English    Türkçe    فارسی   

4
457-506

  • باز از هندوی شب چون ماه زاد ** در سر هر روزنی نوری فتاد
  • Gece Hindusundan ay doğdu mu ışığı, her pencereden vurur, her tarafı aydınlatır!
  • نور آن صد خانه را تو یک شمر ** که نماند نور این بی آن دگر
  • O yüzlerce evin ışığını sen, bir say... Çünkü ay battı mı bu evin sönüp öbürününki kalmaz.
  • تا بود خورشید تابان بر افق ** هست در هر خانه نور او قنق
  • Parlak güneş tan yerinde durdukça ışığı her eve konuk olur.
  • باز چون خورشید جان آفل شود ** نور جمله خانه‌ها زایل شود 460
  • Fakat can güneşi battı mı bütün evlerin nuru kaybolur, gidiverir!
  • این مثال نور آمد مثل نی ** مر ترا هادی عدو را ره‌زنی
  • Bu söz nurun misalidir, misli değil... Sana doğru yolu gösterir, düşmanın da yolunu vurur!
  • بر مثال عنکبوت آن زشت‌خو ** پرده‌های گنده را بر بافد او
  • O münkir, o kötü huylu, örümcek gibi kokmuş ağlar kurar...
  • از لعاب خویش پرده‌ی نور کرد ** دیده‌ی ادراک خود را کور کرد
  • Tükürüğü ile nura perde gerer; fakat kendi anlayış gözünü kör eder.
  • گردن اسپ ار بگیرد بر خورد ** ور بگیرد پاش بستاند لگد
  • Atın boynunu tutarsa murat alır, maksadına erişir... Fakat ayağını yakalarsa tekmeyi yer!
  • کم نشین بر اسپ توسن بی‌لگام ** عقل و دین را پیشوا کن والسلام 465
  • Gemsiz ve serkeş ata pek yaklaşma... Kendine aklı ve dini kılavuz et, onlara uy vesselâm!
  • اندرین آهنگ منگر سست و پست ** کاندرین ره صبر و شق انفسست
  • Bu azmini sakın hor görme, ehemmiyetsiz sanma... bu yolda sabır lazım, çekilecek mihnetlere tahammül gerek!
  • بقیه‌ی قصه‌ی بنای مسجد اقصی
  • Mescid-i Aksâ’nın binası
  • چون سلیمان کرد آغاز بنا ** پاک چون کعبه همایون چون منی
  • Süleyman, Kâbe gibi temiz, Mina gibi yüce olan o yapıya başladı.
  • در بنااش دیده می‌شد کر و فر ** نی فسرده چون بناهای دگر
  • Yapısında tekellüflerde bulundu... Öbür yapılar gibi rasgele ve değersiz bir yapı değildi o!
  • در بنا هر سنگ کز که می‌سکست ** فاش سیروا بی‌همی گفت از نخست
  • Yapı için dağdan kesilen her taş, apaçık “Önce beni götürün” derdi.
  • هم‌چو از آب و گل آدم‌کده ** نور ز آهک پاره‌ها تابان شده 470
  • 470.Âdem’in yoğrulduğu su ve toprak gibi o yapının her kerpicinden nur parladı.
  • سنگ بی‌حمال آینده شده ** وان در و دیوارها زنده شده
  • Taş, hammalsız geliyordu... o kapı, o duvarlar, âdeta canlıydı.
  • حق همی‌گوید که دیوار بهشت ** نیست چون دیوارها بی‌جان و زشت
  • Allah daima der ki: Cennetin duvarları, bu duvarlar gibi cansız ve çirkin değildir.
  • چون در و دیوار تن با آگهیست ** زنده باشد خانه چون شاهنشهیست
  • Ten kapısı, ten duvarı gibi uyanıktır... Cennet evi de diridir; çünkü padişahlar padişahına mensuptur orası!
  • هم درخت و میوه هم آب زلال ** با بهشتی در حدیث و در مقال
  • Ağaç da cennet ehliyle konuşur, söz söyler, meyve de, akan duru sular da!
  • زانک جنت را نه ز آلت بسته‌اند ** بلک از اعمال و نیت بسته‌اند 475
  • Çünkü cenneti aletle yapmamışlardır ki... Orası amellerden, niyetlerden yapılmadır.
  • این بنا ز آب و گل مرده بدست ** وان بنا از طاعت زنده شدست
  • Bu yapı ölü sudan, ölü topraktan yapılmıştır; o yapı diri ibadetlerle kurulmuştur.
  • این به اصل خویش ماند پرخلل ** وان به اصل خود که علمست و عمل
  • Bu aslına benzer, dağınıklıklarla doludur... O da aslı olan ilme, amele benzer!
  • هم سریر و قصر و هم تاج و ثیاب ** با بهشتی در سال و در جواب
  • Oradaki taht da, köşk de, taç da, elbise de cennet ehline sorular sorar, cevaplar verir!
  • فرش بی‌فراش پیچیده شود ** خانه بی‌مکناس روبیده شود
  • Döşemesi, döşeyen olmaksızın döşenmiştir... O ev, süpürgesiz süpürülmüş, temizlenmiştir!
  • خانه‌ی دل بین ز غم ژولیده شد ** بی‌کناس از توبه‌ای روبیده شد 480
  • Gönül evine bak! Gamla tozlandı mı süpürgeci olmaksızın tövbeyle süpürülür, arınır.
  • تخت او سیار بی‌حمال شد ** حلقه و در مطرب و قوال شد
  • O yurdun tahtı, kimse taşıyıp götürmeksizin gider yürür... Kapı halkası da güzel seslerle şarkılar söyler, çalgılar çalar, kapı da!
  • هست در دل زندگی دارالخلود ** در زبانم چون نمی‌آید چه سود
  • Gönülde de o ebediyet yurdu olan cennetin diriliği var... Fakat ne fayda, dilime gelmiyor ki, söyleyemiyorum ki!
  • چون سلیمان در شدی هر بامداد ** مسجد اندر بهر ارشاد عباد
  • Süleyman her sabah çağı halkı irşad için mescide girdi mi,
  • پند دادی گه بگفت و لحن و ساز ** گه به فعل اعنی رکوعی یا نماز
  • Gâh sözle, gâh nameyle, sazla gâh işle, yani rükû ederek yahut namaz kılarak halka öğüt verirdi.
  • پند فعلی خلق را جذاب‌تر ** که رسد در جان هر باگوش و کر 485
  • İşle olan öğüt, halkı daha ziyade çeker... Çünkü bu öğüdü sağırların bile can kulakları duyar!
  • اندر آن وهم امیری کم بود ** در حشم تاثیر آن محکم بود
  • Sonra bu öğüt de emirlik vehmi de az olur... Bu yüzden halka adamakıllı tesir eder!
  • قصه‌ی آغاز خلافت عثمان رضی الله عنه و خطبه‌ی وی در بیان آنک ناصح فعال به فعل به از ناصح قوال به قول
  • Allah razı olsun, Osman’ın ilk halifeliğindeki hutbesi, işe öğüt veren, sözle öğüt verenden yeğdir.
  • قصه‌ی عثمان که بر منبر برفت ** چون خلافت یافت بشتابید تفت
  • Osman, halife olur olmaz hemen koşup minbere çıktı.
  • منبر مهتر که سه‌پایه بدست ** رفت بوبکر و دوم پایه نشست
  • Ulular ulusu peygamberin minberi üç basamaktı. Ebubekir, minbere çıkınca ikinci basamağa,
  • بر سوم پایه عمر در دور خویش ** از برای حرمت اسلام و کیش
  • Ömer de zamanında İslam’a ve dine saygısı dolayısıyla üçüncü basamağa oturmuştu.
  • دور عثمان آمد او بالای تخت ** بر شد و بنشست آن محمودبخت 490
  • Osman’ın devri gelince o üst basamağa çıktı, o bahtı kutlu, oraya oturdu.
  • پس سالش کرد شخصی بوالفضول ** که آن دو ننشستند بر جای رسول
  • Herzevekilin biri ona sordu: “İlk iki halife, Peygamberin yerine oturmadılar.
  • پس تو چون جستی ازیشان برتری ** چون برتبت تو ازیشان کمتری
  • Sen nasıl oldu da onlardan üstün olmaya kalkışıyorsun? Hâlbuki mertebe bakımından onlardan aşağısın sen.”
  • گفت اگر پایه‌ی سوم را بسپرم ** وهم آید که مثال عمرم
  • Osman dedi ki: “Üçüncü basamağa otursaydım beni Ömer’e benziyorum sanırlardı.
  • بر دوم پایه شوم من جای‌جو ** گویی بوبکرست و این هم مثل او
  • İkinci basamağa otursaydım diyebilirlerdi ki bu Ebubekir’e benziyor, onun misli!
  • هست این بالا مقام مصطفی ** وهم مثلی نیست با آن شه مرا 495
  • Bu üst basamak, Mustafa’nın makamı... O padişaha benzememe zaten imkânı yok.
  • بعد از آن بر جای خطبه آن ودود ** تا به قرب عصر لب‌خاموش بود
  • Ondan sonra o merhametli halife, hutbe okuyacak yerde ta ikindiye yakın bir zamana kadar sustu kaldı.
  • زهره نه کس را که گوید هین بخوان ** یا برون آید ز مسجد آن زمان
  • Kimsede, hadi okusana diyecek bir kudret de yoktu, mescitten çıkıp gidecek kudret de!
  • هیبتی بنشسته بد بر خاص و عام ** پر شده نور خدا آن صحن و بام
  • Halkın ileri olanlarına da bir heybet çökmüştü, bayağılarına da. Mescidin içi, damı nurla dolmuştu!
  • هر که بینا ناظر نورش بدی ** کور زان خورشید هم گرم آمدی
  • Can gözü açık olanlar o nuru görüyorlardı... Bırak onları, körler bile o nurla hararete gelmiş coşmuşlardı! 
  • پس ز گرمی فهم کردی چشم کور ** که بر آمد آفتابی بی‌فتور 500
  • Körün gözü, güneşin doğduğunu hararetinden anlar.
  • لیک این گرمی گشاید دیده را ** تا ببیند عین هر بشنیده را
  • Fakat bu hararet, her duyulanın hakikati görülsün diye gözü açar...
  • گرمیش را ضجرتی و حالتی ** زان تبش دل را گشادی فسحتی
  • Ve hararetinde bir sıkıntı bir hal vardır... Hakiki güneşin hararetiyle gönlü açar, gönle bir ferahlık, bir genişlik verir!
  • کور چون شد گرم از نور قدم ** از فرح گوید که من بینا شدم
  • Kör, evveline evvel olmayan Allah nuruyla hararetlendi mi ferahından, ben görüyorum, gözlerim açıldı benim der.
  • سخت خوش مستی ولی ای بوالحسن ** پاره‌ای راهست تا بینا شدن
  • Güzelim, adamakıllı ve hoş bir sarhoşluktur bu... Yalnız can gözünün açılması için aşılacak az bir yol vardır.
  • این نصیب کور باشد ز آفتاب ** صد چنین والله اعلم بالصواب 505
  • Bu körün güneşten nasibidir... Allah doğrusunu daha iyi bilir ya... Bunun gibi belki yüzlerce nasibi de var!
  • وآنک او آن نور را بینا بود ** شرح او کی کار بوسینا بود
  • O nuru gören kişinin ahvalini anlatmak, hiç Ebu Ali Sina’nın harcı mıdır?