English    Türkçe    فارسی   

4
258-307

  • بوی عطرش زد ز عطاران راد ** تا بگردیدش سر و بر جا فتاد
  • Kerem sahibi attarlardan gelen güzel kokular, başını döndürdü, yere düştü!
  • هم‌چو مردار اوفتاد او بی‌خبر ** نیم روز اندر میان ره‌گذر
  • O bihaber, gün ortasında yol uğrağına bir leş gibi yıkıldı, kaldı.
  • جمع آمد خلق بر وی آن زمان ** جملگان لاحول‌گو درمان کنان 260
  • Derhal halk, başına üşüştü... Herkes lâhavle diyerek derdine derman aramaktaydı.
  • آن یکی کف بر دل او می براند ** وز گلاب آن دیگری بر وی فشاند
  • Birisi, eliyle kalbini yokluyor, öbürü yüzüne gülsuyu serpiyordu.
  • او نمی‌دانست کاندر مرتعه ** از گلاب آمد ورا آن واقعه
  • Bilmiyordu ki o alanda onun başına ne geldiyse gülsuyundan geldi.
  • آن یکی دستش همی‌مالید و سر ** وآن دگر کهگل همی آورد تر
  • Biri bileklerini başını ovuyor, öbürü hararetlensin diye samanlı ıslak balçık getiriyordu.
  • آن بخور عود و شکر زد به هم ** وآن دگر از پوششش می‌کرد کم
  • Biri ödağacıyla şekeri karıştırıp tütsülüyor, başka biri elbisesinin bir kısmını soyup üstündekileri hafifletiyordu.
  • وآن دگر نبضش که تا چون می‌جهد ** وان دگر بوی از دهانش می‌ستد 265
  • Birisi nasıl atıyor diye nabzını yokluyor, öbürü ağzını kokluyor.
  • تا که می خوردست و یا بنگ و حشیش ** خلق درماندند اندر بیهشیش
  • Şarap mı içti, esrar mı? Yoksa afyon mu yuttu... Anlamak istiyordu. Halk, onun neden bayıldığını anlayamamış, şaşırıp kalmıştı.
  • پس خبر بردند خویشان را شتاب ** که فلان افتاده است آن‌جا خراب
  • Derhal akrabalarına haber verdiler, falan adam feşman yerde perişan bir halde düşüp kaldı dediler.
  • کس نمی داند که چون مصروع گشت ** یا چه شد کو را فتاد از بام طشت
  • Neden bayıldı, ne oldu da leğeni damdan düştü? Kimse bilmiyordu!
  • یک برادر داشت آن دباغ زفت ** گربز و دانا بیامد زود تفت
  • O tabağın iriyarı, güçlü kuvvetli, bilgili anlayışlı bir erkek kardeşi vardı, hemencecik koşa koşa geldi.
  • اندکی سرگین سگ در آستین ** خلق را بشکافت و آمد با حنین 270
  • Yenine biraz köpek pisliği almıştı, halkı yardı, feryat ederek kardeşinin başucuna geldi.
  • گفت من رنجش همی دانم ز چیست ** چون سبب دانی دوا کردن جلیست
  • Ben neden hastalandı biliyorum, dedi... Hastalık teşhis edildi, sebebi bilindi mi tedavisi kolaydır.
  • چون سبب معلوم نبود مشکلست ** داروی رنج و در آن صد محملست
  • Sebebi bilinmezse tedavisi güçleşir... Hangi ilaç iyi gelecek? Yüz türlü ihtimal vardır.
  • چون بدانستی سبب را سهل شد ** دانش اسباب دفع جهل شد
  • Fakat sebebi bilindi mi iş kolaylaşır. Sebeplerini bilmek, bilgisizliği giderir.
  • گفت با خود هستش اندر مغز و رگ ** توی بر تو بوی آن سرگین سگ
  • Adam kendi kendine, onun iliğine damarına kat kat köpek pisliği sinmiştir.
  • تا میان اندر حدث او تا به شب ** غرق دباغیست او روزی‌طلب 275
  • Rızkını elde etmek için her gün, akşamlara kadar pisliğe gömülmüştür, tabaklığa gark olunmuştur demişti.
  • پس چنین گفتست جالینوس مه ** آنچ عادت داشت بیمار آنش ده
  • Büyük Calinus da böyle demiştir: Hastaya, neye alışkınsa onu ver!
  • کز خلاف عادتست آن رنج او ** پس دوای رنجش از معتاد جو
  • Aykırı olan şeylerden zahmet çeker; onun için hastalığının ilacını da alıştığı şeylerde ara!
  • چون جعل گشتست از سرگین‌کشی ** از گلاب آید جعل را بیهشی
  • Bokböceği, daima pislik taşır durur... Bu yüzden de gülsuyundan bayılır.
  • هم از آن سرگین سگ داروی اوست ** که بدان او را همی معتاد و خوست
  • Onun ilâcı yine köpek pisliğidir... Çünkü ona alışmıştır, onunla halli hamur olmuştur.
  • الخبیثات الخبیثین را بخوان ** رو و پشت این سخن را باز دان 280
  • “Pisler, peslerindir” ayetini oku da bu sözün önünü, sonunu anla!
  • ناصحان او را به عنبر یا گلاب ** می دوا سازند بهر فتح باب
  • Öğütçüler, pis kişiyi, ona bir kapı açılması, iyileşmesi için amberle, gülsuyu ile tedavi etmek isterler!
  • مر خبیثان را نسازد طیبات ** درخور و لایق نباشد ای ثقات
  • Fakat ey inanılır, itimat edilir kişiler, pislere temiz şeyler lâyık değildir ki!
  • چون زعطر وحی کژ گشتند و گم ** بد فغانشان که تطیرنا بکم
  • Onlar, vahyin güzel kokusuyla eğrilmişler, sapıtmışlardır da “Siz bize uğursuzsunuz, biz, sizin yüzünüzden kötülüğe uğradık” diye feryada başlamışlardır.
  • رنج و بیماریست ما را این مقال ** نیست نیکو وعظتان ما را به فال
  • “Bu söz, bize zahmet veriyor, bu sözden hastalanıyoruz... Sizin vaazınız iyi değil, bize iyi gelmiyor.
  • گر بیاغازید نصحی آشکار ** ما کنیم آن دم شما را سنگسار 285
  • Eğer yine susmaz da nasihate başlarsanız derhal sizi taşlar, öldürürüz.
  • ما بلغو و لهو فربه گشته‌ایم ** در نصیحت خویش را نسرشته‌ایم
  • Biz, oyunla, abes ve saçma şeylerle semirmişiz... Öğüte hiç alışmamışız!
  • هست قوت ما دروغ و لاف و لاغ ** شورش معده‌ست ما را زین بلاغ
  • Bizim gıdamız yalandır, asılsız lâftır, saçma sapan sözlerdir... Sizin bildirdiğiniz şeyler, midemizi bozuyor.
  • رنج را صدتو و افزون می‌کنید ** عقل را دارو به افیون می‌کنید
  • Siz bu sözlerle hastalığımızı yüzlerce defa artırıyor... Akla ilâç olarak afyon veriyorsunuz” demişlerdir.
  • معالجه کردن برادر دباغ دباغ را به خفیه به بوی سرگین
  • Tabağın kardeşinin, tabağı gizlice fışkı kokusuyla tedavisi
  • خلق را می‌راند از وی آن جوان ** تا علاجش را نبینند آن کسان
  • Delikanlı, kardeşine yapacağı ilâcı kimse görmesin diye halkı uzaklaştırdı.
  • سر به گوشش برد هم‌چون رازگو ** پس نهاد آن چیز بر بینی او 290
  • 290.Gizli bir şeyler söyler gibi ağzını kulağına götürdü, sonra da o şeyi burnuna koydu.
  • کو به کف سرگین سگ ساییده بود ** داروی مغز پلید آن دیده بود
  • Köpek pisliğini avucuna sürtmüştü... Pis beynin ilâcını bu pislikle görmüştü.
  • ساعتی شد مرد جنبیدن گرفت ** خلق گفتند این فسونی بد شگفت
  • Avucunu koklatır koklatmaz adam, deprenmeye başladı. Halk, bu pek mühim bir afsun dediler...
  • کین بخواند افسون به گوش او دمید ** مرده بود افسون به فریادش رسید
  • Afsunu okuyup kulağına üfürdü... Adam adeta ölmüştü, afsun imdadına yetişti!
  • جنبش اهل فساد آن سو بود ** که زنا و غمزه و ابرو بود
  • Kötü kişilerin hareketi o yandandır... Zina, bakışla, göz ve kaş işaretiyle harekete gelir.
  • هر کرا مشک نصیحت سود نیست ** لا جرم با بوی بد خو کردنیست 295
  • Kime öğüt miski fayda vermezse muhakkak o, kötü kokulara alışmıştır.
  • مشرکان را زان نجس خواندست حق ** کاندرون پشک زادند از سبق
  • Allah, müşrikler, tâ ezelden pislik içinde doğduklarından onlara “Necis-pis” demiştir.
  • کرم کو زادست در سرگین ابد ** می‌نگرداند به عنبر خوی خود
  • Pislik içinde doğan kurt, ebediyen huyundan dönmez, ambere bakmaz!
  • چون نزد بر وی نثار رش نور ** او همه جسمست بی‌دل چون قشور
  • Ona nur saçısı isabet etmemiştir... O, tamamı ile cisimden ibarettir, kabuk gibi içsiz, gönülsüzdür o!
  • ور ز رش نور حق قسمیش داد ** هم‌چو رسم مصر سرگین مرغ‌زاد
  • Hak nuru saçısından nasibi varsa, bu nur, ona da değmişse pisliğe düşse bile Mısır’da olduğu gibi o pislik içine gömülen yumurtadan bir kuş meydana gelir!
  • لیک نه مرغ خسیس خانگی ** بلک مرغ دانش و فرزانگی 300
  • 300.Fakat meydana gelen kuş, evde beslenen pis tavuk cinsinden değildir, bilgi ve anlayış kuşudur.
  • تو بدان مانی کز آن نوری تهی ** زآنک بینی بر پلیدی می‌نهی
  • Sen de nurdan nasipsize benziyorsun; çünkü burnunu pisliğe sokmadasın!
  • از فراقت زرد شد رخسار و رو ** برگ زردی میوه‌ی ناپخته تو
  • Ayrılığından yüzün, benzin sarardı ama sarı bir yapraksın, olmamış bir meyvesin!
  • دیگ ز آتش شد سیاه و دودفام ** گوشت از سختی چنین ماندست خام
  • Çömlek, ateşten, isten simsiyah oldu, is rengini aldı; fakat et, kartlığından öylece duruyor, hiç pişmemiş!
  • هشت سالت جوش دادم در فراق ** کم نشد یک ذره خامیت و نفاق
  • Seni tam sekiz yıl ayrılık ateşiyle kaynattım ama hamlığın, münafıklığın, bir zerre bile eksilmemiş!
  • غوره‌ی تو سنگ بسته کز سقام ** غوره‌ها اکنون مویزند و تو خام 305
  • Hastalıktan donmuş kalmış koruksun sen... Hâlbuki koruklar, şimdi kuru üzüm haline geldi, sense hala hamsın!”
  • عذر خواستن آن عاشق از گناه خویش به تلبیس و روی پوش و فهم کردن معشوق آن را نیز
  • Âşığın hileye sapıp suçuna özür getirmesi ve niyetini gizlemeye savaşması, sevgilinin, bu hileyi de anlaması
  • گفت عاشق امتحان کردم مگیر ** تا ببینم تو حریفی یا ستیر
  • Âşık dedi ki: “Kusuruma bakma... Bakayım, bana uyacak mısın, yoksa namuslu musun diye seni sınadım.
  • من همی دانستمت بی‌امتحان ** لیک کی باشد خبر هم‌چون عیان
  • Senin namuslu olduğunu sınamadan da biliyordum ama haber alma, gözle görmeye benzer mi ya?