-
نقل کن ز امرودبن که اکنون برو ** گشتهای تو خیرهچشم و خیرهرو
- Armut ağacından inde yürümeye koyul... senin gözün de kamaşmış yüzün de!
-
این منی و هستی اول بود ** که برو دیده کژ و احول بود
- Bu ağaç, benliktir... evvelki varlıktır. İnsan, bu varlıkla kaldıkça gözü şaşı olur, olmayacak şeyler görür.
-
چون فرود آیی ازین امرودبن ** کژ نماند فکرت و چشم و سخن
- Fakat armut ağacından indin mi düşüncede de bir eğrilik, sapıklık kalmaz, gözde de sözde de!
-
یک درخت بخت بینی گشته این ** شاخ او بر آسمان هفتمین
- O vakit bu ağacı,dalları yedinci kat göğe kadar yücelmiş büyük bir devlet ağacı olmuş görürsün.
-
چون فرود آیی ازو گردی جدا ** مبدلش گرداند از رحمت خدا 3565
- Aşağı indin de ondan ayrıldın mı Allah, rahmetiyle o ağacı değiştirir.
-
زین تواضع که فرود آیی خدا ** راست بینی بخشد آن چشم ترا
- Bu aşağıya inme, bu tevazu yüzünden Allah gözüne doğru bir görüş kabiliyeti verir.
-
راست بینی گر بدی آسان و زب ** مصطفی کی خواستی آن را ز رب
- Doğru görüş kolay ve bedava olsaydı Mustafa Allahdan bu görüşü diler miydi?
-
گفت بنما جزو جزو از فوق و پست ** آنچنان که پیش تو آن جزو هست
- Dedi ki: "Yarabbi, yukarıda olsun, aşağıda olsun, her cüzü bana olduğu gibi göster!"
-
بعد از آن بر رو بر آن امرودبن ** که مبدل گشت و سبز از امر کن
- Aşağıya indikten sonra yine o ağaca çık... çünkü artık o ağaç, "OL" emriyle değişmiş yeşermiştir.
-
چون درخت موسوی شد این درخت ** چون سوی موسی کشانیدی تو رخت 3570
- Musa'nın ağacına dönmüştür bu ağaç! Pılını pırtını Musa'nın bulunduğu yere çekersen görürüsün ki,
-
آتش او را سبز و خرم میکند ** شاخ او انی انا الله میزند
- Bu ağacı ateş yeşertir, neşeli bir hale kor... dalı, "Şüphe yok ben Allahyım der durur!"
-
زیر ظلش جمله حاجاتت روا ** این چنین باشد الهی کیمیا
- Gölgesinde bütün hacetler reva olur... işte ilâhî kimya böyledir.
-
آن منی و هستیت باشد حلال ** که درو بینی صفات ذوالجلال
- Artık o benlik, o varlık helâl olur sana... çünkü onda ululuk ıssı Allahnın sıfatlarını görürüsün!
-
شد درخت کژ مقوم حقنما ** اصله ثابت و فرعه فیالسما
- Eğri ağaç doğrulur, Allah'ı gösterir... "Kökü yerdedir dalları budakları gökte!"
-
باقی قصهی موسی علیهالسلام
-
که آمدش پیغام از وحی مهم ** که کژی بگذار اکنون فاستقم 3575
- O ağaca, yani Hz. Musa’ya: “Eğriliği bırak, doğru ol!” diye, mühim bir vahiy gelmiştir. (T.M.)
-
این درخت تن عصای موسیست ** که امرش آمد که بیندازش ز دست
- Bu beden ağacı, Musa’nın asası gibidir. Musa’ya, “Onu elinden at” diye, emir gelmiştir. (T.M.)
-
تا ببینی خیر او و شر او ** بعد از آن بر گیر او را ز امر هو
-
پیش از افکندن نبود او غیر چوب ** چون به امرش بر گرفتی گشت خوب
- Hz. Musa, onu yere atmadan evvel asa, değnekten başka bir şey değildi. Fakat Hz. Musa, onu emr-i ilahî ile tekrar eline alınca, iyileşti. (T.M.)
-
اول او بد برگافشان بره را ** گشت معجز آن گروه غره را
- O asa, evvelce, koyunlara ağaçlardan yaprak çırpmak için kullanılırdı. Musa’nın elinde, Firavun’u ve tebaasını acze düşüren bir mucize oldu. (T.M.)
-
گشت حاکم بر سر فرعونیان ** آبشان خون کرد و کف بر سر زنان 3580
- Firavun’a uyanların başına hakim kesildi, sularını kana tebdil etti. Ellerini başlarına vurmaya mecbur etti. (T.M.)
-
از مزارعشان برآمد قحط و مرگ ** از ملخهایی که میخوردند برگ
- Ekinlerini çekirgeler yedikleri için, tarlalarının mahsulü, kıtlık ile ölüm oldu. (T.M.)
-
تا بر آمد بیخود از موسی دعا ** چون نظر افتادش اندر منتها
- Nihayet, onların akıbetine nazar eden ve imana gelmeyeceklerini anlayan Hz. Musa’dan, bila ihtiyar bir dua sadır oldu. (T.M.)
-
کین همه اعجاز و کوشیدن چراست ** چون نخواهند این جماعت گشت راست
- Bu cemaat doğrulmayacak olduktan sonra, bu kadar çalışmak ve mucizeler göstermek ne içindir? (T.M.)
-
امر آمد که اتباع نوح کن ** ترک پایانبینی مشروح کن
- Allah’tan emir geldi ki: “Nuh Peygambere tabiî ol da, işin sonunu görmeyi bırak!” (T.M.)
-
زان تغافل کن چو داعی رهی ** امر بلغ هست نبود آن تهی 3585
- İşin sonunu, görmezlikten ve bilmezlikten gel! “Allah’ın emirlerini tebliğ eyle!” emri vardır. O emir, boşuna değildir. (T.M.)
-
کمترین حکمت کزین الحاح تو ** جلوه گردد آن لجاج و آن عتو
- Israrının bir hikmeti, onların inatlarının aşikâr olmasıdır. (T.M.)
-
تا که ره بنمودن و اضلال حق ** فاش گردد بر همه اهل و فرق
- Böylece, hidayet ve dalaletin Hakk’tan olduğu, açıkça fark edilip herkesçe bilinir. (T.M.)
-
چونک مقصود از وجود اظهار بود ** بایدش از پند و اغوا آزمود
- Çünkü varlıktan maksat, Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının zuhura gelmesidir. İnsanları, nasihatle ve azdırmakla imtihan gerek! (T.M.)
-
دیو الحاح غوایت میکند ** شیخالحاح هدایت میکند
- Şeytan azdırmaya uğraşır, şeyh ise, doğru yola getirmeye çalışır. (T.M.)
-
چون پیاپی گشت آن امر شجون ** نیل میآمد سراسر جمله خون 3590
- Musibetler üst üste gelip, hüzün ve keder verdi. Nil nehri de, Kıptiler için tamamıyla kandan ibaret oldu. (T.M.)
-
تا بنفس خویش فرعون آمدش ** لابه میکردش دو تا گشته قدش
- Nihayet, Firavun, bizzat Musa Aleyhisselamın huzurunda eğilip yalvardı. (T.M.)
-
کانچ ما کردیم ای سلطان مکن ** نیست ما را روی ایراد سخن
- Ey Sultan! Söz söyleyecek yüzümüz yoksa da, bizim yaptıklarımızı, sen bize yapma! (T.M.)
-
پاره پاره گردمت فرمانپذیر ** من بعزت خوگرم سختم مگیر
- Parça parça olmuşum, niyazımız kabul et. Ben, izzet ve azamete alışmışım, bana sert muamele etme! (T.M.)
-
هین بجنبان لب به رحمت ای امین ** تا ببندد این دهانهی آتشین
- Ey emin Musa! Haydi, dudağını merhametle kımıldat da, belanın bu ateşli ağzı kapansın. (T.M.)
-
گفت یا رب میفریبد او مرا ** میفریبد او فریبندهی ترا 3595
- Musa Aleyhisselam, dedi ki: “Ya Rabbi! Firavun, beni aldatıyor; ama seni aldatamaz!” (T.M.)
-
بشنوم یا من دهم هم خدعهاش ** تا بداند اصل را آن فرعکش
- Onun hilesini kabul mü edeyim, yoksa o hilenin aslını bilmesi için, hudasına mukabelede bulunayım mı? (T.M.)
-
که اصل هر مکری و حیلت پیش ماست ** هر چه بر خاکست اصلش از سماست
- Her mekir ve hilenin aslı, bizdedir. Arz üzerinde olan her şeyin aslı, göktedir. (T.M.)
-
گفت حق آن سگ نیرزد هم به آن ** پیش سگ انداز از دور استخوان
- Cenab-ı Hakk, buyurdu ki: “Ya Musa! O köpek, hudaya değmez. Sen o köpeğin önüne, uzaktan bir kemik atıver.” (T.M.)
-
هین بجنبان آن عصا تا خاکها ** وا دهد هرچه ملخ کردش فنا
- Haydi asanı kımıldat da, topraklar, çekirgelerin yok ettiklerini yeniden versinler. (T.M.)
-
وان ملخها در زمان گردد سیاه ** تا ببیند خلق تبدیل اله 3600
- O çekirgeler, derhal yanıp simsiyah olsunlar da, halk, Allah’ın tebdil ve tahvilini görsün! (T.M.)
-
که سببها نیست حاجت مر مرا ** آن سبب بهر حجابست و غطا
- Benim sebeplere ihtiyacım yoktur. O sebepler, hakikati örtmek için birer perdedir. (T.M.)
-
تا طبیعی خویش بر دارو زند ** تا منجم رو با ستاره کند
- O sebepler, tabiatçı ilaca dayansın; müneccim, yıldızları gözlesin! (T.M.)
-
تا منافق از حریصی بامداد ** سوی بازار آید از بیم کساد
- Münafık, hırs ve tamah sevkiyle ve bir şey bulamamak korkusuyla, erkenden pazara gelsin! (T.M.)
-
بندگی ناکرده و ناشسته روی ** لقمهی دوزخ بگشته لقمهجوی
- Allah’a ibadet etmemiş, hatta yüzünü yıkamamışken, o cehennem lokması, yiyecek aramaktadır. (T.M.)
-
آکل و ماکول آمد جان عام ** همچو آن برهی چرنده از حطام 3605
- Yayılıp otlayan kuzu gibi, avam halkının canı da hem yer, hem de yenir. (T.M.)
-
میچرد آن بره و قصاب شاد ** کو برای ما چرد برگ مراد
- Kuzu otlayıp yayıldıkça, kasap, “O, bizim için otlayıp semiriyor” diye sevinir. (T.M.)
-
کار دوزخ میکنی در خوردنی ** بهر او خود را تو فربه میکنی
- Sen, yiyip içme hususunda, cehennem gibi oburluk eder, cehennem için semirir durursun. (T.M.)
-
کار خود کن روزی حکمت بچر ** تا شود فربه دل با کر و فر
- Bir gün bari hikmet otlağından yayıl da, kalbin, gelişip güzelleşsin! (T.M.)
-
خوردن تن مانع این خوردنست ** جان چو بازرگان و تن چون رهزنست
- Ama ten gıdası, bu hikmet rızkına mani olur. Çünkü ruh, tacirdir; ten ise, yol kesici! (T.M.)
-
شمع تاجر آنگهست افروخته ** که بود رهزن چو هیزم سوخته 3610
- Yol kesici, odun gibi yanar kül olursa, tacirin mumu parlak yanar. (T.M.)