-
هین بده ای قطره خود را بیندم ** تا بیابی در بهای قطره یم
- Kendine gel ey katra da pişman olmaksızın varlığım ver, ver de bir katra ya karşılık uçsuz bucaksız denizi bul!
-
هین بده ای قطره خود را این شرف ** در کف دریا شو آمن از تلف 2620
- Kendine gel ey katra da bu şerefi bul, denizin avucuna düş, o avuçta telef olmaktan emin ol!
-
خود کرا آید چنین دولت به دست ** قطرهای را بحری تقاضاگر شدست
- Böyle bir devlet, kimin eline düşmüştür: Bir deniz, bir katrayı dilemekte, istemekte!
-
الله الله زود بفروش و بخر ** قطرهای ده بحر پر گوهر ببر
- Allah hakkı için Allah hakkı için çabuk sat ve satın al... Bir katrayı ver, incilerle dolu denizi elde et!
-
الله الله هیچ تاخیری مکن ** که ز بحر لطف آمد این سخن
- Allah hakkı için, Allah hakkı için hiç geciktirme. Bu söz, lütuf denizinden gelmede!
-
لطف اندر لطف این گم میشود ** که اسفلی بر چرخ هفتم میشود
- Lütuf bile bu lütfun içinde kaybolur, aşağılık bir adam, yedinci kat göğe çıkıyor
-
هین که یک بازی فتادت بوالعجب ** هیچ طالب این نیابد در طلب 2625
- 2625.Kendine gel, hiçbir kimse bunu aramakla bulamaz, nasılsa bir acayip oyuna rastladın!
-
گفت با هامان بگویم ای ستیر ** شاه را لازم بود رای وزیر
- Firavun, bunu bir de Haman'a söyleyeyim; padişaha vezirin reyini almak lâzımdır dedi.
-
گفت با هامان مگو این راز را ** کور کمپیری چه داند باز را
- Asiye dedi ki: Bu sırrı Haman'a söyleme. Kör kocakarı, doğanın kıymetini ne bilir?
-
قصهی باز پادشاه و کمپیر زن
- Padişahın doğanıyla kocakarı
-
باز اسپیدی به کمپیری دهی ** او ببرد ناخنش بهر بهی
- Bir akdoğanı kocakarının birine verirsen iyilik olsun diye pençelerindeki tırnakları keser!
-
ناخنی که اصل کارست و شکار ** کور کمپیری ببرد کوروار
- Hâlbuki asıl iş gördüğü, avlandığı uzvu, tırnaklandır. Kör kocakarıcağız körcesine o tırnakları kesiverir!
-
که کجا بودست مادر که ترا ** ناخنان زین سان درازست ای کیا 2630
- Anan neredeymiş ki der, a ulu yavrum, tırnakların böyle uzamış senin?
-
ناخن و منقار و پرش را برید ** وقت مهر این میکند زال پلید
- Kötü kocakarı, doğanın tırnağını, gagasını kanatlarını keser... Sevgi çağında işte bunları, yapar!
-
چونک تتماجش دهد او کم خورد ** خشم گیرد مهرها را بر درد
- Doğanın önüne tutmaç kor da o, az yedi mi kızar, sevgiyi yırtar, atar!
-
که چنین تتماج پختم بهر تو ** تو تکبر مینمایی و عتو
- Senin için böyle bir tutmaç pişirdim de sen ululuk gösteriyor, haddini bilmiyorsun ha!
-
تو سزایی در همان رنج و بلا ** نعمت و اقبال کی سازد ترا
- Sen o eziyetlere, belâlara lâyıksın, devletin, ikbalin kadrini nerden bileceksin sen? der.
-
آن تتماجش دهد کین را بگیر ** گر نمیخواهی که نوشی زان فطیر 2635
- Tutmaç yemiyorsan bari al, bunu iç diye doğana tutmaç suyu verir.
-
آب تتماجش نگیرد طبع باز ** زال بترنجد شود خشمش دراز
- Hâlbuki doğan, tutmaç suyundan hoşlanmaz, içmez, kocakarı büsbütün kızar.
-
از غضب شربای سوزان بر سرش ** زن فرو ریزد شود کل مغفرش
- Kızgınlıkla o sıcak çorbayı doğanın başından aşağı döker, hayvanın başını yakar, kel eder!
-
اشک از آن چشمش فرو ریزد ز سوز ** یاد آرد لطف شاه دلفروز
- Canı yanar, o teessürle gönüller parlatan padişahın lütfunu anarak ağlamaya başlar;
-
زان دو چشم نازنین با دلال ** که ز چهرهی شاد دارد صد کمال
- Padişahın çehresinden yüzlerce kemale nail olan o nazenin, o işveli gözlerinden yaşlar döker!
-
چشم مازاغش شده پر زخم زاغ ** چشم نیک از چشم بد با درد و داغ 2640
- Mâzâgal basar sırrına nail olan gözleri o karganın açtığı yaralarla dolar, güzel göz, zaten kötü göz yüzünden dertlere, elemlere uğrar!
-
چشم دریا بسطتی کز بسط او ** هر دو عالم مینماید تار مو
- Hâlbuki o öyle engin bir gözdür ki iki âlem bile ona bir kıl kadar görünmektedir.
-
گر هزاران چرخ در چشمش رود ** همچو چشمه پیش قلزم گم شود
- Gözüne binlerce gökyüzü görünse kaynağın denizin yanında kayboluşu gibi kaybolur!
-
چشم بگذشته ازین محسوسها ** یافته از غیببینی بوسها
- O göz, bu duygu âlemine ait şeylerden geçti mi gayb âlemini görür de bu kabiliyet yüzünden öpülür durur!
-
خود نمییابم یکی گوشی که من ** نکتهای گویم از آن چشم حسن
- Zaten bir kulak bulamıyorum ki o güzel göze ait bir nükte söyleyeyim!
-
میچکید آن آب محمود جلیل ** میربودی قطرهاش را جبرئیل 2645
- O gözden ulu ve kutlu yaşlar süzülse Cebrail, katrasını kapardı.
-
تا بمالد در پر و منقال خویش ** گر دهد دستوریش آن خوب کیش
- O güzel gidişli dilber, müsaade ederse bu kaptığı katrayı kanadına, gagasına sürerdi!
-
باز گوید خشم کمپیر ار فروخت ** فر و نور و علم و صبرم را نسوخت
- Doğan der ki: Kocakarının kızgınlığı alevlendi ama kuvvetimi, nurumu, sabrımı ve ilmimi yakmadı ya!
-
باز جانم باز صد صورت تند ** زخم بر ناقه نه بر صالح زند
- Can doğanım, yüzlerce suret dokur, durur, deveyi yaralar, Salih'i değil!
-
صالح از یکدم که آرد با شکوه ** صد چنان ناقه بزاید متن کوه
- Salih, ululukla bir nefes aldı, bir dua etti mi dağdan, o çeşit yüzlerce deve doğar!
-
دل همی گوید خموش و هوش دار ** ورنه درانید غیرت پود و تار 2650
- Gönül der ki: Sus, aklını başına al... Yoksa gayret, varlık nescini çeker, yırtar!
-
غیرتش را هست صد حلم نهان ** ورنه سوزیدی به یک دم صد جهان
- Fakat ne çare., padişahlık gururu, öğüt dinletmiyordu; nihayet öğüdü gönlünden koparıp attı.
-
نخوت شاهی گرفتش جای پند ** تا دل خود را ز بند پند کند
- Allah gayretinin yüzlerce gizli hilmi vardır... Yoksa bir anda yüzlerce cihanı yakardı!
-
که کنم بار رای هامان مشورت ** کوست پشت ملک و قطب مقدرت
- Mutlaka Haman'la görüşüp danışmam lâzım... Ülke ona dayanmaktadır, ben onunla kuvvet, kudret bulmaktayım, dedi.
-
مصطفی را رایزن صدیق رب ** رایزن بوجهل را شد بولهب
- Mustafa'nın meşveret ettiği zat, Allah Sıddıkıydi. EbucehFe fikir veren Ebuleheb'di!
-
عرق جنسیت چنانش جذب کرد ** کان نصیحتها به پیشش گشت سرد 2655
- Cinsiyet, onu öyle bir çekti ki o nasihatler, kulağına bile giremedi.
-
جنس سوی جنس صد پره پرد ** بر خیالش بندها را بر درد
- Her şey, kendi cinsinden olana yüzlerce kanatla uçar gider, ona ulaşma hayaliyle bağlarını yırtıp yürür!
-
قصهی آن زن کی طفل او بر سر ناودان غیژید و خطر افتادن بود و از علی کرمالله وجهه چاره جست
- Çocuğu, kayıp oluk üstüne giden ve tehlikeye düşen kadının, Allah yüzünü ululasın, Ali'ye gelerek çare araması
-
یک زنی آمد به پیش مرتضی ** گفت شد بر ناودان طفلی مرا
- Murtaza'nın yanına bir kadın gelip dedi ki; Çocuğum, oluğun üstüne kaydı.
-
گرش میخوانم نمیآید به دست ** ور هلم ترسم که افتد او به پست
- Çağırsam ele geçmez. Bıraksam düşüp helak olacağından korkuyorum.
-
نیست عاقل تا که دریابد چون ما ** گر بگویم کز خطر سوی من آ
- Akıllı değil ki tehlikeden kurtul, yanıma gel diyeyim de anlasın.
-
هم اشارت را نمیداند به دست ** ور بداند نشنود این هم به دست 2660
- Elle işaret etsem anlamaz, anlasa bile kötülük şu ki dinlemez!
-
بس نمودم شیر و پستان را بدو ** او همی گرداند از من چشم و رو
- Mememi, südumu gösterdim ama benden gözünü, yüzünü çevirip duruyor!
-
از برای حق شمایید ای مهان ** دستگیر این جهان و آن جهان
- Allah hakkı için ey ulular, siz, bu âlemde de âcizlerin ellerinden tutan, onlara yardım eden erlersiniz, o âlemde de!
-
زود درمان کن که میلرزد دلم ** که بدرد از میوهی دل بسکلم
- Benim derdime tez bir derman bul ki gönlümün mey vasini kaybedeceğim diye yüreğim titremede!
-
گفت طفلی را بر آور هم به بام ** تا ببیند جنس خود را آن غلام
- Ali dedi ki: dama bir çocuk çıkar., çocuğun, kendi cinsini görünce,
-
سوی جنس آید سبک زان ناودان ** جنس بر جنس است عاشق جاودان 2665
- Derhal oluktan dama gelir., cins, cinsine ebedî olarak âşıktır.
-
زن چنان کرد و چو دید آن طفل او ** جنس خود خوش خوش بدو ورد آورد
- Kadın öyle yaptı, çocuğu, o çocuğu görünce ona yüz tuttu;
-
سوی بام آمد ز متن ناودان ** جاذب هر جنس را هم جنس دان
- Oluktan dama geldi. Her cins, kendi cinsinden olanları çeker, bunu böyle bil!
-
غژغژان آمد به سوی طفل طفل ** وا رهید او از فتادن سوی سفل
- Çocuk, sürtüne sürtüne öbür çocuğun bulunduğu tarafa geldi ve aşağıya düşme tehlikesinden kurtuldu.