English    Türkçe    فارسی   

4
3637-3686

  • آمده اول به اقلیم جماد ** وز جمادی در نباتی اوفتاد
  • Ruh-i insanî, evvela “Cemat” mertebesine geldi, oradan “Nebatat” mertebesine intikal etti. (T.M.)
  • سالها اندر نباتی عمر کرد ** وز جمادی یاد ناورد از نبرد
  • Yıllarca “Nebatat” âleminde yaşadı da, “Cemat” âleminde bulunduğunu hatırlamadı. Hatta “Cemat” ile harbetti. (T.M.)
  • وز نباتی چون به حیوانی فتاد ** نامدش حال نباتی هیچ یاد
  • “Nebatat” âleminden, “Hayvanat” âlemine intikal edince, bu defa da, “Nebat” âleminde bulunmuş olduğu hatırına gelmedi. (T.M.)
  • جز همین میلی که دارد سوی آن ** خاصه در وقت بهار و ضیمران 3640
  • Ancak, nebatata karşı, hususiyle baharda çiçeklerin açıldığı devrede bir meyli vardır. (T.M.)
  • هم‌چو میل کودکان با مادران ** سر میل خود نداند در لبان
  • Çocukların, analarına olan meyli gibi… Ama o, bu meylin ve ana sütüne olan bu iştiyakın sırrını bilmez. (T.M.)
  • هم‌چو میل مفرط هر نو مرید ** سوی آن پیر جوانبخت مجید
  • Her yeni dervişin, yüce bahtlı şeyhine fart-ı muhabbeti de, bu meyil kabilindendir. (T.M.)
  • جزو عقل این از آن عقل کلست ** جنبش این سایه زان شاخ گلست
  • Bu dervişin akl-ı cüzisi, akl-ı küll mesabesinde bulunan o şeyh-i kâmil ve mükemmildendir. Bu gölgenin oynaması da, o gül dalının hareketindendir. (T.M.)
  • سایه‌اش فانی شود آخر درو ** پس بداند سر میل و جست و جو
  • Nihayet gölgesi onda yok olur da, derviş, şeyhine olan muhabbetin sırrını anlar. (T.M.)
  • سایه‌ی شاخ دگر ای نیکبخت ** کی بجنبد گر نجنبد این درخت 3645
  • Ey iyi talihli kimse! Ağaç sallanmasa, dalının gölgesi nasıl kımıldar? (T.M.)
  • باز از حیوان سوی انسانیش ** می‌کشید آن خالقی که دانیش
  • Cenab-ı Hakk emredince, hayvanî âlemden insanlığa geçildi. (T.M.)
  • هم‌چنین اقلیم تا اقلیم رفت ** تا شد اکنون عاقل و دانا و زفت
  • Böylece insan, iklimden iklime, yani mertebeden mertebeye geçerek akil, âlim ve kâmil olur. (T.M.)
  • عقلهای اولینش یاد نیست ** هم ازین عقلش تحول کردنیست
  • Evvelki akılları, yani bulunduğu mertebelerdeki şuuru hatırında değildir. Nitekim en son aklı da değişecektir. (T.M.)
  • تا رهد زین عقل پر حرص و طلب ** صد هزاران عقل بیند بوالعجب
  • گر چو خفته گشت و شد ناسی ز پیش ** کی گذارندش در آن نسیان خویش 3650
  • Vakıa, uyumuş, yani bu dünyaya gelmiş evvelki hallerini unutmuştur. Fakat onu, o unutma halinde bırakmazlar. (T.M.)
  • باز از آن خوابش به بیداری کشند ** که کند بر حالت خود ریش‌خند
  • Tekrar o uykudan, onu uyandırırlar. Uyanınca, kendi haline gülmeye başlayıp… (T.M.)
  • که چه غم بود آنک می‌خوردم به خواب ** چون فراموشم شد احوال صواب
  • Rüyada gördüğüm o gam ve keder, neydi? Nasıl oldu da, doğru düzen halleri unuttum?(T.M.)
  • چون ندانستم که آن غم و اعتلال ** فعل خوابست و فریبست و خیال
  • “O gamların ve illetlerin uyku hali, aldanma ve hayal bulunduğunu nasıl fark edemedim” der. (T.M.)
  • هم‌چنان دنیا که حلم نایمست ** خفته پندارد که این خود دایمست
  • Dünya da böyledir; uyuyanın gördüğü rüya gibidir. Rüya görenin, gördüğü şeyleri devam edip gidecek sandığı gibi, gaflet uykusunda bulunanlar da, dünyayı sürüp gidecek sanırlar. (T.M.)
  • تا بر آید ناگهان صبح اجل ** وا رهد از ظلمت ظن و دغل 3655
  • Ama ansızın ecel sabahı zuhur edince, zan ve hile karanlığından kurtulur. (T.M.)
  • خنده‌اش گیرد از آن غمهای خویش ** چون ببیند مستقر و جای خویش
  • هر چه تو در خواب بینی نیک و بد ** روز محشر یک به یک پیدا شود
  • Bu dünya uykusunda gördüğün düşlerin hepsi, mahşer gününde, birer birer peyda olacaktır. (T.M.)
  • آنچ کردی اندرین خواب جهان ** گرددت هنگام بیداری عیان
  • Dünya uykusunda ne yapmış isen, o uyanıklık âleminde sana aşikâr olacaktır. (T.M.)
  • تا نپنداری که این بد کردنیست ** اندرین خواب و ترا تعبیر نیست
  • Sakın bu rüyada kötülük etmenin tabiri yoktur sanma! (T.M.)
  • بلک این خنده بود گریه و زفیر ** روز تعبیر ای ستمگر بر اسیر 3660
  • Ey esir ve fakire zulmeden! Belki, senin rüyada, yani dünyada gülüşün, uyandığın mahşer gününde ağlama ve içine çekme halinde tabir edilecektir. (T.M.)
  • گریه و درد و غم و زاری خود ** شادمانی دان به بیداری خود
  • Rüyadaki ağlayışını, dert ve gam ile inleyişini ise, uyanıklıkta meserret bil! (T.M.)
  • ای دریده پوستین یوسفان ** گرگ بر خیزی ازین خواب گران
  • Ey Yusufların dersini yırtan, ey acizlere zulmetmiş olan kimse! O ağır uykudan, kurt olarak uyanırsın! (T.M.)
  • گشته گرگان یک به یک خوهای تو ** می‌درانند از غضب اعضای تو
  • خون نخسپد بعد مرگت در قصاص ** تو مگو که مردم و یابم خلاص
  • Kısastan sonra ölürsün ama ölümünden sonra da, o kan uyumaz. “Artık ben öldüm, kurtuldum” deme! (T.M.)
  • این قصاص نقد حیلت‌سازیست ** پیش زخم آن قصاص این بازیست 3665
  • Bu dünyanın kısası, âlemin nizamı için bir çaredir. Ahiretteki kısasa nispetle, oyuncak gibidir. (T.M.)
  • زین لعب خواندست دنیا را خدا ** کین جزا لعبست پیش آن جزا
  • Dünyadaki ceza, ahiretteki cezaya nispetle oyuncak gibi kaldığı için, Cenab-ı Hakk, dünyaya “Oyun” demiştir. (T.M.)
  • این جزا تسکین جنگ و فتنه‌ایست ** آن چو اخصا است و این چون ختنه‌ایست
  • بیان آنک خلق دوزخ گرسنگانند و نالانند به حق کی روزیهای ما را فربه گردان و زود زاد به ما رسان کی ما را صبر نماند
  • این سخن پایان ندارد موسیا ** هین رها کن آن خران را در گیا
  • Ya Musa! Bu sözün sonu gelmez. Bırak, o eşekler çayırda otlasınlar. (T.M.)
  • تا همه زان خوش علف فربه شوند ** هین که گرگانند ما را خشم‌مند
  • Hepsi de, o güzelim otlardan semirsinler. Haberin olsun ki, cehennemde, bunca azgın ve kızgın kurtlarımız lokma beklerler. (T.M.)
  • ناله‌ی گرگان خود را موقنیم ** این خران را طعمه‌ی ایشان کنیم 3670
  • Bütün o kurtlar, feryat edip duruyor. Bu eşekler ise, onlar için makbul birer yiyecektir. (T.M.)
  • این خران را کیمیای خوش دمی ** از لب تو خواست کردن آدمی
  • Hoş nefesinin kimyası, bu eşekleri insan etmek istedi. (T.M.)
  • تو بسی کردی به دعوت لطف و جود ** آن خران را طالع و روزی نبود
  • Sen onları, lütuf ve cömertliğinle birçok defa davet ettin. Fakat (T.M.)
  • پس فرو پوشان لحاف نعمتی ** تا بردشان زود خواب غفلتی
  • Artık onlara nimet yorganını ört ki, çabucak gaflet uykusuna dalsınlar. (T.M.)
  • تا چو بجهند از چنین خواب این رده ** شمع مرده باشد و ساقی شده
  • Uykudan sıçrayıp kalkınca, onlar, mumu sönmüş ve sakiyi gitmiş bulsunlar. (T.M.)
  • داشت طغیانشان ترا در حیرتی ** پس بنوشند از جزا هم حسرتی 3675
  • Onların azgınlığı, sana hayret verdi. Ama onlar ceza günü, sana tabiî olmadıklarına hasret çekeceklerdir. (T.M.)
  • تا که عدل ما قدم بیرون نهد ** در جزا هر زشت را درخور دهد
  • Bizim adaletimiz zuhura gelince, her çirkin ve kötüye layık olan cezayı verir. (T.M.)
  • که آن شهی که می‌ندیدندیش فاش ** بود با ایشان نهان اندر معاش
  • Apaçık göremedikleri bir padişah, gizlice onlarla yaşıyordu. (T.M.)
  • چون خرد با تست مشرف بر تنت ** گر چه زو قاصر بود این دیدنت
  • Sendeki ruh ve akıl gibi, onlar da seninledir ama asla onları göremezsin. (T.M.)
  • نیست قاصر دیدن او ای فلان ** از سکون و جنبشت در امتحان
  • O ise, senin hareketini, duruşunu görür. (T.M.)
  • چه عجب گر خالق آن عقل نیز ** با تو باشد چون نه‌ای تو مستجیز 3680
  • Ne şaşılacak şeydir ki, bu böyleyken, sen akıl ve ruhu yaratanın seninle oluşunu caiz görmezsin! (T.M.)
  • از خرد غافل شود بر بد تند ** بعد آن عقلش ملامت می‌کند
  • Bir kimse, akıldan gaflet ederek bir kötülükte bulunur. Sonra, aklı onu kınar ve ayıplar. (T.M.)
  • تو شدی غافل ز عقلت عقل نی ** کز حضورستش ملامت کردنی
  • Sen aklından gaflet ettiğin halde, aklın senden gafil değildir. Onun seni ayıplaması, seninle beraber olduğundandır. (T.M.)
  • گر نبودی حاضر و غافل بدی ** در ملامت کی ترا سیلی زدی
  • Eğer akıl, seninle beraber olmayıp gafil bulunsaydı, yaptığın kötülüğü nasıl görür ve sana ayıplayış sillesini nasıl vururdu. (T.M.)
  • ور ازو غافل نبودی نفس تو ** کی چنان کردی جنون و تفس تو
  • پس تو و عقلت چو اصطرلاب بود ** زین بدانی قرب خورشید وجود 3685
  • O halde aklın usturlap aleti gibidir ki, onunla varlık güneşinin yakınlığını bilirsin. (T.M.)
  • قرب بی‌چونست عقلت را به تو ** نیست چپ و راست و پس یا پیش رو
  • Aklın sana yakınlığı ve sendeki varlığı bile, anlatılmaz haldeyken ve o yolda, akıldan bahsedilmezken bile, Hakk’ın sana yakınlığındaki keyfiyetsizlik, daha yücedir. (T.M.)