بس عداوتها که آن یاری بود ** بس خرابیها که معماری بود
Nice düşmanlıklar vardır ki dostluğa çıkar. Nice yıkılmalar vardır ki yapılmaya döner.
جامه خواب پر حدث را یک فضول ** قاصدا آورد در پیش رسول
Bir herzevekil, o pis yatağı, inadına Peygamberin yanına getirdi.
که چنین کردست مهمانت ببین ** خندهای زد رحمةللعالمین
Ve gör hele, konuğun bu işi işlemiş dedi. Alemlere rahmet olan Mustafa, bir güldü.
که بیار آن مطهره اینجا به پیش ** تا بشویم جمله را با دست خویش
Getir o ibriği dedi, hepsini kendi elimle yıkayayım dedi.
هر کسی میجست کز بهر خدا ** جان ما و جسم ما قربان ترا 110
Herkes “Allah hakki için yapma, canımız da sana kurban olsun, tenimiz de.
ما بشوییم این حدث را تو بهل ** کار دستست این نمط نه کار دل
Sen bırak bu pisliği biz yıkayalım. Bu iş, el işidir, gönül işi değil.
ای لعمرک مر ترا حق عمر خواند ** پس خلیفه کرد و بر کرسی نشاند
Ey hakkında “Le amruka-ömrün için” diye Allah’nın and içtiği zat, Allah sana ömür dedi. Seni halife yaptı, kürsüye oturttu.
ما برای خدمت تو میزییم ** چون تو خدمت میکنی پس ما چهایم
Biz sana hizmet için yaşıyoruz, sen hizmet etmeye kalkışırsan biz ne oluruz? “ dedi.
گفت آن دانم و لیک این ساعتیست ** که درین شستن بخویشم حکمتیست
Peygamber dedi ki: “Ben de biliyorum, fakat şimdi bunu ben yıkayacağım. Bunu bizzat yıkamamda bir hikmet var.”
منتظر بودند کین قول نبیست ** تا پدید آید که این اسرار چیست 115
Bu söz Peygamber sözü diye hepsi sustular, bu sır nedir, hele bir çıksın diye beklemeye koyuldular.
او به جد میشست آن احداث را ** خاص ز امر حق نه تقلید و ریا
Peygamber o pisliği, bilhassa Allah buyruğu ile adamakıllı yıkamakta idi, riya ile değil.
که دلش میگفت کین را تو بشو ** که درین جا هست حکمت تو بتو
Çünkü, gönlü bunu sen yıka bunda kat kat hikmetler var diyordu.
سبب رجوع کردن آن مهمان به خانهی مصطفی علیهالسلام در آن ساعت که مصطفی نهالین ملوث او را به دست خود میشست و خجل شدن او و جامه چاک کردن و نوحهی او بر خود و بر سعادت خود
Mustafa, onun pis yatağını eliyle yıkarken o konuğun geri dönmesi, utanıp elbisesini yırtarak kendisine ve haline ağlamaya başlaması ve bunun sebebi
کافرک را هیکلی بد یادگار ** یاوه دید آن را و گشت او بیقرار
O kafirciğin bir armağan heykeli vardı. Onu kaybolmuş görünce kararı kalmadı.
گفت آن حجره که شب جا داشتم ** هیکل آنجا بیخبر بگذاشتم
Dedi ki gece kaldığım odadadır haberim olmadan orada bıraktım.
گر چه شرمین بود شرمش حرص برد ** حرص اژدرهاست نه چیزیست خرد 120
Utanıyordu ama hırsı da onu, o yana çekiyordu. Hırs ejderhadır küçücük bir şey değil.
از پی هیکل شتاب اندر دوید ** در وثاق مصطفی و آن را بدید
Heykelin ardına düşüp koşa koşa geldi, onu Mustafa’nın odasında gördü.
کان یدالله آن حدث را هم به خود ** خوش همیشوید که دورش چشم بد
Gördü ama Allah eli bizzat o pisliği yıkamaktaydı, kötü gözler ondan ırak olsun; kafir bunu da gördü.
هیکلش از یاد رفت و شد پدید ** اندرو شوری گریبان را درید
Gördü de heykeli hatırından çıktı. Onda bir coşkunluktur baş gösterdi, yakasını yırttı.
میزد او دو دست را بر رو و سر ** کله را میکوفت بر دیوار و در
İki elini yüzüne, başına vuruyor, kafasını duvara kapıya çarpıyordu.
آنچنان که خون ز بینی و سرش ** شد روان و رحم کرد آن مهترش 125
Bir halde ki burnundan, başından kanlar revan olmaya başladı. O ulu Peygamber, ona acıdı.
نعرهها زد خلق جمع آمد برو ** گبر گویان ایهاالناس احذروا
Naralar atıyordu. Halk başına toplanınca, Ey halk sakının diyordu.
میزد او بر سر کای بیعقل سر ** میزد او بر سینه کای بینور بر
Ey akılsız kafa diye başına vuruyor, ey nursuz göğüs diye göğsünü dövüyordu.
سجده میکرد او کای کل زمین ** شرمسارست از تو این جزو مهین
Ey yeryüzünün küllü, senden şu aşağılık cüz-ü, utanmaktadır diye secde ediyor;
تو که کلی خاضع امر ویی ** من که جزوم ظالم و زشت و غوی
Sen küllü olduğun halde O’nun emrine baş eğiyorsun da ben cüzü olduğum halde zulmediyor kötülükte bulunuyor, azıyorum;
تو که کلی خوار و لرزانی ز حق ** من که جزوم در خلاف و در سبق 130
Sen kül iken Allah’ya karşı hor hakir oluyor, O’ndan titriyorsun da ben cüzü iken O’na aykırı hareket ediyorum diyor:
هر زمان میکرد رو بر آسمان ** که ندارم روی ای قبلهی جهان
Her an yüzünü göğe kaldırıp Ey cihanın kıblesi, yüzüm yok diye feryat ediyordu.
چون ز حد بیرون بلرزید و طپید ** مصطفیاش در کنار خود کشید
Hadden artık titreyip çarpınınca Mustafa, onu kucakladı.
ساکنش کرد و بسی بنواختش ** دیدهاش بگشاد و داد اشناختش
Yatıştırdı pek iltifat etti, gözlerini açtı, ona kendini tanıttı.
تا نگرید ابر کی خندد چمن ** تا نگرید طفل کی جوشد لبن
Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Çocuk ağlamadıkça süt nasıl coşar?
طفل یک روزه همیداند طریق ** که بگریم تا رسد دایهی شفیق 135
Bir günlük çocuk bile yolu bilir. Ağlayayım da esirgeyen dadı gelip yetişsin der.
تو نمیدانی که دایهی دایگان ** کم دهد بیگریه شیر او رایگان
Sen bilmiyorsun; dadılar dadısı da sen ağlamadıkça bedavaca sütü az verir.
گفت فلیبکوا کثیرا گوش دار ** تا بریزد شیر فضل کردگار