English    Türkçe    فارسی   

5
1125-1174

  • از منازل خفته بگذشتید و مست  ** بی‌خبر از راه و از بالا و پست  1125
  • Duraklarda uykuda ve sarhoş olarak geçtiniz. Yoldan, yukarıdan, aşağıdan bir haberiniz bile yoktu.
  • ما به بیداری روان گشتیم و خوش  ** از ورای پنج و شش تا پنج و شش 
  • Bizse hoş bir halde beş duygu ve altı cihet aleminin ötesinden ta beş duygu ve altı cihet alemine kadar uyanık olarak yürüdük.
  • دیده منزلها ز اصل و از اساس  ** چون قلاووز آن خبیر و ره‌شناس 
  • Kılavuzlarımız haberdardı yol biliyorlardı. Onun için durakların aslını temelini gördük.
  • شاه را گفتند اشکنجه‌ش بکن  ** تا نگوید جنس او هیچ این سخن 
  • Peygamberlik davasına kalkışsan hakkında padişaha, ona işkence ettir de bir daha bu çeşit söz söylemesin dediler.
  • شاه دیدش بس نزار و بس ضعیف  ** که به یک سیلی بمیرد آن نحیف 
  • Padişah, onu pek bitkin pek zayıf gördü. Bir sille vurulsa ölüverecekti.
  • کی توان او را فشردن یا زدن  ** که چو شیشه گشته است او را بدن  1130
  • Artık onu dövmenin ona işkence etmenin imkanı mı vardı? Bedeni adeta cama dönmüştü.
  • لیک با او گویم از راه خوشی  ** که چرا داری تو لاف سر کشی 
  • Padişah, ona güzellikle neden bu serkeşlik davasına giriştin? Diye sorayım,
  • که درشتی ناید اینجا هیچ کار  ** هم به نرمی سر کند از غار مار 
  • Burada sertlik iş görmez tatlı dil, yılanı bile ininden çıkarır dedi.
  • مردمان را دور کرد از گرد وی  ** شه لطیفی بود و نرمی ورد وی 
  • Halkı onun başından dağıttı. Padişah iyi bir adamdı zikri, virdi de iyilikti.
  • پس نشاندش باز پرسیدش ز جا  ** که کجا داری معاش و ملتجی 
  • Onu bir yere oturttu, yerini yurdunu sordu. Neyle geçinirsin nereye sığınırsın dedi.
  • گفت ای شه هستم از دار السلام  ** آمده از ره درین دار الملام  1135
  • Adam dedi ki: Darüsselam’danım, oradan yola çıktım, bu melamet yurduna düştüm.
  • نه مرا خانه‌ست و نه یک همنشین  ** خانه کی کردست ماهی در زمین 
  • Ne bir evim var, ne benimle düşüp kalkan. Hiç ayın yerde evi olur mu?
  • باز شه از روی لاغش گفت باز  ** که چه خوردی و چه داری چاشت‌ساز 
  • Padişah latife ederek dedi ki: Ne yedin kuşluk övünü olarak neyin var?
  • اشتهی داری چه خوردی بامداد  ** که چنین سرمستی و پر لاف و باد 
  • İştahın var mı? Sabahleyin ne yedin ki böyle sarhoş bir hale gelmiş, atıp tutuyor, esip savuruyorsun?
  • گفت اگر نانم بدی خشک و طری  ** کی کنیمی دعوی پیغامبری 
  • Adam, kuru, yaş, ekmeğin olsaydı peygamberlik davasına kalkışır mıydım hiç?
  • دعوی پیغامبری با این گروه  ** هم‌چنان باشد که دل جستن ز کوه  1140
  • Bu kalabalığa peygamberlik etmek, dağda kalp aramaya benzer.
  • کس ز کوه و سنگ عقل و دل نجست  ** فهم و ضبط نکته‌ی مشکل نجست 
  • Hiç kimse dağdan, taştan akıl ve gönül aramaz, anlayış ve müşkül şeyleri belleyiş ferasetini istemez.
  • هر چه گویی باز گوید که همان  ** می‌کند افسوس چون مستهزیان 
  • Sen ne dersen dağ da sana hemen onu söyler, alaycılar gibi seninle alay eder.
  • از کجا این قوم و پیغام از کجا  ** از جمادی جان کرا باشد رجا 
  • Bu kavim nerede, bu kavime haber vermek nerede? Cansız bir şeyden kim can ister?
  • گر تو پیغام زنی آری و زر  ** پیش تو بنهند جمله سیم و سر 
  • Sen, bir kadından, yahut paradan haber, verirsen hepsi malını, senin önüne kor.
  • که فلان جا شاهدی می‌خواندت  ** عاشق آمد بر تو او می‌داندت  1145
  • Filan yerde seni bir güzel oğlan çağırıyor, sana aşık olmuş dersen bunu anlar.
  • ور تو پیغام خدا آری چو شهد  ** که بیا سوی خدا ای نیک‌عهد 
  • Fakat Tanrı’dan bal gibi haber verir, ey ahdına bütün kul, Tanrı’ya gel dersen,
  • از جهان مرگ سوی برگ رو  ** چون بقا ممکن بود فانی مشو 
  • Bu ölü alemden vazgeç de azık ve kar alemine git. Madem ki baki olmak imkanı var, fani olma diye öğütte bulunursan,
  • قصد خون تو کنند و قصد سر  ** نه از برای حمیت دین و هنر 
  • Senin kanına kastederler. Fakat bu, din ve hüner taassubundan değildir.
  • سبب عداوت عام و بیگانه زیستن ایشان به اولیاء خدا کی بحقشان می‌خوانند و با آب حیات ابدی 
  • Halkın, onları Tanrı’ya ve ebedilik abıhayatına çağıran Tanrı velilerine düşman olmasının ve onlarla yabancı bir halde yaşamasının sebebi
  • بلک از چفسیدگی در خان و مان  ** تلخشان آید شنیدن این بیان 
  • Hatta mala mülke sarılmaları yüzünden bu sözleri duymak, onlara acı gelir.
  • خرقه‌ای بر ریش خر چفسید سخت  ** چونک خواهی بر کنی زو لخت لخت  1150
  • Eşeğin yarasına bir bez bağlasan da o bez, yaraya yapışsa, sonra onu çekip çıkarmak istesen eşek derhal,
  • جفته اندازد یقین آن خر ز درد  ** حبذا آن کس کزو پرهیز کرد 
  • Acıdan çifte atmaya kalkışır. Ne mutlu o adama ki böyle bir işe girişmedi.
  • خاصه پنجه ریش و هر جا خرقه‌ای  ** بر سرش چفسیده در نم غرقه‌ای 
  • Hele eşeğin elli tane yarası olsa, her yarasının başında, yaraya yapışmış bir bez bulunsa artık var sen kıyas et!
  • خان و مان چون خرقه و این حرص‌ریش  ** حرص هر که بیش باشد ریش بیش 
  • Mal mülk, bez gibidir, bu hırs ise yara. Kimin hırsı fazla ise yarası fazladır.
  • خان و مان چغد ویرانست و بس  ** نشنود اوصاف بغداد و طبس 
  • Baykuşun malı mülkü ancak yıkık yerdir. O, Tabes ve Bağdat şehirlerinin vasıflarını dinlemez bile.
  • گر بیاید باز سلطانی ز راه  ** صد خبر آرد بدین چغدان ز شاه  1155
  • Padişah kuşu yoldan geldi mi bu baykuşlara, padişahtan yüzlerce haber getirir.
  • شرح دارالملک و باغستان و جو  ** پس برو افسوس دارد صد عدو 
  • Saltanat merkezini oradaki bağları bahçeleri, dereleri anlatır. Anlatır ama ona yüzlerce düşmen vah vah eder.
  • که چه باز آورد افسانه‌ی کهن  ** کز گزاف و لاف می‌بافد سخن 
  • Doğan kuşu eski masallar anlatmada, saçma sapan söylenip durmada.
  • کهنه ایشانند و پوسیده‌ی ابد  ** ورنه آن دم کهنه را نو می‌کند 
  • Halbuki asıl eskimiş ebedi olarak çürümüş olanlar, onlardır. Yoksa o nefes eskiyi yenileştirir.
  • مردگان کهنه را جان می‌دهد  ** تاج عقل و نور ایمان می‌دهد 
  • Eski ölülere can verir, akıl tacını giydirir, iman nuru bağışlar.
  • دل مدزد از دلربای روح‌بخش  ** که سوارت می‌کند بر پشت رخش  1160
  • Ruh bağışlayan güzelden nurunu esirgeme. O seni kır atın üstüne bindirir.
  • سر مدزد از سر فراز تاج‌ده  ** کو ز پای دل گشاید صد گره 
  • Taçlar veren o başı yüce erden başını çekme. O, gönlünün ayağındaki yüzlerce düğümü çözer.
  • با کی گویم در همه ده زنده کو  ** سوی آب زندگی پوینده کو 
  • Fakat kime söyleyeyim? Bütün köy içinde nerede bir diri? Abıhayatın bulunduğu tarafa koşan kim?
  • تو به یک خواری گریزانی ز عشق  ** تو به جز نامی چه می‌دانی ز عشق 
  • Sen bir horluk görür görmez aşktan kaçmadasın. Bir addan başka aşktan ne biliyorsun ki?
  • عشق را صد ناز و استکبار هست  ** عشق با صد ناز می‌آید به دست 
  • Aşkın yüzlerce nazı, edası, ululuğu var. Aşk, yüzlerce nazla elde edilebilir.
  • عشق چون وافیست وافی می‌خرد  ** در حریف بی‌وفا می‌ننگرد  1165
  • Aşk vefakar olduğu için vefakar olanı satın alır. Vefasız adama bakmaz bile.
  • چون درختست آدمی و بیخ عهد  ** بیخ را تیمار می‌باید به جهد 
  • İnsan bir ağaca benzer, ahdi de ağacın köküne. Kökün iyileşmesine, sağlamlaşmasına çalışmak gerek.
  • عهد فاسد بیخ پوسیده بود  ** وز ثمار و لطف ببریده بود 
  • Bozuk düzen ahit, çürümüş köktür. Kökü çürümüş ağaç meyve vermez.
  • شاخ و برگ نخل گر چه سبز بود  ** با فساد بیخ سبزی نیست سود 
  • Ağacın dalları, yaprakları yeşil bile olsa kök çürümüş, kurumuşsa faydası yok.
  • ور ندارد برگ سبز و بیخ هست  ** عاقبت بیرون کند صد برگ دست 
  • Fakat kökü sağlam da yeşil yaprakları yoksa nihayet günün birinde yüzlerce yaprak el sallar.
  • تو مشو غره به علمش عهد جو  ** علم چون قشرست و عهدش مغز او  1170
  • İlminle gururlanma da ahdini bütünlemeye bak. Çünkü bilgi kabuğa benzer, ahitse onun içidir.
  • در بیان آنک مرد بدکار چون متمکن شود در بدکاری و اثر دولت نیکوکاران ببیند شیطان شود و مانع خیر گردد از حسد هم‌چون شیطان کی خرمن سوخته همه را خرمن سوخته خواهد ارایت الذی ینهی عبدا اذا صلی 
  • Kötü işli adam, kötülükte sabit oldu da iyilik edenlerin eriştikleri devleti gördü mü? Şeytan olur, hasedinden hayrı menetmeye kalkışır, Şeytan gibi hani. Harmanı yanan da herkesin harmanının yanmasını ister. “Görmedin mi namaz kılan kulu, namaz kıldırmaya çalışanı?”
  • وافیان را چون ببینی کرده سود  ** تو چو شیطانی شوی آنجا حسود 
  • Vefakarların faydalandığını gördün mü sen, Şeytan gibi haset edersin.
  • هرکرا باشد مزاج و طبع سست  ** او نخواهد هیچ کس را تن‌درست 
  • Mizaç ve tabiatı bozuk ve hasta olan kişi, kimsenin iyi olmamasını ister.
  • گر نخواهی رشک ابلیسی بیا  ** از در دعوی به درگاه وفا 
  • Şeytan gibi hasetçi değilsen dava kapısını bırak da vefa tapısına gel.
  • چون وفاات نیست باری دم مزن  ** که سخن دعویست اغلب ما و من 
  • Madem ki vefan yok, bari söylenme. Çünkü sözün çoğu, bizlik benlik davasıdır.