English    Türkçe    فارسی   

5
2397-2446

  • گفت این معکوس می‌گویی بدان  ** شور و شر از طمع آید سوی جان 
  • Eşek, bunu ters söylüyorsun dedi, bil ki kötülük, insana tamahtan gelir.
  • از قناعت هیچ کس بی‌جان نشد  ** از حریصی هیچ کس سلطان نشد 
  • Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse padişah olmadı.
  • نان ز خوکان و سگان نبود دریغ  ** کسپ مردم نیست این باران و میغ 
  • Tanrı, ekmeği domuzlarla köpeklerden bile esirgemiyor. Şu bulut ve yağmur, insanların kazancı değil ya.
  • آنچنان که عاشقی بر زرق زار  ** هست عاشق رزق هم بر رزق‌خوار  2400
  • Sen nasıl rızıka düşkün bir âşıksan rızık da rızık yiyene öyle düşkün bir âşıktır.
  • در تقریر معنی توکل حکایت آن زاهد کی توکل را امتحان می‌کرد از میان اسباب و شهر برون آمد و از قوارع و ره‌گذر خلق دور شد و ببن کوهی مهجوری مفقودی در غایت گرسنگی سر بر سر سنگی نهاد و خفت و با خود گفت توکل کردم بر سبب‌سازی و رزاقی تو و از اسباب منقطع شدم تا ببینم سببیت توکل را 
  • Tanrı'ya dayanma münasebetiyle bu dayancı denemek istiyen ve sebepleri bırakıp şehirden ve halkın geçeceği yerlerden uzaklaşarak bir dağ eteğine giden, açlıktan basını bir taşa koyan ve içinden Yarabbi, senin sebep yaratmana ve rızık vericiliğine dayandım, sebepleri bıraktım. Bu suretle sana dayanmanın sebep halk etmesini de göreyim diyen zahidin hikâyesi
  • آن یکی زاهد شنود از مصطفی  ** که یقین آید به جان رزق از خدا 
  • Bir zahit, Mustafa'dan "Herkesin rızkı Tanrıdan gelir.
  • گر بخواهی ور نخواهی رزق تو  ** پیش تو آید دوان از عشق تو 
  • Dilesen de, dilemesen de rızkın, senin aşkınla koşa koşa gelir, sana ulaşır" sözünü duymuştu.
  • از برای امتحان آن مرد رفت  ** در بیابان نزد کوهی خفت تفت 
  • Denemek için sahralara düştü, bir dağın dibine vardı, yatıp uyudu.
  • که ببینم رزق می‌آید به من  ** تا قوی گردد مرا در رزق ظن 
  • Bakalım diyordu, rızkım gelecek mi? Şunu bir göreyim de bu husustaki inancım kuvvetlensin.
  • کاروانی راه گم کرد و کشید  ** سوی کوه آن ممتحن را خفته دید  2405
  • Bir kervan, yolunu kaybetti. Süre süre o adamın bulunduğu yere kadar geldi. Kervan halkı onu uyumuş görünce,
  • گفت این مرد این طرف چونست عور  ** در بیابان از ره و از شهر دور 
  • Birisi bu adam neden böyle çölde yoldan ve şehirden uzak bir yerde çıplak bir halde yatıyor?
  • ای عجب مرده‌ست یا زنده که او  ** می‌نترسد هیچ از گرگ و عدو 
  • Hiçbir kurttan, hiçbir düşmandan korkmuyor. ölü mü acaba, yoksa diri mi? dedi.
  • آمدند و دست بر وی می‌زدند  ** قاصدا چیزی نگفت آن ارجمند 
  • Kervan halkı gelip onu yakaladılar. O ulu er, mahsustan hiçbir şey söylemedi.
  • هم نجنبید و نجنبانید سر  ** وا نکرد از امتحان هم او بصر 
  • Ne vücudunu oynattı, ne başını. Ne de gözünü açtı.
  • پس بگفتند این ضعیف بی‌مراد  ** از مجاعت سکته اندر اوفتاد  2410
  • Bunun üzerine bu zavallı zayıf, açlıktan ölüm haline gelmiş dediler.
  • نان بیاوردند و در دیگی طعام  ** تا بریزندش به حلقوم و به کام 
  • Ekmek ve bir kap içinde yemek getirdiler. Boğazına dökmek istediler.
  • پس بقاصد مرد دندان سخت کرد  ** تا ببیند صدق آن میعاد مرد 
  • Zahit, rızkın, insana çaresiz yetişip geleceği hakkındaki sözü iyice anlamak için inadına dişlerini sıktı.
  • رحمشان آمد که این بس بی‌نواست  ** وز مجاعت هالک مرگ و فناست 
  • Kervan halkı acıdılar. Bu zavallı, tamamiyle bitmiş, açlıktan ölüm haline gelmiş dediler.
  • کارد آوردند قوم اشتافتند  ** بسته دندانهاش را بشکافتند 
  • Koşup bıçak getirdiler, ağzına dayayıp dişlerini zorla açtılar.
  • ریختند اندر دهانش شوربا  ** می‌فشردند اندرو نان‌پاره‌ها  2415
  • Ağzına çorba döktüler, ekmek parçaları tıktılar.
  • گفت ای دل گرچه خود تن می‌زنی  ** راز می‌دانی و نازی می‌کنی 
  • Adam dedi ki: Gönül, susuyorsun ama sırrı biliyorsun da kendini naza çekiyorsun.
  • گفت دل دانم و قاصد می‌کنم  ** رازق الله است بر جان و تنم 
  • Gönlü cevap verdi. Biliyorum ki canıma da rızık veren Tanrıdır, tenime de. Bunu da mahsustan yapıyorum.
  • امتحان زین بیشتر خود چون بود  ** رزق سوی صابران خوش می‌رود 
  • Bundan fazla sınama, deneme olur mu? Rızık, sabredenlere ne güzel yetişiyor bak.
  • جواب دادن روبه خر را و تحریض کردن او خر را بر کسب 
  • Tilkinin eşeğe cevap vermesi ve onu kazanca teşvik etmesi
  • گفت روبه این حکایت را بهل  ** دستها بر کسب زن جهد المقل 
  • Tilki dedi ki: Bu hikâyeleri bırak da az bile olsa elini kazanca at!
  • دست دادستت خدا کاری بکن  ** مکسبی کن یاری یاری بکن  2420
  • Tanrı sana el vermiştir, bir iş yap. Kazan da bir dosta da yardımda bulun.
  • هر کسی در مکسبی پا می‌نهد  ** یاری یاران دیگر می‌کند 
  • Herkes, bir kazanca yürümüş, başka dostlarına da, yardım ediyor.
  • زانک جمله کسب ناید از یکی  ** هم دروگر هم سقا هم حایکی 
  • Bütün kazancı bir kişi elde edemez. Bir kişi, hem dülger, hem saka, hem terzi olamaz ya.
  • این بهنبازیست عالم بر قرار  ** هر کسی کاری گزیند ز افتقار 
  • Âlemin kararı böyledir. Herkes, yoksulluğundan bir işe sarılmıştır.
  • طبل‌خواری در میانه شرط نیست  ** راه سنت کار و مکسب کردنیست 
  • Ortada bedava yemek şart değildir. Sünnet olan yol, iş işlemek ve bir şey kazanmaktır.
  • جواب گفتن خر روباه را کی توکل بهترین کسبهاست کی هر کسبی محتاجست به توکل کی ای خدا این کار مرا راست آر و دعا متضمن توکلست و توکل کسبی است کی به هیچ کسبی دیگر محتاج نیست الی آخره 
  • Eşeğin, tilkiye Tanrı'ya dayanmak kazançların en iyisidir. Çünkü herkes ona muhtaçtır. Herkes, yarabbi, bana bu işi rasgetir diye dua eder. Duada Tanrı'ya dayanma vardır. Tanrı'ya dayanmak, öyle bir kazançtır ki bu kazancı elde edenin, başka hiç bir kazanca ihtiyacı yoktur ve saire diye cevap vermesi
  • گفت من به از توکل بر ربی  ** می‌ندانم در دو عالم مکسبی  2425
  • Eşek dedi ki: Ben Tanrı'ya dayanmadan daha iyi bir kâr bilmiyorum. İki âlemde de en iyi kazanç budur.
  • کسب شکرش را نمی‌دانم ندید  ** تا کشد رزق خدا رزق و مزید 
  • Ona şükretme kazancının eşini göremiyorum. Tanrıya şükür, rızkı artırır.
  • بحثشان بسیار شد اندر خطاب  ** مانده گشتند از سال و از جواب 
  • Aralarındaki bahis uzadı. Nihayet sualden de kaldılar, cevaptan da.
  • بعد از آن گفتش بدان در مملکه  ** نهی لا تلقوا بایدی تهلکه 
  • Tilki, bundan sonra ona "Nefislerinizi, ellerinizle tehlikeye atmayın" emrini söyledi.
  • صبر در صحرای خشک و سنگ‌لاخ  ** احمقی باشد جهان حق فراخ 
  • Kuru ve kayalık bir sahrada sabretmek ahmaklıktır. Tanrı'nın âlemi geniş.
  • نقل کن زینجا به سوی مرغزار  ** می‌چر آنجا سبزه گرد جویبار  2430
  • Buradan çayırlığa göç. Orada ırmak kenarında yeşil otlar otla.
  • مرغزاری سبز مانند جنان  ** سبزه رسته اندر آنجا تا میان 
  • Cennet gibi yemyeşil bir çayırlık. Orada yeşillikler bitmiş, ta bele kadar büyümüş.
  • خرم آن حیوان که او آنجا شود  ** اشتر اندر سبزه ناپیدا شود 
  • Ne mutlu o hayvana ki oraya varır. Deve bile o yeşillikte kaybolur.
  • هر طرف در وی یکی چشمه‌ی روان  ** اندرو حیوان مرفه در امان 
  • Orada her yanda bir kaynak akmada. Orada hayvanlar, amana kavuşmuş, hepsi rahattaydı.
  • از خری او را نمی‌گفت ای لعین  ** تو از آن‌جایی چرا زاری چنین 
  • Eşek, eşekliğinden "A melun, sen oradasın da neden böyle zayıfsın?
  • کو نشاط و فربهی و فر تو  ** چیست این لاغر تن مضطر تو  2435
  • Nerde neşen, semizliğin, nerde nurun, ferin? Neden bu sıkıntılara düşmüş bedenin böyle zayıf?
  • شرح روضه گر دروغ و زور نیست  ** پس چرا چشمت ازو مخمور نیست 
  • Bu aç gözlülük, bu görmemezlik, senin yoksuzluğundandır, beylerbeyi olduğundan değil.
  • این گدا چشمی و این نادیدگی  ** از گدایی تست نه از بگلربگی 
  • Madem kaynaktan geldin, neden kurusun?
  • چون ز چشمه آمدی چونی تو خشک  ** ور تو ناف آهویی کو بوی مشک 
  • Madem misk ceylânısın, nerde sende misk kokusu?
  • زانک می‌گویی و شرحش می‌کنی  ** چون نشانی در تو نامد ای سنی 
  • Söylediğin, anlattığın şeylerden neden sende bir nişane yok ey yüce kişi?" diyemedi.
  • مثل آوردن اشتر در بیان آنک در مخبر دولتی فر و اثر آن چون نبینی جای متهم داشتن باشد کی او مقلدست در آن 
  • Bir devleti haber verende o devletin eserini ve nurunu göremezsen onun mukallit olduğuna hükmetmen lâzımdır. Bu hususta bir deve hikâyesini örnek getiriyoruz.
  • آن یکی پرسید اشتر را که هی  ** از کجا می‌آیی ای اقبال پی  2440
  • Birisi, deveye "Ey izi kutlu, nerden geliyorsun?" dedi.
  • گفت از حمام گرم کوی تو  ** گفت خود پیداست در زانوی تو 
  • Deve dedi ki: Senin civarında bulunan sıcacık hamamdan. Adam, evet dedi, zaten dizinden belli!
  • مار موسی دید فرعون عنود  ** مهلتی می‌خواست نرمی می‌نمود 
  • İnatçı Firavun, Musa'nın ejderhasını görünce mühlet istedi, yumuşaklık gösterdi.
  • زیرکان گفتند بایستی که این  ** تندتر گشتی چو هست او رب دین 
  • Akıllılar dediler ki: Bu, daha fazla sertleşmeliydi. Hani ya Tanrıydı ya!
  • معجزه‌گر اژدها گر مار بد  ** نخوت و خشم خدایی‌اش چه شد 
  • Mucize ister ejderha olsun, ister yılan. Onun Tanrılık kibri, Tanrılık hışımı ne oldu?
  • رب اعلی گر ویست اندر جلوس  ** بهر یک کرمی چیست این چاپلوس  2445
  • Oturunca "Ben yüce Tanrıyım" diyordu. Bir kurtcağız için bu yaltaklanma neden?
  • نفس تو تا مست نقلست و نبید  ** دانک روحت خوشه‌ی غیبی ندید 
  • Senin nefsin, mezeyle, hurma şarabiyle sarhoşsa bil ki gayıp salkımını görmemiştir.