از جمادی چونک انکارت برست ** هم ازین انکار حشرت شد درست
Cemadken insan olacağını inkâr ederdin, şimdi de haşr olmayı inkâr etmede ayak diredin!
پس مثال تو چو آن حلقهزنیست ** کز درونش خواجه گوید خواجه نیست
Sen şuna benzersin: Adam gelir, kapıyı döver de ev sahibi, içerden “Ev sahibi evde yok diye bağırır.
حلقهزن زین نیست دریابد که هست ** پس ز حلقه بر ندارد هیچ دست
Kapıyı döven bu “Ev sahibi evde yok” sözünden anlar ve ev sahibi içerdedir... Halkadan elini çekmez!
پس هم انکارت مبین میکند ** کز جماد او حشر صد فن میکند
Senin inkârın da Allah’ın cemad âleminden yüzlerce haşirde bulunduğunu, yüzlerce can yarattığını gösterir, belli eder!
چند صنعت رفت ای انکار تا ** آب و گل انکار زاد از هل اتی900
Su ve toprağın “Hel etâ”dan inkâr doğurmasına dek, (insanın aslî maddesi bile yokken nihayet sudan, topraktan meni haline gelip duygu ve görgü sahibi olmasına kadar) nice sıfatlar düzüldü, koşuldu!
آب وگل میگفت خود انکار نیست ** بانگ میزد بیخبر که اخبار نیست
İşte su ve toprak (yani insan) da (inkârda bulunuyor ama hakikatte) inkâr etmemekte... Yalnız o ev sahibi gibi “o haber veren içerde yok” diye bağırmakta!
من بگویم شرح این از صد طریق ** لیک خاطر لغزد از گفت دقیق
Bunu yüz türlü açar, anlatırım ama ince sözlerden insanın aklı sürçer... Onun için vazgeçiyorum!
چاره کردن سلیمان علیهالسلام در احضار تخت بلقیس از سبا
Süleyman aleyhisselâm’ın Belkıs’ın tahtını Sebe’den getirtmeye bir çare bulması
گفت عفریتی که تختش را به فن ** حاضر آرم تا تو زین مجلس شدن
Bir ifrit dedi ki: Sen daha yerinden kalkmadan ben, tahtını getiririm.
گفت آصف من به اسم اعظمش ** حاضر آرم پیش تو در یک دمش
Asaf da “İsm-i âzam kudretiyle ben, bir anda bu tahtı buraya getiririm” dedi.
گرچه عفریت اوستاد سحر بود ** لیک آن از نفخ آصف رو نمود905
İfrit, sihirde üstattı ama o taht, Asaf’ın nefesiyle geldi.
حاضر آمد تخت بلقیس آن زمان ** لیک ز آصف نه از فن عفریتیان
گفت حمدالله برین و صد چنین ** که بدیدستم ز رب العالمین
Süleyman, Allah’a hamd olsun dedi... Bu nimeti de âlemlerin Rabi’nin lütfuyla gördüm, bunun gibi yüzlercesini de!
پس نظر کرد آن سلیمان سوی تخت ** گفت آری گولگیری ای درخت
Sonra tahta baktı da dedi ki: Evet sen ahmakları aldatabilirsin ey ağaç!
پیش چوب و پیش سنگ نقش کند ** ای بسا گولان که سرها مینهند
Nakşedilmiş, bezenmiş tahta ve taş önünde nice aptallar baş kor, secde eder!
ساجد و مسجود از جان بیخبر ** دیده از جان جنبشی واندک اثر910
Secde edenin de canından haberi yoktur, secde edilenin de... Ancak canından bir hareket ve azıcık bir eser görmüştür, işte o kadar!
دیده در وقتی که شد حیران و دنگ ** که سخن گفت و اشارت کرد سنگ
Şaşırıp kaldığı sıralarda taşın söz söylediğini, işarette bulunduğunu görmüşte büsbütün hayretlere dalmıştır!
نرد خدمت چون بنا موضع بباخت ** شیر سنگین را شقی شیری شناخت
O kötü kişi, ibadet tavlasını yerinde oynamamıştır da bu yüzden taştan aslanı sahici aslan sanmıştır.
از کرم شیر حقیقی کرد جود ** استخوانی سوی سگ انداخت زود
Hakiki aslan da, kereminden cömertlik etmiş, hemencecik köpeğin önüne bir kemik fırlatıp atmış...
گفت گرچه نیست آن سگ بر قوام ** لیک ما را استخوان لطفیست عام
O köpek, doğru özlü değil ama bizim kemik verişimiz umumî bir lütûftur, demiştir!
قصهی یاری خواستن حلیمه از بتان چون عقیب فطام مصطفی را علیهالسلام گم کرد و لرزیدن و سجدهی بتان و گواهی دادن ایشان بر عظمت کار مصطفی صلیالله علیه و سلم
Halime’nin Mustafa aleyhisselâm’ı sütten kesince kaybetmesi ve putlardan yardım istemesi, putların titreyip secdeye kapanmaları, Mustafa sallallahu aleyhi vesellem’in ululuğuna şahadet etmeleri
قصهی راز حلیمه گویمت ** تا زداید داستان او غمت915
Sana Halime’nin gizli hikâyesini söyleyeyim de gönlünden gam gitsin!
مصطفی را چون ز شیر او باز کرد ** بر کفش برداشت چون ریحان و ورد
Mustafa’yı sütten kesince fesleğen ve gül gibi elini alıp bağrına basarak...
میگریزانیدش از هر نیک و بد ** تا سپارد آن شهنشه را به جد
Her iyi ve kötüden kaçırıp esirgeyerek o padişahlar padişahını atasına teslim etmek üzere Mekke’ye geldi.
چون همی آورد امانت را ز بیم ** شد به کعبه و آمد او اندر حطیم
O emaneti, zayi etmeden korkarak Kâbe’ye geldi, Hatîm’e girdi.
از هوا بشنید بانگی کای حطیم ** تافت بر تو آفتابی بس عظیم
Fakat bu sırada havadan “Ey Hatîm, sana pek büyük bir güneş doğdu...
ای حطیم امروز آید بر تو زود ** صد هزاران نور از خورشید جود920
Ey Hatîm, bugün sana cömertlik güneşinden yüz binlerce nur isabet ediverdi...
ای حطیم امروز آرد در تو رخت ** محتشم شاهی که پیک اوست بخت
Ey Hatîm, bugün sana, talih ve bahtın, ardında çavuş olduğu ulular ulusu bir padişah gelip kondu...
ای حطیم امروز بیشک از نوی ** منزل جانهای بالایی شوی
Şüphe yok ki yeni baştan yücelikler âlemine mensup canların konağı olacaksın...
جان پاکان طلب طلب و جوق جوق ** آیدت از هر نواحی مست شوق
Tertemiz canlar her yandan bölük bölük, takım takım, şevklerinden sarhoş olarak sana gelecekler” diye ses geliyordu.
گشت حیران آن حلیمه زان صدا ** نه کسی در پیش نه سوی قفا
Halime bu sese şaşırıp kaldı... ne önde kimse vardı, ne artta!
شش جهت خالی ز صورت وین ندا ** شد پیاپی آن ندا را جان فدا925
Altı cihette de kimse yoktu... fakat bu canlar feda olası ses, ardı ardına gelip durmaktaydı.
مصطفی را بر زمین بنهاد او ** تا کند آن بانگ خوش را جست و جو
Halime, o güzel ses nereden geliyor, kim söylüyor diye araştırmak üzere Mustafa’yı yere bıraktı.
چشم میانداخت آن دم سو به سو ** که کجا است این شه اسرارگو
Her tarafa göz gezdirdi... o sırlar açan, gizli şeyler söyleyen padişah nerede diye her tarafa baktı.
کین چنین بانگ بلند از چپ و راست ** میرسد یا رب رساننده کجاست
Yarabbi, böyle yüce bir ses sağdan, soldan gelmede... Fakat söyleyen kim? diyordu.
چون ندید او خیره و نومید شد ** جسم لرزان همچو شاخ بید شد
Kimseyi göremeyince şaşırdı, ümidi kesildi, söyleyeni bulamayacağını anladı... Söğüt dalı gibi her tarafı tir tir titriyordu.
باز آمد سوی آن طفل رشید ** مصطفی را بر مکان خود ندید930
Tekrar o aklı başında olan çocuğu bıraktığı yere döndü... Bir de ne baksın, Mustafa, koyduğu yerde yok!
حیرت اندر حیرت آمد بر دلش ** گشت بس تاریک از غم منزلش