-
عقل میگفتش حماقت با توست ** با حماقت عقل را آید شکست
- Akıl, ona diyordu k: Ahmaklık, seninle değil mi? Ahmaklıkla ahde vefa edilmez.
-
عقل را باشد وفای عهدها ** تو نداری عقل رو ای خربها
- Ahitlerde vefa etmek, akılla olur... Sense aklın yok a eşek değerli!
-
عقل را یاد آید از پیمان خود ** پردهی نسیان بدراند خرد
- Akıl, ahdini hatırlar... Akıl, unutkanlık perdesini yırtar.
-
چونک عقلت نیست نسیان میر تست ** دشمن و باطل کن تدبیر تست 2290
- Aklın olmadı mı unutkanlık, sana hâkim olur... Sana düşmanlık eder, tedbirini bozar.
-
از کمی عقل پروانهی خسیس ** یاد نارد ز آتش و سوز و حسیس
- Aşağılık pervane, aklının azlığından kendini ateşe vurur... Ateş, ateşin yakıcılığı, ateşin sesi, aklına bile gelmez.
-
چونک پرش سوخت توبه میکند ** آز و نسیانش بر آتش میزند
- Fakat kanadı yandı mı tövbe eder ama hırsı ve unutkanlığı yine onu ateşe atar.
-
ضبط و درک و حافظی و یادداشت ** عقل را باشد که عقل آن را فراشت
- Bir şeyi kavramak, anlamak, hıfzetmek ve hatırlamak, aklın işidir... Akıl bunların derecesini yüceltir.
-
چونک گوهر نیست تابش چون بود ** چون مذکر نیست ایابش چون بود
- İnci olmayınca parlaklığı nasıl olur da bulunur? Hatırlatan olmayınca adam, o işten nasıl kaçınır?
-
این تمنی هم ز بیعقلی اوست ** که نبیند کان حماقت را چه خوست 2295
- Bu vakitsiz istek de sahibinin akılsızlığındandır. Çünkü ahmaklığın nasıl bir huyu vardır? Göremez ki!
-
آن ندامت از نتیجهی رنج بود ** نه ز عقل روشن چون گنج بود
- O, nedamet zahmetinin sonucudur... Define gibi aydın olan aklıdan gelmez.
-
چونک شد رنج آن ندامت شد عدم ** مینیرزد خاک آن توبه و ندم
- Zahmet geçti mi o nedamet de yok olur gider... o tövbe ve nedamet, toprak değerinde bile değildir.
-
آن ندم از ظلمت غم بست بار ** پس کلام اللیل یمحوه النهار
- O nedamet, gam ve elem karanlığı yüzünden yükünü bağladı... Fakat gündüz geldi mi gecenin sözünü mahveder!
-
چون برفت آن ظلمت غم گشت خوش ** هم رود از دل نتیجه و زادهاش
- O gam karanlığı gitti de hoşluk vakti geldi mi gönülden de onun neticesi, o derdin doğurduğu nedamet geçip gider!
-
میکند او توبه و پیر خرد ** بانگ لو ردوا لعادوا میزند 2300
- O adam, tövbe eder ama akıl piri ona “Tekrar dünyaya döndürülseler yine yapma denen şeylere bulaşırlar. Onları yaparlar” diye bağırıp durur.
-
در بیان آنک وهم قلب عقلست و ستیزهی اوست بدو ماند و او نیست و قصهی مجاوبات موسی علیهالسلام کی صاحب عقل بود با فرعون کی صاحب وهم بود
- Vehim aklın zıddıdır, onunla savaşır durur. Ona benzer ama o değildir. Akla sahip olan Musa aleyhsselâm’ın vehim sahibi olan Firavunla soru ve cevabı
-
عقل ضد شهوتست ای پهلوان ** آنک شهوت میتند عقلش مخوان
- Ey yiğit, akıl, şehvetin zıddıdır... Şehveti dokuyan akla akıl deme.
-
وهم خوانش آنک شهوت را گداست ** وهم قلب نقد زر عقلهاست
- Şehvete mağlûp olana vehim de... Vehim, halis akıllar altınının kalpıdır.
-
بیمحک پیدا نگردد وهم و عقل ** هر دو را سوی محک کن زود نقل
- Vehimle akıl, mihenk olmadıkça meydana çıkmaz. Her ikisini de hemen mihenge vur.
-
این محک قرآن و حال انبیا ** چون منحک مر قلب را گوید بیا
- Bu mihenk de Kur’an’dır. Peygamberlerin halidir... Mihenk kalpa gel der.
-
تا ببینی خویش را ز آسیب من ** که نهای اهل فراز و شیب من 2305
- Gel de benim yüzümden ne hale girdiğini gör... Çünkü sen benim ne inişimin ehlisin ne çıkışımın!
-
عقل را گر ارهای سازد دو نیم ** همچو زر باشد در آتش او بسیم
- Aklı bir testere ikiye biçse o ateşteki altın gibi yine gülümser.
-
وهم مر فرعون عالمسوز را ** عقل مر موسی به جان افروز را
- Vehim, âlemleri yakan Firavundur; akıl, canları parlatan aydınlatan Musa’nındır.
-
رفت موسی بر طریق نیستی ** گفت فرعونش بگو تو کیستی
- Musa, yokluk yoluna gitti... Firavun, ona dedi ki: Sen kimsin?
-
گفت من عقلم رسول ذوالجلال ** حجةاللهام امانم از ضلال
- Musa, ben akılım... Ululuk ıssı Allah’ın elçisiyim... Allah’ın ulu bürhanıyım, azgınlıktan insana emniyet veren kişiyim ben!
-
گفت نی خامش رها کن های هو ** نسبت و نام قدیمت را بگو 2310
- Firavun dedi ki: Sus, huyluyu bırak da sen bana eski adını söyle!
-
گفت که نسبت مر از خاکدانش ** نام اصلم کمترین بندگانش
- Musa dedi ki: Benim nispetim, Allah’ın şu toprak yurdunadır... Asıl adım da onun kullarının en aşağısı.
-
بندهزادهی آن خداوند وحید ** زاده از پشت جواری و عبید
- Ben o Allah’ın kulunun oğluyum... Onun cariyesiyle kulundan doğmuşum.
-
نسبت اصلم ز خاک و آب و گل ** آب و گل را داد یزدان جان و دل
- Asıl mensup olduğum topraktır; su ve balçıktır... Allah suya toprağa canla gönül vermiştir.
-
مرجع این جسم خاکم هم به خاک ** مرجع تو هم به خاک ای سهمناک
- Bu toprak bedenimin dönüp gideceği yer de yine topraktır... Senin gideceğin yer de topraktır a mağrur.
-
اصل ما و اصل جمله سرکشان ** هست از خاکی و آن را صد نشان 2315
- Bizim de bütün serkeşlerin de aslı topraktır. Hepimiz topraktanız... Buna da yüz türlü nişane var.
-
که مدد از خاک میگیرد تنت ** از غذایی خاک پیچد گردنت
- Bedenine topraktan yardım gelmededir... Boynun topraktan biten gıdalarla düzelip kalınlaşmadadır.
-
چون رود جان میشود او باز خاک ** اندر آن گور مخوف سهمناک
- Can gitti mi beden o korkunç, mezar da toprak olur gider.
-
هم تو و هم ما و هم اشباه تو ** خاک گردند و نماند جاه تو
- Sen de, biz de, sana benzeyenlerde hep toprak olurlar... Senin mevkiin rütben de kalmaz.
-
گفت غیر این نسب نامیت هست ** مر ترا آن نام خود اولیترست
- Firavun dedi ki: Bundan, bu soydan başka bir adın daha var senin... Sana ne ad daha âlâ yaraşır.
-
بندهی فرعون و بندهی بندگانش ** که ازو پرورد اول جسم و جانش 2320
- Firavunun kulu kullarının kulu... Bedeni, canı, önce onun nimetleriyle beslenip yetişen kul.
-
بندهی یاغی طاغی ظلوم ** زین وطن بگریخته از فعل شوم
- Âsi, azgın ve pek zalim kul... Kötü işi yüzünden yurttan kaçan kul.
-
خونی و غداری و حقناشناس ** هم برین اوصاف خود میکن قیاس
- Kanlı katil, gaddar, hak bilmez kul... Artık sen bu sıfatlara bak da var kıyas et nesin?
-
در غریبی خوار و درویش و خلق ** که ندانستی سپاس ما و حق
- Gariplikte hor, yoksul, çıplak bir kul, öyle bir kul ki ne bizim hakkımızı tanır, ne bize şükreder.
-
گفت حاشا که بود با آن ملیک ** در خداوندی کسی دیگر شریک
- Musa şöyle cevap verdi: Haşa... O padişaha, padişahlıkta kimse şerik olamaz.
-
واحد اندر ملک او را یار نی ** بندگانش را جز او سالار نی 2325
- Mülk ve devlette tektir, eşi yok. Kullarına ondan başka başbuğ yoktur.
-
نیست خلقش را دگر کس مالکی ** شرکتش دعوی کند جز هالکی
- Halkına ondan başka kimse sahip değildir. helâke düşmüş kişiden başka kimse ona şeriklik davasına kalkışamaz.
-
نقش او کردست و نقاش من اوست ** غیر اگر دعوی کند او ظلمجوست
- Beni nakşeden, bana bu sureti veren odur; nakkaşım odur benim... Başkası bu dâvaya kalkışırsa zalimdir.
-
تو نتوانی ابروی من ساختن ** چون توانی جان من بشناختن
- Sen benim kaşımı bile yaratmaya kadir değilsin... Böyleyken nasıl olur da beni yarattığını söyleyebilirsin?
-
بلک آن غدار و آن طاغی توی ** که کنی با حق دعوی دوی
- Asıl o gaddar, o azgın sensin ki Allah’a şerik olmak davasına düşmüşsün.
-
گر بکشتم من عوانی را به سهو ** نه برای نفس کشتم نه به لهو 2330
- Ben bir kötü kişiyi öldürdüysem ne nefsime uyduğumdan öldürdüm, ne de eğlence için!
-
من زدم مشتی و ناگاه اوفتاد ** آنک جانش خود نبد جانی بداد
- Ben bir yumruk indirdim o da derhal ölüverdi... Zaten canı yoktu can verdi geberdi gitti.
-
من سگی کشتم تو مرسلزادگان ** صدهزاران طفل بیجرم و زیان
- Ben bir köpek öldürdüm... Fakat sen peygamber oğullarını, yüz binlerce suçsuz, ziyansız çocukları öldürdün ya!
-
کشتهای و خونشان در گردنت ** تا چه آید بر تو زین خون خوردنت
- Onları öldürdün; hepsinin kanı senin boynundadır... Bakalım hele, bu kan içmeden başına neler gelecek?
-
کشتهای ذریت یعقوب را ** بر امید قتل من مطلوب را
- Yakup soyunu öldürdün... Maksadın da hep beni öldürmekti, bunu umuyor, bunu istiyordun sen!
-
کوری تو حق مرا خود برگزید ** سرنگون شد آنچ نفست میپزید 2335
- Allah, seni kör etti de beni seçti... Nefsinin pişirip kotardığı hile, baş aşağı geldi.
-
گفت اینها را بهل بیهیچ شک ** این بود حق من و نان و نمک
- Firavun dedi ki: Bunları bırak hele... Şüphesiz benim hakkım, tuz ekmek hakkı buydu ha!