English    Türkçe    فارسی   

5
1271-1320

  • یک مریدی اندر آمد پیش پیر  ** پیر اندر گریه بود و در نفیر 
  • Bir mürit pirinin huzuruna vardı. Pir, hay hayla ağlıyordu.
  • شیخ را چون دید گریان آن مرید  ** گشت گریان آب از چشمش دوید 
  • Mürit şeyhi ağlıyor görünce o da ağlamaya koyuldu, gözünden yaşlar akmaya başladı.
  • گوشور یک‌بار خندد کر دو بار  ** چونک لاغ املی کند یاری بیار 
  • Kulağı duyan bir dost bir dosta latife etti mi bir kere güler, sağır iki kere.
  • بار اول از ره تقلید و سوم  ** که همی‌بیند که می‌خندند قوم 
  • Birinci gülüşü halkı güler görerek taklitle gülmektir.
  • کر بخندد هم‌چو ایشان آن زمان  ** بیخبر از حالت خندندگان  1275
  • Onlar gibi o da güler, güler ama öbür gülenlerin halinden haberi yoktur.
  • باز وا پرسد که خنده بر چه بود  ** پس دوم کرت بخندد چون شنود 
  • Neden güldünüz diye sorar, anlayınca ikinci defa gülmeye başlar.
  • پس مقلد نیز مانند کرست  ** اندر آن شادی که او را در سرست 
  • Mukallit de kendisindeki neşeyle aynen sağıra benzer.
  • پرتو شیخ آمد و منهل ز شیخ  ** فیض شادی نه از مریدان بل ز شیخ 
  • Şeyhin ışığı vurur, meşrebi akseder, müritlere bir neşe feyzidir gelir. Fakat bu feyiz müritlerden değildir, şeyhtendir.
  • چون سبد در آب و نوری بر زجاج  ** گر ز خود دانند آن باشد خداج 
  • Bu hal, suda duran sepete, cama vuran ışığa benzer. Bu hali, kendilerinden bilirlerse noksanlıktır.
  • چون جدا گردد ز جو داند عنود  ** که اندرو آن آب خوش از جوی بود  1280
  • Irmaktan çıkarıldı mı o inatçı, ondaki suyun, dereden olduğunu anlar bilir.
  • آبگینه هم بداند از غروب  ** که آن لمع بود از مه تابان خوب 
  • Cam da, ay batınca o ışığın, aydın aydan olduğunu anlar.
  • چونک چشمش را گشاید امر قم  ** پس بخندد چون سحر بار دوم 
  • “Kalk” emri, gözünü açtı mı seher gibi ikinci defa güler.
  • خنده‌ش آید هم بر آن خنده‌ی خودش  ** که در آن تقلید بر می‌آمدش 
  • Bu sefer o taklit alemindeki gülüşüne güleceği gelir, tatlı tatlı güler.
  • گوید از چندین ره دور و دراز  ** کین حقیقت بود و این اسرار و راز 
  • Der ki: Bunca uzun ve uzak yollardan geldim. Hakikat, hep bu hakikatmış, sırlar; hep bu sırlar.
  • من در آن وادی چگونه خود ز دور  ** شادیی می‌کردم از عمیا و شور  1285
  • Ben o vadide kendimden uzak olarak neşeleniyor, körlüğümden, hamlığımdan,
  • من چه می‌بستم خیال و آن چه بود  ** درک سستم سست نقشی می‌نمود 
  • Ne hayaller kuruyordum, halbuki ne umuyordum ne çıktı? Ters anlayışım, meğer bana ters ve yanlış suretler gösteriyormuş.
  • طفل راه را فکرت مردان کجاست  ** کو خیال او و کو تحقیق راست 
  • Yolda emekleyen çocukta erlerin düşüncesi nerede? Nerede onun hayali? Nerede dosdoğru hakikat?
  • فکر طفلان دایه باشد یا که شیر  ** یا مویز و جوز یا گریه و نفیر 
  • Çocukların düşünceleri ya dadıdır, ya süt. Ya kuru üzümdür, cevizdir yahut da bağırıp ağlama.
  • آن مقلد هست چون طفل علیل  ** گر چه دارد بحث باریک و دلیل 
  • O mukallit de illetli bir çocuğa benzer. İnce bahislere girişir, deliller getirir ama aldırma.
  • آن تعمق در دلیل و در شکال  ** از بصیرت می‌کند او را گسیل  1290
  • Delil bulmada ki, müşkül işleri halletmedeki o derinleşme, onu basiretten alır.
  • مایه‌ای کو سرمه‌ی سر ویست  ** برد و در اشکال گفتن کار بست 
  • Sırrının sürmesi olan hakikati bırakmıştır da müşkül şeyleri söylemeye girişmiştir.
  • ای مقلد از بخارا باز گرد  ** رو به خواری تا شوی تو شیرمرد 
  • Ey mukallit, Buhara’dan dön de horluğa doğru yürü, ancak bu suretle aslan bir er olabilirsin.
  • تا بخارای دگر بینی درون  ** صفدران در محفلش لا یفقهون 
  • Nihayette kendi içinde başka bir Buhara görürsün ki saflar yaran erler bile onun meclisinde kendilerinden geçmiş, bir şey anlamaz bir hale girmişlerdir.
  • پیک اگر چه در زمین چابک‌تگیست  ** چون به دریا رفت بسکسته رگیست 
  • Çavuş, gerçi yeryüzünde pek çevik pek çabuk gider. Gider ama denize varınca damarı kopar.
  • او حملناهم بود فی‌البر و بس  ** آنک محمولست در بحر اوست کس  1295
  • O, ancak karada “Onları yüklendik” sırrına mazhardır. Asıl adam, yükleri denizde yüklenendir.
  • بخشش بسیار دارد شه بدو  ** ای شده در وهم و تصویری گرو 
  • Koş ey vehme, surete kapılmış adam, padişahında bir çok ihsan ve lütufları vardır.
  • آن مرید ساده از تقلید نیز  ** گریه‌ای می‌کرد وفق آن عزیز 
  • O saf ve bön mürit de, o azize uydu da taklitle ağlamaya koyuldu.
  • او مقلدوار هم‌چون مرد کر  ** گریه می‌دید و ز موجب بی‌خبر 
  • O mukallit de sağır adam gibi ağlayanı gördü, sebebinden haberi olmaksızın ağlamaya başladı.
  • چون بسی بگریست خدمت کرد و رفت  ** از پیش آمد مرید خاص تفت 
  • Bir hayli ağlayıp, tapı kılarak dışarı çıkınca başka bir hararetli ve has mürit, ardına düşüp ona yetişti.
  • گفت ای گریان چو ابر بی‌خبر  ** بر وفاق گریه‌ی شیخ نظر  1300
  • Dedi ki: Ey bulut gibi habersiz ağlayan, bakışı ile adamı adam eden şeyhin ağlamasına uyup hiçbir şeyden haberi olmaksızın ağlamaya koyulan!
  • الله الله الله ای وافی مرید  ** گر چه درتقلید هستی مستفید 
  • Ey vefalı mürit, Tanrı hakkı için, Tanrı hakkı için kendine gel. Gerçi taklitten de faydalanırsın ama,
  • تا نگویی دیدم آن شه می‌گریست  ** من چو او بگریستم که آن منکریست 
  • O padişahı ağlıyor gördüm de ben de onun gibi ağladım demek şartı ile. Çünkü bu söz münkirliktir.
  • گریه‌ی پر جهل و پر تقلید و ظن  ** نیست هم‌چون گریه‌ی آن متمن 
  • Bilgisizlik taklit ve zan ile dolu olan ağlayış, o inanılan kişinin ağlayışına benzemez.
  • تو قیاس گریه بر گریه مساز  ** هست زین گریه بدان راه دراز 
  • Sen bu ağlayışı o ağlayışa kıyas etme. Bu ağlayıştan o ağlayışa uzun bir yol var.
  • هست آن از بعد سی‌ساله جهاد  ** عقل آنجا هیچ نتواند فتاد  1305
  • O ağlayış, tam otuz yıl savaştan sonra elde edilir. Akıl, o makama yaramaz.
  • هست زان سوی خرد صد مرحله  ** عقل را واقف مدان زان قافله 
  • Akılla o makam arasında yüz konak var. Akıl, o durağı bilemez bilir sanma.
  • گریه‌ی او نه از غمست و نه از فرح  ** روح داند گریه‌ی عین الملح 
  • Onun ağlayışı, ne gamdandır, ne ferahtan. Güzelliğin ta kendisi olan ağlayışı ruh bilir.
  • گریه‌ی او خنده‌ی او آن سریست  ** زانچ وهم عقل باشد آن بریست 
  • Onun ağlayışı da o yandandır, gülüşü de. Aklın vehmettiği şeylerden dışarıdır o.
  • آب دیده‌ی او چو دیده‌ی او بود  ** دیده‌ی نادیده دیده کی شود 
  • Onun gözyaşı, gözüne benzer. Görmeyen göz nasıl olur da gören göze benzer.
  • آنچ او بیند نتان کردن مساس  ** نه از قیاس عقل و نه از راه حواس  1310
  • Onun gördüğünü ellemeye imkan yoktur, ne akıl kıyası ile bilinir, ne duygu yolu ile!
  • شب گریزد چونک نور آید ز دور  ** پس چه داند ظلمت شب حال نور 
  • Gece, ta uzaktan nuru gördü mü kaçar. Şu halde gece karanlığı, nurun halini nasıl bilir?
  • پشه بگریزد ز باد با دها  ** پس چه داند پشه ذوق بادها 
  • Sinek, rüzgardan kaçar. Artık nasıl olur da rüzgarların zevkini tadabilir?
  • چون قدیم آید حدث گردد عبث  ** پس کجا داند قدیمی را حدث 
  • Önü olmayan geldi mi sonradan olan, abes olur. Şu halde önü olmayan, sonradan olanı nereden bilecek?
  • بر حدث چون زد قدم دنگش کند  ** چونک کردش نیست هم‌رنگش کند 
  • Önü olmayan sonradan olan şeye aksetti mi onu hayran eder. Onu yok etti mi de kendi rengine boyar.
  • گر بخواهی تو بیایی صد نظیر  ** لیک من پروا ندارم ای فقیر  1315
  • Dilersen yüzlerce benzerini bulabilirsin. Fakat benim için lüzum yok o yoksul:
  • این الم و حم این حروف  ** چون عصای موسی آمد در وقوف 
  • Bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” bu harfler tıpkı Musa’nın asasına benzer.
  • حرفها ماند بدین حرف از برون  ** لیک باشد در صفات این زبون 
  • Harfler de görünüşte bu harflere benzerler. Fakat bunların vasıflarından değillerdir.
  • هر که گیرد او عصایی ز امتحان  ** کی بود چون آن عصا وقت بیان 
  • Sınama sözünden eline bir sopa alan kişinin sopası, bir iş başarma da hiç Musa’nın sopasına döner mi?
  • عیسویست این دم نه هر باد و دمی  ** که برآید از فرح یا از غمی 
  • Bu nefes, İsa’nın nefesidir, öyle her yelden, her üfürükten meydana gelme nefes değil ki ferahtan, yahut gamdan meydana gelsin.
  • این الم است و حم ای پدر  ** آمدست از حضرت مولی البشر  1320
  • Babacığım, bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” insanların sahibi Tanrı’dan gelmiştir.