-
چون در افکندش بجست و جوی کار ** بعد از آن در بست که کابین بیار
- Aramayıp taramaya giriştiler mi “hele nikâh parasını getir bakalım” diye kapıyı kapar.
-
هم بر آن بو میتنند و میروند ** هر دمی راجی و آیس میشوند
- Âşıklar da, o ümitle döner dolaşır, koşarlar... Her an ricaya düşerler, her an ümitsizliğe kapılırlar.
-
هر کسی را هست اومید بری ** که گشادندش در آن روزی دری 50
- Herkesin, bir şey elde edeceğim diye bir ümidi vardır... Nihayet bir gün olur, ona bir kapı da açarlar.
-
باز در بستندش و آن درپرست ** بر همان اومید آتش پا شدست
- Açarlar ama hemencecik yine o kapıyı örterler. O kapıya tapan, oraya ümit bağlayan kişi de ümitlenir, o ümitle ateş kesilir, işe girişir!
-
چون درآمد خوش در آن باغ آن جوان ** خود فرو شد پا به گنجش ناگهان
- O genç de hoş bir halde o bağa girince ansızın ayağı defineye batıverdi!
-
مر عسس را ساخته یزدان سبب ** تا ز بیم او دود در باغ شب
- Allah bekçiyi sebep etti... Bekçi korkusundan geceleyin koşa koşa bağa girdi, sığındı da,
-
بیند آن معشوقه را او با چراغ ** طالب انگشتری در جوی باغ
- Bağdan geçen ırmağa yüzüğünü düşürmüş olan sevgilisinin elinde bir fener, yüzüğünü aramakta olduğunu gördü.
-
پس قرین میکرد از ذوق آن نفس ** با ثنای حق دعای آن عسس 55
- O anda neşesinden Allah’a şükürler ederek bekçiye hayır dualarda bulunmaya başladı:
-
که زیان کردم عسس را از گریز ** بیست چندان سیم و زر بر وی بریز
- “Bekçiden huylanıp kaçtım, ziyanlara girdim, ama yarabbi, sen onun yirmi misli altın ve gümüşü onun başına saç!
-
از عوانی مر ورا آزاد کن ** آنچنان که شادم او را شاد کن
- Onu, kötü kişilerin şerrinden kurtar... Ben nasıl neşelendiysem onu da sen neşelendir!
-
سعد دارش این جهان و آن جهان ** از عوانی و سگیاش وا رهان
- Onu bu âlemde de mesut et, o âlemde de... Onu kötülükten, köpeklikten kurtar!
-
گرچه خوی آن عوان هست ای خدا ** که هماره خلق را خواهد بلا
- Allah’ım, gerçi o kötü kişinin huyu daima halkın belasını istemektir. ( ama yine sen onu koru).
-
گر خبر آید که شه جرمی نهاد ** بر مسلمانان شود او زفت و شاد 60
- Kötü kişi, padişah, Müslümanları suçlu buldu diye bir haber duydu mu semirir, neşelenir...
-
ور خبر آید که شه رحمت نمود ** از مسلمانان فکند آن را به جود
- Yok... Eğer padişah, merhamet etti, o cezayı cömertliğiyle Müslümanlardan bağışladı diye bir söz duysa,
-
ماتمی در جان او افتد از آن ** صد چنین ادبارها دارد عوان
- Bu söz yüzünden canı sıkılır, yaslara düşer... Kötü kişide daha buna benzer yüzlerce yomsuzluklar vardır.
-
او عوان را در دعا در میکشید ** کز عوان او را چنان راحت رسید
- Fakat o âşık, kötü bekçiye hayır dualar edip duruyordu. Çünkü rahata onun yüzünden kavuşmuştu.
-
بر همه زهر و برو تریاق بود ** آن عوان پیوند آن مشتاق بود
- Bekçi herkese zehirdi, fakat ona panzehir! Bekçi, onun sevgilisine kavuşmasına sebep olmuştu.
-
پس بد مطلق نباشد در جهان ** بد به نسبت باشد این را هم بدان 65
- Görüyorsun ya, dünyada mutlak olarak kötü bir şey yoktur. Kötü, buna nispetle kötüdür. Sonra şunu da bil ki,
-
در زمانه هیچ زهر و قند نیست ** که یکی را پا دگر را بند نیست
- Âlemde hiçbir zehir yahut şeker yoktur ki birine ayak, öbürüne ayakkabı olmasın!
-
مر یکی را پا دگر را پایبند ** مر یکی را زهر و بر دیگر چو قند
- Evet... Birine ayak olur, öbürüne bukağı. Birisine zehirdir, öbürüne şeker gibi tatlı!
-
زهر مار آن مار را باشد حیات ** نسبتش با آدمی باشد ممات
- Yılanın zehiri, yılana hayattır, insanaysa ölüm!
-
خلق آبی را بود دریا چو باغ ** خلق خاکی را بود آن مرگ و داغ
- Deniz mahlûklarına deniz, bağ, bahçe gibidir... Fakat karada yaşayanlara ölümdür, dağdır!
-
همچنین بر میشمر ای مرد کار ** نسبت این از یکی کس تا هزار 70
- Ey iş eri, bu nispeti birden tuttur da böylece bine kadar saya dur!
-
زید اندر حق آن شیطان بود ** در حق شخصی دگر سلطان بود
- Zeyd, birisine göre şeytandır, öbürüneyse sultan!
-
آن بگوید زید صدیق سنیست ** وین بگوید زید گبر کشتنیست
- O, zeyd pek yüce bir kişidir der... Bu zeyd gebertilecek bir kâfirdir der!
-
زيد يك ذات است بر آن يك جنان ** او بر اين ديگر همه رنج و زيان
- Zeyd, bir adamdır ama ona öyledir, bunaysa baştanbaşa zahmettir, ziyandır!
-
گر تو خواهی کو ترا باشد شکر ** پس ورا از چشم عشاقش نگر
- Eğer onun, sana göre de şeker hâline gelmesini istiyorsan var, onu âşıklarının gözüyle gör!
-
منگر از چشم خودت آن خوب را ** بین به چشم طالبان مطلوب را 75
- O güzele kendi gözünle bakma... İsteneni isteyenlerin gözüyle gör!
-
چشم خود بر بند زان خوشچشم تو ** عاریت کن چشم از عشاق او
- Kendi gözünü yum. Gözünün yerine, ona âşık olanlardan ariyet bir göz edin...
-
بلک ازو کن عاریت چشم و نظر ** پس ز چشم او بروی او نگر
- Hatta âriyet olarak ondan bir göz, bir görüş, al da onun yüzüne, onun gözüyle bak!
-
تا شوی آمن ز سیری و ملال ** گفت کان الله له زین ذوالجلال
- Bak da bıkmadan, usanmadan emin ol. İşte ululuk ıssı peygamber, bunun için “Kim kendini Allah’a verirse Allah, kendisini ona verir” dedi...
-
چشم او من باشم و دست و دلش ** تا رهد از مدبریها مقبلش
- “Onun gözü de ben olurum, eli de, gönlü de... Bu suretle devleti, bahtsızlıktan kurtulur” buyurdu.
-
هر چه مکرو هست چون شد او دلیل ** سوی محبوبت حبیبست و خلیل 80
- Ne olursa olsun, kötü ve istenmeyen bir şey bile olsa değil mi ki sana kılavuzluk etti, sevgiline ulaştırdı, sevimlidir, dosttur!
-
حکایت آن واعظ کی هر آغاز تذکیر دعای ظالمان و سختدلان و بیاعتقادان کردی
- Vaaza başladı mı zalimlere, taş yüreklilere ve itikatsızlara dua eden vaiz
-
آن یکی واعظ چو بر تخت آمدی ** قاطعان راه را داعی شدی
- Bir vaiz vardı... Minbere çıktı mı yol kesenlere duaya başlar,
-
دست برمیداشت یا رب رحم ران ** بر بدان و مفسدان و طاغیان
- Ellerini kaldırıp “Yarabbi, kötülere, fesatçılara, isyancılara merhamet et!
-
بر همه تسخرکنان اهل خیر ** برهمه کافردلان و اهل دیر
- Hayır sahipleriyle alay edenlerin hepsine, bütün kâfir gönüllülere, kiliselerde bulunanlara merhamette bulun” derdi.
-
مینکردی او دعا بر اصفیا ** مینکردی جز خبیثان را دعا
- Temiz kişilere hiç dua etmez, kötülerden başkasına duada bulunmazdı.
-
مر ورا گفتند کین معهود نیست ** دعوت اهل ضلالت جود نیست 85
- Ona “Hiç böyle bir âdet görmedik... Sapıklara dua etmek mürüvvet değildir” dediler.
-
گفت نیکویی ازینها دیدهام ** من دعاشان زین سبب بگزیدهام
- Dedi ki: “Ben onlardan iyilik gördüm... Bu yüzden onlara dua etmeyi âdet edindim.
-
خبث و ظلم و جور چندان ساختند ** که مرا از شر به خیر انداختند
- O kadar kötülükte bulundular, o derece zulüm ve cevir ettiler ki nihayet beni şerden kurtardılar, hayra ulaştırdılar.
-
هر گهی که رو به دنیا کردمی ** من ازیشان زخم و ضربت خوردمی
- Ne vakit dünyaya yöneldimse onlardan eziyetler gördüm, meşakkatler çektim, dayaklar yedim.
-
کردمی از زخم آن جانب پناه ** باز آوردندمی گرگان به راه
- Bu yüzden de iyilik tarafına kaçardım... Beni o kurtlar yola getirirlerdi.
-
چون سببساز صلاح من شدند ** پس دعاشان بر منست ای هوشمند 90
- Benim iyiliğime sebep oldular... Ey aklı başında adam, bu yüzden onlara dua etmek, boynumun borcudur benim!”
-
بنده مینالد به حق از درد و نیش ** صد شکایت میکند از رنج خویش
- Kul dertten, elemden Allah’a sızlanır, uğradığı zahmetten yüzlerce şikâyette bulunur.
-
حق همی گوید که آخر رنج و درد ** مر ترا لابه کنان و راست کرد
- Allah da der ki: Gördün ya, nihayet dert ve zahmet, seni, bana yalvarır bir hale getirdi, seni doğrulttu,
-
این گله زان نعمتی کن کت زند ** از در ما دور و مطرودت کند
- Sen, seni yolundan alıkoyandan, bizim kapımızdan uzaklaştırıp kovandan şikâyette bulun!
-
در حقیقت هر عدو داروی تست ** کیمیا و نافع و دلجوی تست
- Hakikatte her düşman senin ilâcındır... Sana kimyadır, seni faydalandırır, gönlünü alır senin!
-
که ازو اندر گریزی در خلا ** استعانت جویی از لطف خدا 95
- Çünkü ondan kaçar, halvet bucaklarına sığınır, Allah lütfundan yardım dilersin.
-
در حقیقت دوستانت دشمناند ** که ز حضرت دور و مشغولت کنند
- Dostlarınsa hakikatte düşmanlarındır; onlar seni Allah tapısından uzaklaştırır, seni meşgul ederler!
-
هست حیوانی که نامش اشغرست ** او به زخم چوب زفت و لمترست
- Bir hayvan vardır ki adına porsuk derler... Dayak yedikçe şişmanlar, semirir, semirir.