English    Türkçe    فارسی   

4
816-865

  • احمد و بوجهل در بتخانه رفت ** زین شدن تا آن شدن فرقیست زفت
  • Ahmed de put haneye gitti, Ebu Cehil de... Fakat bunun gitmesiyle onun gitmesi arasında pek büyük bir fark var!
  • این در آید سر نهند او را بتان ** آن در آید سر نهد چون امتان
  • Bu put haneye girdi mi putlar baş kor, secdeye kapanır... O girdi mi ümmetler gibi putlara secde eder!
  • این جهان شهوتی بتخانه‌ایست ** انبیا و کافران را لانه‌ایست
  • Şehvete mensup olan bu âlem de put hanedir... Hem peygamberlere yuvadır, hem kâfirlere!
  • لیک شهوت بنده‌ی پاکان بود ** زر نسوزد زانک نقد کان بود
  • Fakat şehvet, pak kişilere kuldur... Halis altını ateş yakmaz!
  • کافران قلب‌اند و پاکان هم‌چو زر ** اندرین بوته درند این دو نفر 820
  • Kâfirler kalptır, temiz kişilerse altına benzerler. Her iki kısım da bu potanın içindedir.
  • قلب چون آمد سیه شد در زمان ** زر در آمد شد زری او عیان
  • Potaya kalp olan girdi mi hemen kararır... Altın girdi mi altınlığı belli olur.
  • دست و پا انداخت زر در بوته خوش ** در رخ آتش همی خندد رگش
  • Altın, elini kolunu açar da potaya atılır, ateş içinde hoş bir surette gülümser durur!
  • جسم ما روپوش ما شد در جهان ** ما چو دریا زیر این که در نهان
  • Âlemde cismimiz, bizim yüzümüzü örtmektedir... Biz, samanla örtülü deniz gibiyiz!
  • شاه دین را منگر ای نادان بطین ** کین نظر کردست ابلیس لعین
  • Din padişahına toprak diye bakma a bilgisiz! Melûn Şeytan da Âdem’e bu bakışla bakmıştı.
  • کی توان اندود این خورشید را ** با کف گل تو بگو آخر مرا 825
  • Sen söyle bana bakayım... Hiç bu güneş, balçıkla sıvanabilir mi?
  • گر بریزی خاک و صد خاکسترش ** بر سر نور او برآید بر سرش
  • Nura yüzlerce toz toprak döksen yine görünür, yine baş gösterir, parlar!
  • که کی باشد کو بپوشد روی آب ** طین کی باشد کو بپوشد آفتاب
  • Saman da nedir ki suyun yüzünü örtsün! Toprak da kim oluyor ki güneşi kapatabilsin!
  • خیز بلقیسا چو ادهم شاه‌وار ** دود ازین ملک دو سه روزه بر آر
  • Kalk ey Belkıs, Ethem gibi padişâhcasına şu iki üç günlük saltanat dumanını dağıt!
  • باقی قصه‌ی ابراهیم ادهم قدس‌الله سره
  • Allah sırrını kutlasın, İbrahim Edhem’in arta kalan hikâyesi
  • بر سر تختی شنید آن نیک‌نام ** طقطقی و های و هویی شب ز بام
  • O iyi adlı, iyi sanlı padişah, bir gece tahtında otururken damda bir tıkırtı, bir hay huy duydu.
  • گامهای تند بر بام سرا ** گفت با خود این چنین زهره کرا 830
  • Sarayın damında sert sert adımlar atılıyordu... Kendi kendine kimin ne haddine dedi.
  • بانگ زد بر روزن قصر او که کیست ** این نباشد آدمی مانا پریست
  • Sarayın penceresinden “Kim o... bu, insan olamaz, peri olmalı herhalde” diye seslendi.
  • سر فرو کردند قومی بوالعجب ** ما همی گردیم شب بهر طلب
  • Hiç görülmemiş bir bölük halk, damdan başlarını indirdiler... Dediler ki: Kaybımız var, gece vakti onu arayıp duruyoruz.
  • هین چه می‌جویید گفتند اشتران ** گفت اشتر بام بر کی جست هان
  • İbrahim Edhem “Ne arıyorsunuz?” dedi. Dediler ki: Develerimizi! İbrahim Edhem “Damda deve arandığını kim görmüş?” deyince,
  • پس بگفتندش که تو بر تخت جاه ** چون همی جویی ملاقات اله
  • Dediler ki: “Peki... Öyleyse sen taht üstünde oturur, padişahlık ederken Allah’ı bulmayı nasıl arıyor, nasıl umuyorsun?”
  • خود همان بد دیگر او را کس ندید ** چون پری از آدمی شد ناپدید 835
  • İşte bu oldu, bundan sonra bir daha İbrahim Edhem’i kimse görmedi... Peri gibi insanların gözünden kayboldu!
  • معنی‌اش پنهان و او در پیش خلق ** خلق کی بینند غیر ریش و دلق
  • Kendisi, halkın gözü önündeydi ama manası gizliydi... Halk, sakaldan, hırkadan başka neyi görür ki?
  • چون ز چشم خویش و خلقان دور شد ** هم‌چو عنقا در جهان مشهور شد
  • Kendi gözünden de kayboldu, halkın gözünden de... İşte ondan sonra zümrüdü anka gibi âlemde meşhur oldu.
  • جان هر مرغی که آمد سوی قاف ** جمله‌ی عالم ازو لافند لاف
  • Hangi kuşun canı, Kaf dağına geldiyse bütün âlem onu söyler, ondan bahseder.
  • چون رسید اندر سبا این نور شرق ** غلغلی افتاد در بلقیس و خلق
  • Bu doğu nuru da Sebe’e vurunca Belkıs’a da, oradaki halka da bir velveledir düştü!
  • روحهای مرده جمله پر زدند ** مردگان از گور تن سر بر زدند 840
  • Ölmüş ruhların hepsi dirildiler, kanat çırptılar... Öldüler, ten mezarlarından başkaldırdılar!
  • یک دگر را مژده می‌دادند هان ** نک ندایی می‌رسد از آسمان
  • Birbirlerine “Bak... Gökten bir sestir geldi” diye müjde vermeye başladılar.
  • زان ندا دینها همی‌گردند گبز ** شاخ و برگ دل همی گردند سبز
  • O sesten dinler gürbüzleşti... Gönüllerin dalları, yaprakları yeşerdi!
  • از سلیمان آن نفس چون نفخ صور ** مردگان را وا رهانید از قبور
  • Süleyman’dan gelen o nefes, Sur üfürülmüş gibi ölüleri mezarlarından kurtardı.
  • مر ترا بادا سعادت بعد ازین ** این گذشت الله اعلم بالیقین
  • Ey dinleyen, yakini Allah daha iyi bilir ya, bu devir geçti... (Kendi zamanına ve zamanının Süleyman’ına dikkat et de) bundan böyle kutluluk senin olsun!
  • بقیه‌ی قصه‌ی اهل سبا و نصیحت و ارشاد سلیمان علیه‌السلام آل بلقیس را هر یکی را اندر خور خود و مشکلات دین و دل او و صید کردن هر جنس مرغ ضمیری به صفیر آن جنس مرغ و طعمه‌ی او
  • Sebe’nin ehlinin geri kalan hikâyesi, Süleyman aleyhisselâm’ın Belkıs’ı ve kavmini doğru yola getirmesi, her birinin haline göre din ve gönül müşküllerini halletmesi, her cins kuşun, kendi cinsinden olan kuşu kuşun ötüşüyle kuşun yiyeceği şeylerle avlaması
  • قصه گویم از سبا مشتاق‌وار ** چون صبا آمد به سوی لاله‌زار 845
  • İştiyak çekercesine Sebe’e ait hikâyeyi söylüyorum... Çünkü seher yeli, Laleliğe esip geldi!
  • لاقت الاشباح یوم وصلها ** عادت الاولاد صوب اصلها
  • Bedenler, vuslat günlerini buldu... Çocuklar asılları olan analarına, babalarına kavuştular.
  • امة العشق الخفی فی الامم ** مثل جود حوله لوم السقم
  • Ümmetler içinde gizli olan aşk ümmeti, çevresini kınamalar kaplamış cömertliğe benzer.
  • ذلة الارواح من اشباحها ** عزة الاشباح من ارواحها
  • Ruhların aşağılanması, bedenler yüzündendir. Bedenlerin yüceliği, ruhlardandır!
  • ایها العشاق السقیا لکم ** انتم الباقون و البقیالکم
  • Ey âşıklar, arı - duru şarap sizindir, size sunulur. Baki olan sizsiniz, beka sizindir!
  • ایها السالون قوموا واعشقوا ** ذاک ریح یوسف فاستنشقوا 850
  • Ey! Yüreklerinde âşık derdi olmayanlar, kalkın âşık olun... İşte Yusuf’un kokusu gelmekte, hemen koklayın, o kokuyu alın!
  • منطق‌الطیر سلیمانی بیا ** بانگ هر مرغی که آید می‌سرا
  • Ey Süleyman’a mensup kuşdili, gel! Hangi kuşun sesi gelirse ona göre nağmeler düz!
  • چون به مرغانت فرستادست حق ** لحن هر مرغی بدادستت سبق
  • Allah sesini kuşlara göndermiştir... Her kuşun nağmesini sana öğretmiştir!
  • مرغ جبری را زبان جبر گو ** مرغ پر اشکسته را از صبر گو
  • Cebrî olan kuşa cebir dilince söyle... Kanadı kırılmış olana sabırdan bahset!
  • مرغ صابر را تو خوش دار و معاف ** مرغ عنقا را بخوان اوصاف قاف
  • Sabreden kuşu hoş gör, affet... Anka’ya Kaf dağının vasıflarını oku!
  • مر کبوتر را حذر فرما ز باز ** باز را از حلم گو و احتراز 855
  • Güvercine doğandan korunmasını emret... Doğana hilmi anlat, can yakmadan çekinmesini söyle!
  • وان خفاشی را که ماند او بی‌نوا ** می‌کنش با نور جفت و آشنا
  • Çaresiz kalan, nurdan mahrum olan yarasayı nura eş et, nura aşina kıl!
  • کبک جنگی را بیاموزان تو صلح ** مر خروسان را نما اشراط صبح
  • Savaşan kekliğe sulh öğret... Horozlara sabah çağının alâmetlerini göster!
  • هم‌چنان می‌رو ز هدهد تا عقاب ** ره نما والله اعلم بالصواب
  • Hüthütten karakuşa kadar bütün kuşlara böylece yol göster... Allah, doğruyu daha iyi bilir!
  • آزاد شدن بلقیس از ملک و مست شدن او از شوق ایمان و التفات همت او از همه‌ی ملک منقطع شدن وقت هجرت الا از تخت
  • Belkıs’ın saltanattan kurtuluşu, iman şevkiyle mest oluşu, memleketinden hareket esnasında tahtından başka her şeyden vaz geçişi
  • چون سلیمان سوی مرغان سبا ** یک صفیری کرد بست آن جمله را
  • Süleyman, Sebe’deki kuşlara bir ıslık çalınca hepsini kendisine bend etti.
  • جز مگر مرغی که بد بی‌جان و پر ** یا چو ماهی گنگ بود از اصل کر 860
  • Ancak canı ve kanadı olmayan yahut balık gibi aslından sağır ve dilsiz olan müstesna!
  • نی غلط گفتم که کر گر سر نهد ** پیش وحی کبریا سمعش دهد
  • Hayır... yanlış söyledim, sağır bile Allah vahyine karşı baş koyup secde etse Allah ona duygu ihsan eder.
  • چونک بلقیس از دل و جان عزم کرد ** بر زمان رفته هم افسوس خورد
  • Belkıs, canla, gönülle Süleyman’a gitmeyi kurdu... Geçmiş zamanlarına açıklandı!
  • ترک مال و ملک کرد او آن چنان ** که بترک نام و ننگ آن عاشقان
  • Âşıkların adı sanı, arı namusu terk ettikleri gibi o da malını, mülkünü terk etti.
  • آن غلامان و کنیزان بناز ** پیش چشمش هم‌چو پوسیده پیاز
  • O nazlı nazenin kölelerle cariyeler, gözüne porsumuş, kokmuş, çürümüş soğan gibi görünmeye başladı.
  • باغها و قصرها و آب رود ** پیش چشم از عشق گلحن می‌نمود 865
  • Bağlar, köşkler, ırmaklar, aşk yüzünden gözüne külhan gibi görünüyordu.