English    Türkçe    فارسی   

5
1071-1120

  • که الم نشرح نه شرحت هست باز  ** چون شدی تو شرح‌جو و کدیه‌ساز 
  • “Elem neşrah” ayetinde bildirildiği gibi senin göğsün şerh edilmedi mi ki? Öyleyse neden sıkılır, neden yine şerh istersin ki?
  • در نگر در شرح دل در اندرون  ** تا نیاید طعنه‌ی لا تبصرون 
  • İçinde gönlünün ferahlanmasına, şerh edilmesine bak ki “Onlar, kendilerinde olan Tanrı delillerini görmezler” ayetindeki kınamaya uğramayasın.
  • تفسیر و هو معکم 
  • ”O sizinle beraberdir” ayetinin tefsiri
  • یک سپد پر نان ترا بی‌فرق سر  ** تو همی خواهی لب نان در به در 
  • Başının üstünde bir sepet dolusu ekmek var da sen hala şuraya buraya koşup duruyor, ekmek istiyorsun.
  • در سر خود پیچ هل خیره‌سری  ** رو در دل زن چرا بر هر دری 
  • Şaşkın mısın ne? Kendi başına dolan. Neden her kapıyı dövüp durursun? Yürü, gönül kapısını döv!
  • تا بزانویی میان آب‌جو  ** غافل از خود زین و آن تو آب جو  1075
  • Dizine kadar dereye girmişsimde kendinden gafilsin, şundan bundan su isteyip durursun.
  • پیش آب و پس هم آب با مدد  ** چشمها را پیش سد و خلف سد 
  • Önünde de sana yardım edecek su var, ardında da. Fakat kaynaklara ulaşman için önünde de set var, ardında da.
  • اسپ زیر ران و فارس اسپ‌جو  ** چیست این گفت اسپ لیکن اسپ کو 
  • Ata binmişsin, at oyluğunun altında, fakat süvari at arıyor. Bu nedir? dense at, fakat nerede? Diyor.
  • هی نه اسپست این به زیر تو پدید  ** گفت آری لیک خود اسپی که دید 
  • Hey gidi hey! Bu altındaki at nedir? dedin mi evet diyor, at ama o atı kim gördü acaba?
  • مست آب و پیش روی اوست آن  ** اندر آب و بی‌خبر ز آب روان 
  • Suyun sarhoşu su da gözünün önünde. Kendisi su içinde, fakat akar sudan haberi bile yok.
  • چون گهر در بحر گوید بحر کو  ** وآن خیال چون صدف دیوار او  1080
  • İnci gibi hani. İnci de deniz içinde deniz nerede? Der. Sedef gibi olan hayal onun duvarı.
  • گفتن آن کو حجابش می‌شود  ** ابر تاب آفتابش می‌شود 
  • Nerede demesi kendisine hicap olmakta, güneşin ziyasını kaplayan bir bulut kesilmede.
  • بند چشم اوست هم چشم بدش  ** عین رفع سد او گشته سدش 
  • Kendi kötü gözü, gözüne perde olmada. Ben seddimi kaldırdım demesi, kendisine set kesilmede.
  • بند گوش او شده هم هوش او  ** هوش با حق دار ای مدهوش او 
  • Aklı kulağına bağ olmada. Ey Tanrı şaşkını, aklını Tanrı’ya ver.
  • در تفسیر قول مصطفی علیه‌السلام من جعل الهموم هما واحدا کفاه الله سائر همومه و من تفرقت به الهموم لا یبالی الله فی ای واد اهلکه 
  • Mustafa aleyhisselam’ın “Bütün dertlerini bir dert yapanı, Tanrı başka dertlerden kurtarır. Fakat dertlerini dağıtan, birçok şeylere dertlenen kişiyi, hangi vadide helak olacaksa Tanrı kayırmaz”hadisinin tefsiri
  • هوش را توزیع کردی بر جهات  ** می‌نیرزد تره‌ای آن ترهات 
  • Aklını bir çok yerlere dağıttın. Halbuki o saçma sapan uğraşman, o beyhude mırıldanman, bir tereye bile değmez.
  • آب هش را می‌کشد هر بیخ خار  ** آب هوشت چون رسد سوی ثمار  1085
  • Aklının suyunu her diken, çekip durdukça akıl suyun, meyvelere nasıl ulaşabilir?
  • هین بزن آن شاخ بد را خو کنش  ** آب ده این شاخ خوش را نو کنش 
  • Kendine gel de o kötü dalı kes, buda. Bu güzel dala su ver de tazelendir.
  • هر دو سبزند این زمان آخر نگر  ** کین شود باطل از آن روید ثمر 
  • Şimdi ikisi de yeşil ama sonuna bak. Bu sonunda bir şeye yaramaz, öbürüyse meyve verir.
  • آب باغ این را حلال آن را حرام  ** فرق را آخر ببینی والسلام 
  • Bağın suyu buna helaldir, ona haram. Aralarındaki farkı sonunda görürsün vesselam.
  • عدل چه بود آب ده اشجار را  ** ظلم چه بود آب دادن خار را 
  • Adalet nedir? ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? dikeni sulamak.
  • عدل وضع نعمتی در موضعش  ** نه بهر بیخی که باشد آبکش  1090
  • Adalet bir nimeti yerine koymaktır, her su çeken tohumu sulamak değil.
  • ظلم چه بود وضع در ناموضعی  ** که نباشد جز بلا را منبعی 
  • Zulüm nedir? bir şeyi yerinde kullanmamak, yeri olmayan yere koymak. Bu da ancak belaya kaynak olur.
  • نعمت حق را به جان و عقل ده  ** نه به طبع پر زحیر پر گره 
  • Tanrı nimetini cana, akla ver, iç ağrısına uğramış, düğümlerle, sıkıntılarla dopdolu olmuş tabiata değil.
  • بار کن بیگار غم را بر تنت  ** بر دل و جان کم نه آن جان کندنت 
  • Dünya gamının savaşını bedenine yükle. O can çekişmeyi gönlüne, canına az tattır.
  • بر سر عیسی نهاده تنگ بار  ** خر سکیزه می‌زند در مرغزار 
  • Yük dengini İsa’nın başına koymuş da; tekme atan, yuvarlanıp kalgıyan eşeği çayıra salıveriyor.
  • سرمه را در گوش کردن شرط نیست  ** کار دل را جستن از تن شرط نیست  1095
  • Sürmeyi kulağa çekmezler. Gönül işini bedenden istemek şart değildir.
  • گر دلی رو ناز کن خواری مکش  ** ور تنی شکر منوش و زهر چش 
  • Gönülsen yürü, nazlan, horluk çekme. Bedensen şeker yeme, zehir tat!
  • زهر تن را نافعست و قند بد  ** تن همان بهتر که باشد بی‌مدد 
  • Zehir bedene faydalıdır, şeker zararlı. Bedenin yardım görmemesi daha iyidir.
  • هیزم دوزخ تنست و کم کنش  ** ور بروید هیزمی رو بر کنش 
  • Cehennem odunu bedendir, onu azalt, bir odun daha biterse hemen kes!
  • ورنه حمال حطب باشی حطب  ** در دو عالم هم‌چو جفت بولهب 
  • Yoksa iki alemde de Ebuleheb’in karısı gibi odun hamalı olursun, odun hamalı.
  • از حطب بشناس شاخ سدره را  ** گرچه هر دو سبز باشند ای فتی  1100
  • Sidre dalını odundan farket, ikisi de yeşil görünür yiğidim ama bir değildir.
  • اصل آن شاخست هفتم آسمان  ** اصل این شاخست از نار و دخان 
  • O dalın aslı yedinci kat göktü. Bu dalın aslı ise ateştir, dumandır.
  • هست مانندا به صورت پیش حس  ** که غلط‌بینست چشم و کیش حس 
  • Duyguya göre ikisi de birbirine benzer. Çünkü göz ve duygunun mezhebi, yanlış görmedir.
  • هست آن پیدا به پیش چشم دل  ** جهد کن سوی دل آ جهد المقل 
  • Bu, can gözüne görünür, gönle varmak için yorul çabala.
  • ور نداری پا بجنبان خویش را  ** تا ببینی هر کم و هر بیش را 
  • Ayağın yoksa yuvarlan da nihayet her azı, her çoğu gör.
  • در معنی این بیت «گر راه روی راه برت بگشایند ور نیست شوی بهستیت بگرایند» 
  • Şu beytin manası: Yolcuysan, yoldaysan, sana yol açarlar. Yok olursan sana varlıkla yönelirler.
  • گر زلیخا بست درها هر طرف  ** یافت یوسف هم ز جنبش منصرف  1105
  • Zeliha, her taraftan kapıları kapadı ama Yusuf’ta hiçbir hareket görünmedi.
  • باز شد قفل و در و شد ره پدید  ** چون توکل کرد یوسف برجهید 
  • Kilit ve kapı tekrar açıldı, yol göründü. Çünkü Yusuf, Tanrısına dayanmıştı, her yana dönüp dolaşmaktaydı.
  • گر چه رخنه نیست عالم را پدید  ** خیره یوسف‌وار می‌باید دوید 
  • Alemde bir yarık görünmemede ama Yusuf gibi hayran bir halde her yana koşup gelmek gerek.
  • تا گشاید قفل و در پیدا شود  ** سوی بی‌جایی شما را جا شود 
  • Ki kilit açılsın, kapı görünsün, mekansızlık size yer olsun.
  • آمدی اندر جهان ای ممتحن  ** هیچ می‌بینی طریق آمدن 
  • Ey sınanan kişi, aleme geldin ama geldiğin yolu hiç görmüyor musun?
  • تو ز جایی آمدی وز موطنی  ** آمدن را راه دانی هیچ نی  1110
  • Sen bir yerden, bir yurttan geldin. Geldiğin yolu bilmiyor musun, hayır, değil mi?
  • گر ندانی تا نگویی راه نیست  ** زین ره بی‌راهه ما را رفتنیست 
  • Mademki bilmiyorsun, yol yok deme. Bu yolsuz yoldan bize gitmek görünür.
  • می‌روی در خواب شادان چپ و راست  ** هیچ دانی راه آن میدان کجاست 
  • Rüyada neşeli bir halde sağa, sola gitmektesin. O meydanın yolu nerede biliyor musun?
  • تو ببند آن چشم و خود تسلیم کن  ** خویش را بینی در آن شهر کهن 
  • Sen gözünü kapa, kendini teslim et de kendini o eski şehirde göresin.
  • چشم چون بندی که صد چشم خمار  ** بند چشم تست این سو از غرار 
  • Fakat gözünü nasıl kapatabilirsin ki yüzlerce mahmur göz, senin gözünü kapatmadan seni senden almada.
  • چارچشمی تو ز عشق مشتری  ** بر امید مهتری و سروری  1115
  • Sen bir müşterinin aşkı ile gözünü dört açmışsın, ulu olma, baş olma ümidine kapılmışsın.
  • ور بخسپی مشتری بینی به خواب  ** چغد بد کی خواب بیند جز خراب 
  • Uyusan bile rüyada o müşteriyi görmedesin. Kötü baykuş, rüyada yıkık yerden başka bir şey görebilir mi?
  • مشتری خواهی بهر دم پیچ پیچ  ** تو چه داری که فروشی هیچ هیچ 
  • Kıvrıla büküle her an müşteriyi aramadasın. Fakat neyin var ki satacaksın? Hiçbir şeyin yok, hiçbir şeyin.
  • گر دلت را نان بدی یا چاشتی  ** از خریداران فراغت داشتی 
  • Gönlünde bir ekmek, bir kuşluk kahvaltısı olsaydı alıcılara aldırmazdın bile.
  • قصه‌ی آن شخص کی دعوی پیغامبری می‌کرد گفتندش چه خورده‌ای کی گیج شده‌ای و یاوه می‌گویی گفت اگر چیزی یافتمی کی خوردمی نه گیج شدمی و نه یاوه گفتمی کی هر سخن نیک کی با غیر اهلش گویند یاوه گفته باشند اگر چه در آن یاوه گفتن مامورند 
  • Peygamberlik davasına kalkışan kişiye “Ne yedin de böyle ahmaklaştın, saçma sapan söyleniyorsun?” denilince “Bir şey bulup yeseydim ne ahmaklaşırdım ne saçma sapan söylenirdim” demesi. Her iyi söze, ehlinden başkasına söylenirse saçma denir, hatta söyliyenler, o sözü söylemeye memur olsalar bile
  • آن یکی می‌گفت من پیغامبرم  ** از همه پیغامبران فاضلترم 
  • Birisi ben peygamberim bütün peygamberlerden üstünüm diyordu.
  • گردنش بستند و بردندش به شاه  ** کین همی گوید رسولم از اله  1120
  • Boynunu bağlayıp padişaha götürdüler, dediler ki: Bu, ben Tanrı elçisiyim demekte.