-
گفت ابراهیم نی رو از میان ** واسطه زحمت بود بعد العیان
- İbrahim, “hayır... sen aradan çık. Hakikat meydana çıktıktan sonra vasıta zahmettir” dedi.
-
بهر این دنیاست مرسل رابطه ** مومنان را زانک هست او واسطه
- Peygamber bu dünya için kulları Tanrıya ulaştıran bir bağdır. Çünkü o müminlerle Tanrı arasında bir vasıtadır.
-
هر دل ار سامع بدی وحی نهان ** حرف و صوتی کی بدی اندر جهان
- Fakat her gönül, gizli vahyi duyup işitseydi âlemde harf ve sese ne lüzum kalırdı?
-
گرچه او محو حقست و بیسرست ** لیک کار من از آن نازکترست 2980
- Gerçi o, Tanrıdan mahvolmuştur, başsızdır... fakat benim işim ondan da ince!
-
کردهی او کردهی شاهست لیک ** پیش ضعفم بد نمایندهست نیک
- Onun yaptığı iş Tanrı işidir, ben ona göre zayıfım... doğru, fakat bu iş, yine bana pek kötü görünmede!
-
آنچ عین لطف باشد بر عوام ** قهر شد بر نازنینان کرام
- Halka lûtfun ta kendisi olan şey, yüce ve nazenin erlere kahırdır.
-
بس بلا و رنج میباید کشید ** عامه را تا فرق را توانند دید
- Şu halde halk, zahmet ve belâlar çekmeli de aradaki farkı görüp anlamalı!
-
کین حروف واسطه ای یار غار ** پیش واصل خار باشد خار خار
- Ey hakikî dost, mânayı anlamaya vasıta olan bu harfler, mânaya erişmiş adama göre dikendir, hordur hakîrdir!
-
بس بلا و رنج بایست و وقوف ** تا رهد آن روح صافی از حروف 2985
- Öyleyse saf ruhun harflerden kurtulması için pek çok belâlar çekmesi, pek anlayışlı olması lâzımdır.
-
لیک بعضی زین صدا کرتر شدند ** باز بعضی صافی و برتر شدند
- Fakat bazıları bu sesten büsbütün sağır kesilirler, bazıları ise daha yücedir, daha üstün olurlar!
-
همچو آب نیل آمد این بلا ** سعد را آبست و خون بر اشقیا
- Bu belâ Nil ırmağına benzer, iyilere sudur, kötülere kan!
-
هر که پایانبینتر او مسعودتر ** جدتر او کارد که افزون دید بر
- Kim, sonu daha fazla görürse daha kutludur... daha ciddiyetle işe sarılır, ekin eker de daha fazla meyve toplar.
-
زانک داند کین جهان کاشتن ** هست بهر محشر و برداشتن
- Çünkü bilir ki bu ekim dünyası, mahşere hazırlanmak, ahirette burada ektiğini toplamak, devşirmek için yaratılmıştır.
-
هیچ عقدی بهر عین خود نبود ** بلک از بهر مقام ربح و سود 2990
- Hiçbir bağlantı yoktur ki yalnız o bağ için bağlansın... o bağlantı, bir ticaret elde etmek, bir kâr kazanmak içindir.
-
هیچ نبود منکری گر بنگری ** منکریاش بهر عین منکری
- Dikkat edersen görürsün ki hiçbir münkirin inkârı, sırf inkâr için değildir...
-
بل برای قهر خصم اندر حسد ** یا فزونی جستن و اظهار خود
- Hasedinden düşmanı kahretmek, yahut üstün olmayı dilemek, kendini göstermek içindir.
-
وآن فزونی هم پی طمع دگر ** بیمعانی چاشنی ندهد صور
- O üstünlük isteği de başka bir tamahladır... hâsılı mânalar olmadıkça suretlerin bir lezzeti olamaz!
-
زان همیپرسی چرا این میکنی ** که صور زیتست و معنی روشنی
- İşte onun için “Neden bunu yapıyorsun?” diye sorarsın... çünkü suretler zeytin yağıdır mâna ışık.
-
ورنه این گفتن چرا از بهر چیست ** چونک صورت بهر عین صورتیست 2995
- Değilse bu “Neden” sözü neden? Çünkü suret, ancak o suret için olsaydı “Neden bunu yapıyorsun?” diye sormazdın ki!
-
این چرا گفتن سال از فایدهست ** جز برای این چرا گفتن بدست
- Bu “Neden” diye sormak, bir şey öğrenmek içindir... bundan başka bir suretle neden diye sormak kötüdür.
-
از چه رو فایدهی جویی ای امین ** چون بود فایده این خود همین
- Ey emin adam, bunun faydası, sırrı bundan ibaretse neden hikmetini arıyorsun ya!
-
پس نقوش آسمان و اهل زمین ** نیست حکمت کان بود بهر همین
- Göğün ve yer ehlinin suretleri, ancak bu suretler için yaratılmışsa bunda bir hikmet yoktur ki!
-
گر حکیمی نیست این ترتیب چیست ** ور حکیمی هست چون فعلش تهیست
- Bir hikmet sahibi yoksa bu tertip nedir... bir hikmet sahibi varsa işi nasıl boş ve abes olabilir?
-
کس نسازد نقش گرمابه و خضاب ** جز پی قصد صواب و ناصواب 3000
- Doğru, yanlış, bir şey düşünmeksizin ne kimse hamama bir resim yapar, ne bir yeri boyar!
-
مطالبه کردن موسی علیهالسلام حضرت را کی خلقت خلقا اهلکتهم و جواب آمدن
- Musa aleyhisselâm’ın Tanrı’ya “Neden halkı yarattın,sonrada onları helak adiyorsun?” diye sorması ve Tanrı’nın cevabı
-
گفت موسی ای خداوند حساب ** نقش کردی باز چون کردی خراب
- Musa dedi ki: Ey soru hesap gününün sahibi Tanrı, yapıp düzdün, neden yine bozar yıkarsın?
-
نر و ماده نقش کردی جانفزا ** وانگهان ویران کنی این را چرا
- Cana, canlar katan erler, dişiler yaratırsın... sonra bunları yıkar, mahvedersin; neden?
-
گفت حق دانم که این پرسش ترا ** نیست از انکار و غفلت وز هوا
- Tanrı dedi ki: Bu suali inkâr yüzünden, yahut gafletle ve nefsine uyarak sormuyorsun, biliyorum.
-
ورنه تادیب و عتابت کردمی ** بهر این پرسش ترا آزردمی
- Yoksa hoş görmez, gazap eder, bu soru yüzünden seni incitirdim.
-
لیک میخواهی که در افعال ما ** باز جویی حکمت و سر بقا 3005
- Fakat bizim işlerimizdeki hikmetleri, varlık sırlarını araştırıyorsun...
-
تا از آن واقف کنی مر عام را ** پخته گردانی بدین هر خام را
- Bunu bilip sonra da halka bildirmek ve her ham kişiyi bu suretle olgunlaştırmak istiyorsun.
-
قاصدا سایل شدی در کاشفی ** بر عوام ار چه که تو زان واقفی
- Sen bunu biliyorsun ama halka da bildirmek için sormaktasın.
-
زآنک نیم علم آمد این سال ** هر برونی را نباشد آن مجال
- Çünkü bu sual yarı bilgidir. Hiç bilmeyen, bu bilgiden dışarıda kalan bu soruyu soramaz.
-
هم سال از علم خیزد هم جواب ** همچنانک خار و گل از خاک و آب
- Sual de bilgiden doğar, cevap da... nitekim diken de toprakla sudan biter, gül de!
-
هم ضلال از علم خیزد هم هدی ** همچنانک تلخ و شیرین از ندا 3010
- Hem sapıklık bilgiden olur, hem doğru yolu buluş... nitekim acı da rutubetten hâsıl olur, tatlı da!
-
ز آشنایی خیزد این بغض و ولا ** وز غذای خویش بود سقم و قوی
- Bu nefret ve sevgi, aşinalıktan gelir... hastalık da iyi gıdadan olur, kuvvet de!
-
مستفید اعجمی شد آن کلیم ** تا عجمیان را کند زین سر علیم
- Tanrı Kelim’i de, acemilere bu sırrı bildirmek, onları faydalandırmak için kendini acemi yaptı.
-
ما هم از وی اعجمی سازیم خویش ** پاسخش آریم چون بیگانه پیش
- Bizde kendimizi ondan daha acemi yapalım da bilmez gibi cevabını dinleyelim.
-
خرفروشان خصم یکدیگر شدند ** تا کلید قفل آن عقد آمدند
- Eşek satanlar, o satışın anahtarını elde etmek için birbirlerine âdeta düşman olurlar, çekişir dururlar.
-
پس بفرمودش خدا ای ذولباب ** چون بپرسیدی بیا بشنو جواب 3015
- Tanrı buyurdu ki: Ey akıl sahibi Musa, madem ki sordun gel de cevabını duy.
-
موسیا تخمی بکار اندر زمین ** تا تو خود هم وا دهی انصاف این
- Ey Musa, yere bir tohum ek de bunun sırrını anla, insafa gel!
-
چونک موسی کشت و شد کشتش تمام ** خوشههااش یافت خوبی و نظام
- Musa tohum ekti, ekin bitti, kemale gelip başaklandı, güzelce, düzgünce yetişti...
-
داس بگرفت و مر آن را میبرید ** پس ندا از غیب در گوشش رسید
- Orağı alıp biçmeye başladı. Gaybtan kulağına bir ses geldi:
-
که چرا کشتی کنی و پروری ** چون کمالی یافت آن را میبری
- Neden ekiyor, besliyorsun da kemale gelince kesiyor, biçiyorsun?
-
گفت یا رب زان کنم ویران و پست ** که درینجا دانه هست و کاه هست 3020
- Musa dedi ki: Yarabbi, burada tane de var saman da... onun için kesiyorum.
-
دانه لایق نیست درانبار کاه ** کاه در انبار گندم هم تباه
- Çünkü tanenin saman ambarına konması lâyık değil... saman da buğday ambarına konursa yazık olur!
-
نیست حکمت این دو را آمیختن ** فرق واجب میکند در بیختن
- Bu ikisini karıştırmak hikmete uygun olamaz. Mutlaka elerken ayırt etmek lâzım.
-
گفت این دانش تو از کی یافتی ** که به دانش بیدری بر ساختی
- Tanrı dedi ki: Bu bilgiyi sen kimden aldın da bir harman meydana getiriyorsun?
-
گفت تمییزم تو دادی ای خدا ** گفت پس تمییز چون نبود مرا
- Musa,Tanrım bana bu temyizi sen verdin dedi... Tanrı dedi ki: Öyleyse bende nasıl olur da temyiz olmaz?
-
در خلایق روحهای پاک هست ** روحهای تیرهی گلناک هست 3025
- Halk arasında temiz ruhlar da var, topraklara bulanmış kara ruhlar da.
-
این صدفها نیست در یک مرتبه ** در یکی درست و در دیگر شبه
- Bu sedeflerin hepsi bir değil... birisinde inci var, öbüründe boncuk!