlar bile onları kıskanır ama sonunda iş işlerken tirtir titrer!
  • نرگس چشم خمار هم‌چو جان ** آخر اعمش بین و آب از وی چکان 1605
  • Can gibi güzel baygın gözler, nihayet görmez olur, onlardan su damlamaya başlar!
  • حیدری کاندر صف شیران رود ** آخر او مغلوب موشی می‌شود
  • Aslanların safında giden aslan gibi yiğit er, sonunda bir fareye mağlûp olur!
  • طبع تیز دوربین محترف ** چون خر پیرش ببین آخر خرف
  • Sanat sahibi ve çevik istidatlı kişiye sonunda bak! İhtiyar eşeğe döner, bunar gider!
  • زلف جعد مشکبار عقل‌بر ** آخرا چون دم زشت خنگ خر
  • Akıllılar alan siyah ve miskler saçan kıvırcık saçlar, nihayet boz eşeğin çirkin kuyruğuna döner!
  • خوش ببین کونش ز اول باگشاد ** وآخر آن رسواییش بین و فساد
  • Önce açıla saçıla oluşuna güzelce bir gör, sonunda da bozuluşunu, rüsvay oluşunu seyret!
  • زانک او بنمود پیدا دام را ** پیش تو بر کند سبلت خام را 1610
  • Önce sana tuzağını apaçık gösteren şey, sonunda ona kapılan hamların bıyığını, sakalını yoldu!
  • پس مگو دنیا به تزویرم فریفت ** ورنه عقل من ز دامش می‌گریخت
  • Artık dünya, beni hileleriyle aldattı... Yoksa aklım, onun tuzağından kaçardı elbet deme!
  • طوق زرین و حمایل بین هله ** غل و زنجیری شدست و سلسله
  • Altın gerdanlığı, hamaili bir gör de bak... Hakikatte nasıl bir tomruktur, bir zincirdir o!
  • همچنین هر جزو عالم می‌شمر ** اول و آخر در آرش در نظر
  • Böylece bütün âlem cüzlerini say dök... Hepsini önünden ve sonundan bir gör!
  • هر که آخربین‌تر او مسعودتر ** هر که آخربین‌تر او مطرودتر
  • Kim daha ziyade sonu görürse o, daha kutludur... Fakat kim ahırı görürse o daha fazla kovulmuş, sürülmüştür!
  • روی هر یک چون مه فاخر ببین ** چونک اول دیده شد آخر ببین 1615
  • Her şeyin yüzünü güzel ve parlak ay gibi gör... Fakat evvelini gördükten sonra sonunu da seyret!