-
آن یکی با دلق آمد از عراق ** باز پرسیدند یاران از فراق
- Birisi, Irak’tan bir hırkayla çıkageldi. Dostları, ayrılığını sordular;
-
گفت آری بد فراق الا سفر ** بود بر من بس مبارک مژدهور 1740
- Dedi ki: doğru, ayrılık vardı ama yolculuk bana pek kutluydu, âdeta beni muştulamaktaydı.
-
که خلیفه داد ده خلعت مرا ** که قرینش باد صد مدح و ثنا
- Halife, bana tam on kat elbise verdi... Yüzlerce methüsena, ona yakın olsun!
-
شکرها و حمدها بر میشمرد ** تا که شکر از حد و اندازه ببرد
- Onu bir hayli övdü, şükürlerde, hamitlerde bulundu... Nihayet şükür, haddini aştı.
-
پس بگفتندش که احوال نژند ** بر دروغ تو گواهی میدهند
- Dediler ki: senin perişan halin, yalanına şahadet etmekte.
-
تن برهنه سر برهنه سوخته ** شکر را دزدیده یا آموخته
- Bedenin çıplak, başın kabak, için yanmış... bu şükürleri, bir yerden mi çaldın, yoksa birisinden mi öğrendin?
-
کو نشان شکر و حمد میر تو ** بر سر و بر پای بی توفیر تو 1745
- Nerede methettiğin emîrin şükür ve hamd nişaneleri? Onların, şu şerefsiz başında, ayağında görünmesi gerekti.
-
گر زبانت مدح آن شه میتند ** هفت اندامت شکایت میکند
- Dilin, o padişahı methetmede ama yedi âzan da şikâyet edip duruyor.
-
در سخای آن شه و سلطان جود ** مر ترا کفشی و شلواری نبود
- O cömertlik padişahını, o kerem sultanını övüyorsun ama bu övüşe karşılık ayağında bir ayakkabı, bacağında bir şalvar olmalıydı bari!
-
گفت من ایثار کردم آنچ داد ** میر تقصیری نکرد از افتقاد
- Ben, dedi... Bütün verdiklerini dağıttım; emir ihsanda kusur etmedi hiç!
-
بستدم جمله عطاها از امیر ** بخش کردم بر یتیم و بر فقیر
- Bütün ihsanlarını aldım, fakat hepsini yetimlere, yoksullara bağışladım.
-
مال دادم بستدم عمر دراز ** در جزا زیرا که بودم پاکباز 1750
- Mal verdim, karşılığında uzun bir ömür aldım... Çünkü içim pek temizdir benim!
-
پس بگفتندش مبارک مال رفت ** چیست اندر باطنت این دود نفت
- Bunun üzerine dediler ki: o kutlu mal gittiyse içindeki bu duman, bu hararet nedir ya?
-
صد کراهت در درون تو چو خار ** کی بود انده نشان ابتشار
- İçinde diken gibi yüzlerce pislik var... Hiç keder, muştulanma nişanesi olur mu?
-
کو نشان عشق و ایثار و رضا ** گر درستست آنچ گفتی ما مضی
- Söylediğin o geçmiş şeyler doğruysa nerede aşk, bağışlama ve razı olma nişanesi?
-
خود گرفتم مال گم شد میل کو ** سیل اگر بگذشت جای سیل کو
- Hadi tutalım mal kayboldu gitti, meyil nerede? Sel geçip gittiyse geçtiği yer hani?
-
چشم تو گر بد سیاه و جانفزا ** گر نماند او جانفزا ازرق چرا 1755
- Gözün evvelce cana canlar katan siyah bir göz idiyse hadi diyelim o güzellik geçti... Fakat neden şimdi gözün gök?
-
کو نشان پاکبازی ای ترش ** بوی لاف کژ همیآید خمش
- A ekşi suratlı, temizlik nişanesi nerede? Senden eğri lâfların kokusu gelmekte, sus!
-
صد نشان باشد درون ایثار را ** صد علامت هست نیکوکار را
- Mal bağışlamanın gönülde yüz türlü nişanesi olur... İyi işin yüzlerce alâmeti görünür!
-
مال در ایثار اگر گردد تلف ** در درون صد زندگی آید خلف
- Malını dağıtıp bağışlayan kişinin gönlüne o mal yerine yüzlerce dirilik gelir!
-
در زمین حق زراعت کردنی ** تخمهای پاک آنگه دخل نی
- Allah tarlasına temiz tohumlar ekilsin de sonra temiz mahsul vermesin... İmkânı yok!
-
گر نروید خوشه از روضات هو ** پس چه واسع باشد ارض الله بگو 1760
- Allah bahçeleri de mahsul vermezse artık Allah yeri geniştir denebilir mi? Söyle!
-
چونک این ارض فنا بیریع نیست ** چون بود ارض الله آن مستوسعیست
- Bu yokluk yeri bile mahsul vermemezlikte bulunmaz... Artık bundan çok geniş olan Allah yeri nasıl olur da mahsul vermez?
-
این زمین را ریع او خود بیحدست ** دانهای را کمترین خود هفصدست
- Bu yerin bile sayısız mahsul verme kabiliyeti vardır, en aşağı bir tohuma yedi yüz verir!
-
حمد گفتی کو نشان حامدون ** نه برونت هست اثر نه اندرون
- Hamd ediyorsun, hani hamd edenlerin nişanesi? Bu nişaneler ne içinde var, ne dışında!
-
حمد عارف مر خدا را راستست ** که گواه حمد او شد پا و دست
- Ârifin Allah’ya hamd etmesi doğrudur... Çünkü o hamdın şahidi eldir, ayaktır!
-
از چه تاریک جسمش بر کشید ** وز تک زندان دنیااش خرید 1765
- Hamd ediş, arifi karanlık cisim kuyusundan çekip çıkarır... Dünya zindanından kurtarır!
-
اطلس تقوی و نور متلف ** آیت حمدست او را بر کتف
- Sırtındaki takva atlasıyla ülfet nuru, hamd etmesinin nişanesidir.
-
وا رهیده از جهان عاریه ** ساکن گلزار و عین جاریه
- Bu eğreti âlemden kurtulmuş, gül bahçelerinde, akarsu kenarlarında yurt tutmuştur.
-
بر سریر سر عالیهمتش ** مجلس و جا و مقام و رتبتش
- Oturduğu yer, yurt, vasıl olduğu makam ve rütbe, yüce himmetinin sır sedirinin üstüdür!
-
مقعد صدقی که صدیقان درو ** جمله سر سبزند و شاد و تازهرو
- Orası öyle bir doğruluk makamıdır ki doğruların hepsi de orada lâtif, neşeli ve sevinçli yüzlerinden belli olarak yurt tutmuşlardır!
-
حمدشان چون حمد گلشن از بهار ** صد نشانی دارد و صد گیر و دار 1770
- Onların hamd etmeleri, gül bahçesinin bahara hamd etmesi gibidir... Yüzlerce nişanesi, yüzlerce alâmeti ve eseri vardır!
-
بر بهارش چشمه و نخل و گیاه ** وآن گلستان و نگارستان گواه
- Baharın geldiğine kaynak, fidan, çimen... O gül bahçesi, o elvan çiçekler şahittir.
-
شاهد شاهد هزاران هر طرف ** در گواهی همچو گوهر بر صدف
- Güzelin her tarafta binlerce şahidi vardır... Sedefteki incinin oluşuna şahadet edenler gibi.
-
بوی سر بد بیاید از دمت ** وز سر و رو تابد ای لافی غمت
- Hâlbuki senin nefesinden kötü sırrın kokusu gelmede... Ey lâfazan, derdin başından, yüzünden parlayıp görünmede!
-
بوشناسانند حاذق در مصاف ** تو به جلدی های هو کم کن گزاف
- Âlem meydanında kokudan anlayan maharet sahipleri var... öyle ataklık edip pek hayhuy etmeye kalkışma!
-
تو ملاف از مشک کان بوی پیاز ** از دم تو میکند مکشوف راز 1775
- Misten bahsetme... Ağzından soğan kokusu gelmede, sırrını açığa vurmada!
-
گلشکر خوردم همیگویی و بوی ** میزند از سیر که یافه مگوی
- Sen daima gülbeşeker yedim diyorsun ama nefesinden gelip duran sarımsak kokusu, yavelenme be demekte!
-
هست دل مانندهی خانهی کلان ** خانهی دل را نهان همسایگان
- Gönül, büyük ve geniş bir eve benzer... Gönül evinin gizli komşuları vardır.
-
از شکاف روزن و دیوارها ** مطلع گردند بر اسرار ما
- Pencereden, duvardaki delikten görüp gözetir, sırları anlarlar!
-
از شکافی که ندارد هیچ وهم ** صاحب خانه و ندارد هیچ سهم
- Ev sahibinin sezinlemediği, hiç bilmediği bir yarıktan, bir delikten onlar, her şeyi görürler.
-
از نبی بر خوان که دیو و قوم او ** میبرند از حال انسی خفیه بو 1780
- Kuran’ı okusan a... Şeytan ve kavmi, gizlice insanların halinden koku alırlar.
-
از رهی که انس از آن آگاه نیست ** زانک زین محسوس و زین اشباه نیست
- İnsanın bilmediği bir yoldan insanın sırrını anlarlar... Bu yol, duyguyla duyulur, yahut buna benzer bir şeyle bilinir yol değildir.
-
در میان ناقدان زرقی متن ** با محک ای قلب دون لافی مزن
- Görenlerin ortasında hileye kalkışma... Mihenk ortadayken lafa girişme ey kalp!
-
مر محک را ره بود در نقد و قلب ** که خدایش کرد امیر جسم و قلب
- Mihengin, halisi de anlamaya kabiliyeti vardır, kalpı da... Allah, onu beden ve kalp emîri yapmıştır!
-
چون شیاطین با غلیظیهای خویش ** واقفاند از سر ما و فکر و کیش
- Şeytanlar bile o kabalıklarıyla, o kötülükleriyle sırrımızı, fikrimizi, gittiğimiz yolu biliyorlar...
-
مسلکی دارند دزدیده درون ** ما ز دزدیهای ایشان سرنگون 1785
- Onların bile içimize hırsızlama bir yolu var... Biz, onların hırsızlıklarından baş aşağı gelmedeyiz...
-
دم به دم خبط و زیانی میکنند ** صاحب نقب و شکاف روزنند
- Her an, bize büyük ziyanlar veriyorlar... Delikleri var, yarıkları var; bizi gözetliyorlar...
-
پس چرا جانهای روشن در جهان ** بیخبر باشند از حال نهان
- E artık âlemdeki aydın canlar, neden gizli hallerden bihaber olsunlar?
-
در سرایت کمتر از دیوان شدند ** روحها که خیمه بر گردون زدند
- Gökyüzüne çadır kurmuş canlar, insanın vücuduna girmede şeytanlardan aşağı olurlar?