-
بر سر بامی و قصری بس بلند ** حفظ حق را واقفی ای هوشمند
- “Peki yüksek bir yapının damındasın... Ey aklı başında olan, Allah’ın koruyacağını biliyorsun değil mi?”
-
گفت آری او حفیظست و غنی ** هستی ما را ز طفلی و منی 355
- Murtaza, evet dedi... O koruyucudur, ganidir... Bizim varlığımızı, bizi ta çocukluğumuzdan adamlığımıza kadar hep o korur, o görüp gözetir!
-
گفت خود را اندر افکن هین ز بام ** اعتمادی کن بحفظ حق تمام
- Yahudi, peki dedi... Mademki öyledir, kendini bu damdan aşağıya at... Allah’ın koruyuculuğuna tamamı ile güven!
-
تا یقین گرددمرا ایقان تو ** و اعتقاد خوب با برهان تو
- Kendini aşağıya at da ben de adamakıllı inandığını anlayayım, güzelim inanışını, deliliyle göreyim!
-
پس امیرش گفت خامش کن برو ** تا نگردد جانت زین جرات گرو
- Müminler emiri ona dedi ki: sus, defol git de bu cüret yüzünden canın belaya sataşmasın!
-
کی رسد مر بنده را که با خدا ** آزمایش پیش آرد ز ابتلا
- Kulun, iptilalara düşerek Allah’ı sınaması hiç yaraşır mı?
-
بنده را کی زهره باشد کز فضول ** امتحان حق کند ای گیج گول 360
- A nadan, a budala, kulun ne haddi vardır ki edepsizliğe kalkışıp Allah’ı sınamaya girişsin?
-
آن خدا را میرسد کو امتحان ** پیش آرد هر دمی با بندگان
- Sınama Allah’a yaraşır... O, kullarını her an sınar durur.
-
تا به ما ما را نماید آشکار ** که چه داریم از عقیده در سرار
- Bu sınamayla da içimizde gizlediğimiz inanışlarımızı bize apaçık gösterir.
-
هیچ آدم گفت حق را که ترا ** امتحان کردم درین جرم و خطا
- Âdem, bu suçla, bu hata ile Hakk’ı sınadım dedi mi hiç?
-
تا ببینم غایت حلمت شها ** اه کرا باشد مجال این کرا
- “Padişahım, senin hilmin nereye kadardır? Onu görmek istedim” gibi bir söz söyledi mi hiç? Ah, bu mecal kimde var, kimde?
-
عقل تو از بس که آمد خیرهسر ** هست عذرت از گناه تو بتر 365
- Senin aklın şaşmış, pek sersemlemişsin... özrün günahından beter!
-
آنک او افراشت سقف آسمان ** تو چه دانی کردن او را امتحان
- Gök kubbeyi yücelteni sınamak ha! Sen, bunu ne bilirsin ki?
-
ای ندانسته تو شر و خیر را ** امتحان خود را کن آنگه غیر را
- A hayrı, şerri bilmeyen, sen kendini sına, başkasını değil!
-
امتحان خود چو کردی ای فلان ** فارغ آیی ز امتحان دیگران
- Kendini sınadın mı başkalarını sınamadanvazgeçersin.
-
چون بدانستی که شکردانهای ** پس بدانی کاهل شکرخانهای
- Şeker parçası olduğunu bildin mi, şeker yapılan ve satılan yere layık olduğunu da bilirsin.
-
پس بدان بیامتحانی که اله ** شکری نفرستدت ناجایگاه 370
- Sınamaksızın şunu bil ki Allah, yersiz, zamansız şeker göndermez sana.
-
این بدان بیامتحان از علم شاه ** چون سری نفرستدت در پایگاه
- Sınamaksızın şunu bil ki eğer başsan Allah, seni ayakkabı konan yere göndermez!
-
هیچ عاقل افکند در ثمین ** در میان مستراحی پر چمین
- Akıllı kişi, hiç değerli bir inciyi abdes hane de sidik gölcüğüne atar mı?
-
زانک گندم را حکیم آگهی ** هیچ نفرستد به انبار کهی
- Anlayışlı hâkim bile buğdayı saman ambarına göndermez.
-
شیخ را که پیشوا و رهبرست ** گر مریدی امتحان کرد او خرست
- Mürit, önden giden, kılavuz olan şeyhi sınamaya kalkışırsa eşektir.
-
امتحانش گر کنی در راه دین ** هم تو گردی ممتحن ای بییقین 375
- Din yolunda onu sınamaya kalkıştın mı a hakikatten haberi olmayan, sen sınanmış olursun...
-
جرات و جهلت شود عریان و فاش ** او برهنه کی شود زان افتتاش
- Senin cüretin, senin bilgisizliğin çırçıplak olur, âleme yayılır... Yoksa o, bu araştırmayla nereden anlaşılır; nasıl meydana çıkar?
-
گر بیاید ذره سنجد کوه را ** بر درد زان که ترازوش ای فتی
- A yiğidim, bir zerre, kalkar da dağı tartmağa girişirse terazisi parçalanır gider!
-
کز قیاس خود ترازو میتند ** مرد حق را در ترازو میکند
- Onlarda kendi akıllarınca bir terazi düzenler de Allah erini o teraziyle tartmağa kalkarlar!
-
چون نگنجد او به میزان خرد ** پس ترازوی خرد را بر درد
- Hâlbuki o, akıl terazisine bile sığmaz... Akıl terazisini bile kırar, parçalar!
-
امتحان همچون تصرف دان درو ** تو تصرف بر چنان شاهی مجو 380
- Onu sınamak, ona emrine göre hükmetmek gibidir... Öyle bir padişaha buyruk buyurtmaya kalkışma sakın!
-
چه تصرف کرد خواهد نقشها ** بر چنان نقاش بهر ابتلا
- Hiç ressamlar, öyle bir ressamı sınayabilir, öyle bir ressama hüküm yürütebilir mi?
-
امتحانی گر بدانست و بدید ** نی که هم نقاش آن بر وی کشید
- Eğer ressama bir sınama belirdiyse, ressam bir sınama bilgisine sahip olsaydı onu da çizen yine o ressam değil midir?
-
چه قدر باشد خود این صورت که بست ** پیش صورتها که در علم ویست
- Artık o ressamın bilgisindeki suretlere nazaran bu ressamın çizdiği suret nedir ki?
-
وسوسهی این امتحان چون آمدت ** بخت بد دان کمد و گردن زدت
- Sana bir sınama vesvesesi geldi mi onu kötü talih bil... Gelip çatmış, boynunu vurmuştur!
-
چون چنین وسواس دیدی زود زود ** با خدا گرد و در آ اندر سجود 385
- Böyle bir vesveseye uğradın mı çabucacık Allah’a dön secdeye var...
-
سجده گه را تر کن از اشک روان ** کای خدا تو وا رهانم زین گمان
- Secde yerini gözyaşlarınla ısla... Ey Allah, beni bu şüpheden kurtar de!
-
آن زمان کت امتحان مطلوب شد ** مسجد دین تو پر خروب شد
- Sınamayı diledin mi işte o zaman din mescidin keçiboynuzuyla dolu demektir!
-
قصهی مسجد اقصی و خروب و عزم کردن داود علیهالسلام پیش از سلیمان علیهالسلام بر بنای آن مسجد
- Mescid-i Aksa ve keçiboynuzu, Davut aleyhisselâm’ın, Süleyman aleyhisselâm’dan önce o mescidi yapmaya niyetlenmesi
-
چون درآمد عزم داودی به تنگ ** که بسازد مسجد اقصی به سنگ
- Davut iyiden iyi taşla Mescid-i Aksâ’yı yapmaya niyetlendi, bu niyetle daraldı, bu işe girişmeyi iyice kurdu.
-
وحی کردش حق که ترک این بخوان ** که ز دستت برنیاید این مکان
- Allah, “Bu işten vazgeç... Bu mescidi sen yapamazsın.
-
نیست در تقدیر ما آنک تو این ** مسجد اقصی بر آری ای گزین 390
- Ey seçilmiş kişi, Mescid-i Aksâ’yı senin yapmanı biz takdir etmedik” diye kendisine vahiy etti.
-
گفت جرمم چیست ای دانای راز ** که مرا گویی که مسجد را مساز
- Davut “Ey sırları bilen Allah, suçum nedir? Neden mescidi yapma diyorsun bana?” dedi.
-
گفت بیجرمی تو خونها کردهای ** خون مظلومان بگردن بردهای
- Allah dedi ki: “Suçsuzsun, suçun yok ama kanlara girmişsin... Mazlumların kanlarını boynuna almışsın!
-
که ز آواز تو خلقی بیشمار ** جان بدادند و شدند آن را شکار
- Senin sesinden sayısız halk can verdi; sayısız halk, ona av oldu!
-
خون بسی رفتست بر آواز تو ** بر صدای خوب جانپرداز تو
- Sesin bir hayli kana girmiş, canlar yakan güzel nağmelerin bir hayli adamı canından etmiştir!”
-
گفت مغلوب تو بودم مست تو ** دست من بر بسته بود از دست تو 395
- Davut dedi ki: “Senin mağlûbundum, senin sarhoşundum... Elim, senin kuvvet ve kudretinle bağlıydı.
-
نه که هر مغلوب شه مرحوم بود ** نه که المغلوب کالمعدوم بود
- Padişah mağlûp olana acınmaz mı? Mağlûp, âdeta yok demek değil midir?
-
گفت این مغلوب معدومیست کو ** جز به نسبت نیست معدوم ایقنوا
- Allah buyurdu ki: Bu mağlûp, öyle bir yoktur ki vara nispetle zahiren yok olmuş değildir, iyice anlayın bunu!
-
این چنین معدوم کو از خویش رفت ** بهترین هستها افتاد و زفت
- Bu çeşit yok olan, kendinden geçmiş, var olanların en iyisi, en ulusu olmuştur.
-
او به نسبت با صفات حق فناست ** در حقیقت در فنا او را بقاست
- O, Allah sıfatlarına nispetle yoktur... Fakat hakikatte ona yoklukta bir varlık vardır.
-
جملهی ارواح در تدبیر اوست ** جملهی اشباح هم در تیر اوست 400
- Bütün ruhlar onun tedbirindedir... Bütün cesetler onun hükmündedir.
-
آنک او مغلوب اندر لطف ماست ** نیست مضطر بلک مختار ولاست
- Bizim lütfumuza mağlup olan iradesiz, ihtiyarsız ve âciz kalmış değildir; o, bizim sevgimizde ihtiyar sahibi olmuştur.
-
منتهای اختیار آنست خود ** که اختیارش گردد اینجا مفتقد
- Zaten ihtiyar ve iradenin sonu da budur, yani insanın mevhum irade ve ihtiyarının bu makamda yok oluşudur.
-
اختیاری را نبودی چاشنی ** گر نگشتی آخر او محو از منی
- Zaten nihayet o, mevhum varlıktan mahvolmasaydı hiçbir ihtiyar ve iradeden lezzet alamaz, zevk bulamazdı.