- 
		    آنچنان کین زن در آن حجره جفا ** خشک شد او و حریفش ز ابتلا
 
		    - İşte kadın da o cefa odasında dostuyla belâlara uğramış, öylece âdeta kuruyup kalmıştı!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت صوفی با دل خود کای دو گبر ** از شما کینه کشم لیکن به صبر
 
		    - Sofi, gönlünden, hay kâfirler hay... Size kin güdüp duruyorum ama hele sabredeyim.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    لیک نادانسته آرم این نفس ** تا که هر گوشی ننوشد این جرس
 
		    - Şimdilik bunu bilmezlikten geleyim de herkes bu çanın sesini duymasın, diyordu.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    از شما پنهان کشد کینه محق ** اندک اندک همچو بیماری دق
 
		    - Hak yolundaki er de size gizlice böyle kin güder... İstiska hastalığı gibi kinini yavaş yavaş, azar azar belirtir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   مرد دق باشد چو یخ هر لحظه کم ** لیک پندارد بهر دم بهترم   180
 
		    - İstiskaya tutulan adam buz gibi her an erir durur... Fakat her an, kendisini daha iyiceyim sanır!
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    همچو کفتاری که میگیرندش و او ** غرهی آن گفت کین کفتار کو
 
		    - Hani, “sırtlan nerede? Burada yok yahu” diye aranırlar da sırtlan bu söze inanır, bu suretle tutulur, avlanır ya!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هیچ پنهانخانه آن زن را نبود ** سمج و دهلیز و ره بالا نبود
 
		    - Kadının evinde de gizlenecek bir yer; bir tümsek, bir aralık, yukarıya çıkacak bir yol yoktu.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    نه تنوری که در آن پنهان شود ** نه جوالی که حجاب آن شود
 
		    - Ne bir tandır vardı, oynaşını oraya gizlesin... Ne bir çuval vardı, perde gibi önüne gersin!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    همچو عرصهی پهن روز رستخیز ** نه گو و نه پشته نه جای گریز
 
		    - Evin içi kıyamet günü Arasat Meydanı gibi dümdüzdü... Ne bir çukur vardı, ne bir tepe, ne de kaçacak bir yer!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   گفت یزدان وصف این جای حرج ** بهر محشر لا تری فیها عوج   185
 
		    - Allah bu kıyamet gününü anlatırken mahşer meydanı için “Orada bir çukur, bir tümsek göremezsin” demiştir.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  معشوق را زیر چادر پنهان کردن  جهت تلبیس و بهانه گفتن  زن کی ان کید کن عظیم
 
		  - Kadının hileye sapıp sevgilisine çarşaf giydirmesi ve Allah’ın “Sizin hileniz pek büyüktür” dediği gibi kocasını kandırmak için bahanelere başvurması
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چادر خود را برو افکند زود ** مرد را زن ساخت و در را بر گشود
 
		    - Kadın, hemen çarşafını oynaşının üstüne attı, erkeği kadın şekline sokup kapıyı açtı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    زیر چادر مرد رسوا و عیان ** سخت پیدا چون شتر بر نردبان
 
		    - Çarşafın altında adam, apaçık rüsvay olmuş, görünüp durmaktaydı... Adeta merdiven üstünde bir deveye benziyordu.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت خاتونیست از اعیان شهر ** مر ورا از مال و اقبالست بهر
 
		    - Kadın oynaşı için kocasına dedi ki: “Şehir büyüklerinden birinin karısı... Malı var, devleti var, pek zengin!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    در ببستم تا کسی بیگانهای ** در نیاید زود نادانانهای
 
		    - Yabancı birisi, cahilcesine gelmesin diye kapıyı kapadım.”
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   گفت صوفی چیستش هین خدمتی ** تا بر آرم بیسپاس و منتی   190
 
		    - Sofi, âlâ dedi... Ne hizmeti var, hele söyle de minnetsizce, seve seve yapayım.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت میلش خویشی و پیوستگیست ** نیک خاتونیست حق داند که کیست
 
		    - Karısı dedi ki: “Bize akraba olmak istiyor... İyi bir kadın ama içini Allah bilir artık.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    خواست دختر را ببیند زیر دست ** اتفاقا دختر اندر مکتبست
 
		    - Kızı görmek istiyordu ama tesadüf bu ya, kız da mektepte.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    باز گفت ار آرد باشد یا سبوس ** میکنم او را به جان و دل عروس
 
		    - Fakat ister un olsun, ister kepek... Onu canla gönülle gelinliğe kabul ederim dedi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    یک پسر دارد که اندر شهر نیست ** خوب و زیرک چابک و مکسب کنیست
 
		    - Öyle bir oğlu var ki şehirde misli yok... Güzel, anlayışlı, çevik, hem de iyi bir geçimi var.”
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   گفت صوفی ما فقیر و زار و کم ** قوم خاتون مالدار و محتشم   195
 
		    - Sofi dedi ki: “İyi ama biz yoksuluz, perişanız... Bu kadının ailesiyse mallı, mülklü kişiler.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    کی بود این کفو ایشان در زواج ** یک در از چوب و دری دیگر ز عاج
 
		    - Nasıl olurda bize eşit olabilir? Kapının bir kanadı tahtadan, öbürü fildişinden... Böyle şey olur mu hiç?
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    کفو باید هر دو جفت اندر نکاح ** ورنه تنگ آید نماند ارتیاح
 
		    - Nikâhta iki çiftin birbirine eşit ve denk olması lâzım... Yoksa iş bozulur, geçim olmaz!”
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  گفتن زن کی او در بند جهاز نیست مراد او ستر و صلاحست و جواب گفتن صوفی این را سرپوشیده
 
		  - Kadının, o çeyiz kaydında değil, istediği şey kapalı ve namuslu olmasından ibaret demesi, sofinin de bunu gizli tut demesi
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت گفتم من چنین عذری و او ** گفت نه من نیستم اسباب جو
 
		    - Kadın dedi ki: “Ben de bu özrü söyledim, ama o, çeyiz filan arayanlardan değilim...
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ما ز مال و زر ملول و تخمهایم ** ما به حرص و جمع نه چون عامهایم
 
		    - Biz mala, altına doymuş, imtilâ olmuş, usanmışız... Halk gibi hırs sahibi değiliz, mal ve para toplama düşüncesi yok bizde.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   قصد ما سترست و پاکی و صلاح ** در دو عالم خود بدان باشد فلاح   200
 
		    - Bizim istediğimiz şey, yalnız kapalı, temiz ve namuslu oluşudur. Zaten iki âlemde de kurtuluş, bununla olur.” dedi.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    باز صوفی عذر درویشی بگفت ** و آن مکرر کرد تا نبود نهفت
 
		    - Sofi, yine yoksulluk özrünü ortaya koydu; bunu gizli kalmasın diye tekrar tekrar anlattı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت زن من هم مکرر کردهام ** بیجهازی را مقرر کردهام
 
		    - Kadın dedi ki: “Ben de bunu tekrarladım, çeyizimizin olmadığını iyice anlattım.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    اعتقاد اوست راسختر ز کوه ** که ز صد فقرش نمیآید شکوه
 
		    - Fakat onun inanışı dağdan da sağlam... Yüzlerce yoksulluktan bile şikâyet etmiyor.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    او همیگوید مرادم عفتست ** از شما مقصود صدق و همتست
 
		    - Benim istediğim şey namustur, sizden dilediğim doğruluktur, himmettir deyip duruyor.”
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   گفت صوفی خود جهاز و مال ما ** دید و میبیند هویدا و خفا   205
 
		    - Sofi dedi ki: “Zaten çeyizimizi, malımızı gördü... Gizli aşikâr başka neyimiz varsa onları da hep görür.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    خانهی تنگی مقام یک تنی ** که درو پنهان نماند سوزنی
 
		    - İşte daracık bir evimiz, bir kişi sığacak kadar bir yerimiz var... Öyle dar ki orada bir iğne bile gizlenemez.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    باز ستر و پاکی و زهد و صلاح ** او ز ما به داند اندر انتصاح
 
		    - Temizliğe, kapalılığa, namuslu oluşa gelince: o, bunu zaten bilir!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    به ز ما میداند او احوال ستر ** وز پس و پیش و سر و دنبال ستر
 
		    - Kapalılığını, örtülü ve namuslu oluşunu o, önünde de, sonunda da, başında da, nihayetinde de bizden daha iyi bilir, bizden daha iyi görür.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ظاهرا او بیجهاز و خادمست ** وز صلاح و ستر او خود عالمست
 
		    - Zaten kızımızın çeyizi çimeni, aşçısı, işçisi olmadığı meydanda... İyi ve namuslu oluşuna gelince: o, bunu zaten bilir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   شرح مستوری ز بابا شرط نیست ** چون برو پیدا چو روز روشنیست   210
 
		    - Kızın namuslu olduğunu babanın anlatması şart değil ya... Nasıl olduğu esasen onca aydın gün gibi meydandadır’’.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    این حکایت را بدان گفتم که تا ** لاف کم بافی چو رسوا شد خطا
 
		    - Senin de yanlışın meydana çıktı, rezil rüsvay oldun... Bari az söyle; bu hikâyeyi onun için anlattım.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    مر ترا ای هم به دعوی مستزاد ** این بدستت اجتهاد و اعتقاد
 
		    - A dâvada ayak direyip duran, senin anlayışın, hüküm çıkarışın da bundan ibaret işte!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون زن صوفی تو خاین بودهای ** دام مکر اندر دغا بگشودهای
 
		    - Sen de sofinin karısı gibi hainsin, kötülükte hile tuzağını kurmuşsun!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    که ز هر ناشسته رویی کپ زنی ** شرم داری وز خدای خویش نی
 
		    - Bu suretle her yüzü yunmadık pis kişiye temizliğini anlatır durursun... Kendinden utanır da Allah’tan utanmazsın!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  غرض از سمیع و بصیر گفتن خدا را
 
		  - Allah’a “duyar, görür” demekteki maksat
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   از پی آن گفت حق خود را بصیر ** که بود دید ویت هر دم نذیر   215
 
		    - Allah, her şeyi görür, bu görüş de daima seni korkutsun diye kendisine “gören” dedi.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    از پی آن گفت حق خود را سمیع ** تا ببندی لب ز گفتار شنیع
 
		    - Kötü sözlerden dudağını yumasın diye de kendisini “duyan diye anlattı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    از پی آن گفت حق خود را علیم ** تا نیندیشی فسادی تو ز بیم
 
		    - Korkasın da bir fesat düşünmeyesin diye “bilen” adını takındı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    نیست اینها بر خدا اسم علم ** که سیه کافور دارد نام هم
 
		    - Fakat bunlar, meselâ zenciye kâfur adının verildiği gibi Allah’a konmuş adlar değildir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    اسم مشتقست و اوصاف قدیم ** نه مثال علت اولی سقیم
 
		    - Allah ismi, sıfattan türeme, sıfattan meydana gelmedir, Allah sıfatlarıysa kadimdir, evveli yoktur. İlleti Ûlâ misali gibi batıl ve saçma değildir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   ورنه تسخر باشد و طنز و دها ** کر را سامع ضریران را ضیا   220
 
		    - Öyle olmasaydı sağıra duyan, köre aydın adlarının verilmesi gibi alay olur, maskaralık olurdu.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    یا علم باشد حیی نام وقیح ** یا سیاه زشت را نام صبیح
 
		    - Tanınma için konan ad, meselâ terbiyesiz ve utanmaz birisine mahcup yahut kara ve çirkin birisine güzel diye konuvermiş bir addır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    طفلک نوزاده را حاجی لقب ** یا لقب غازی نهی بهر نسب
 
		    - Yeni doğmuş çocukcağıza hacı yahut da soyunda var diye gazi adını koymaktır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گر بگویند این لقبها در مدیح ** تا ندارد آن صفت نبود صحیح
 
		    - Bu lâkapları, övmek için söylerlerse övülende bu sıfatlar yoksa övüş, doğru olmaz ki.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    تسخر و طنزی بود آن یا جنون ** پاک حق عما یقول الظالمون
 
		    - Ya alaya almaktır yahut da öven delidir. Allah ise zalimlerin söylediklerinden beridir, paktır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   من همی دانستمت پیش از وصال ** که نکورویی ولیکن بدخصال   225
 
		    - Ben seninle buluşmadan önce de biliyordum: Güzel yüzlüsün ama kötü huylusun sen!