-
میکند بیخ سرور کهنه را ** تا خرامد ذوق نو از ما ورا
- Bu âlemden öte bir âleme yeni bir zevk gelsin diye eski sevinci, kökünden çeker, çıkarır.
-
غم کند بیخ کژ پوسیده را ** تا نماید بیخ رو پوشیده را
- Gam, üstü dallarla yapraklarla örtülü yeni kökü bitirsin diye çürümüş, porsumuş olan eski kökü yerinden söküp çıkarır.
-
غم ز دل هر چه بریزد یا برد ** در عوض حقا که بهتر آورد
- Gam, gönülden neyi döker, yahut koparırsa karşılık olarak mutlaka daha iyisini verir.
-
خاصه آن را که یقینش باشد این ** که بود غم بندهی اهل یقین
- Hele derdin, gamın, yakın ehline kul olduğunu iyice bilene daha fazla lütuf tarda bulunur.
-
گر ترشرویی نیارد ابر و برق ** رز بسوزد از تبسمهای شرق 3685
- Bulutla şimşek, asık suratlılık, ekşi yüzlülük göstermese asma yaprağı, doğuya benzeyen gülümsemelerini gösterir mi hiç?
-
سعد و نحس اندر دلت مهمان شود ** چون ستاره خانه خانه میرود
- Kutluluk, kutsuzluk, gönlüne gelir, konuklar. Bunlar, evden eve giden yıldızlara benzerler.
-
آن زمان که او مقیم برج تست ** باش همچون طالعش شیرین و چست
- Senin burcunda konakladı mı onun talihi gibi sen de tatlı bir hale, gel, çevikleş.
-
تا که با مه چون شود او متصل ** شکر گوید از تو با سلطان دل
- Böyle hareket et de o yıldız, aya gitti, ulaştı mı o gönül sultanına senden şükür etsin.
-
هفت سال ایوب با صبر و رضا ** در بلا خوش بود با ضیف خدا
- Sabırlı ve her şeye razı olan Eyyub, tam yedi yıl Tanrı konuğunu, belâyı hoş tuttu.
-
تا چو وا گردد بلای سخترو ** پیش حق گوید به صدگون شکر او 3690
- O sert ve yüzü pek âlâ da Tann'ya dönünce ondan yüzlerce çeşit şükürlerde bulundu da,
-
کز محبت با من محبوب کش ** رو نکرد ایوب یک لحظه ترش
- Dedi ki: Eyyub, ben sevgililerini öldürdüğüm halde sevgisinden bir kere bile yüzünü çevirmedi.
-
از وفا و خجلت علم خدا ** بود چون شیر و عسل او با بلا
- Tanrı bilgisine vefakârlıkta bulundu, utancından belâ ile âdeta sütle bal gibi kaynaştı, karıştı.
-
فکر در سینه در آید نو به نو ** خند خندان پیش او تو باز رو
- Senin de gönlüne yeniden yeniye belâlar geldikçe o belâları güle güle karşıla.
-
که اعذنی خالقی من شره ** لا تحرمنی انل من بره
- Ey yaradanım, beni o belânın şerrinden sakla bekle. O yüzden gelecek ihsanları bana haram etme, beni o lûtuflara kavuştur.
-
رب اوزعنی لشکر ما اری ** لا تعقب حسرة لی ان مضی 3695
- Rabbim, uğradığım belâlara karşı lütfet de şükredeyim, geçip giderse ona hasret çekmeyeyim de.
-
آن ضمیر رو ترش را پاسدار ** آن ترش را چون شکر شیرین شمار
- O suratı asık derdi koru. O acılığı şeker gibi tatlı say.
-
ابر را گر هست ظاهر رو ترش ** گلشن آرندهست ابر و شورهکش
- Bulutun da görünüşte yüzü asıktır ama gül bahçesini bezer, çalı çırpıyı kırar.
-
فکر غم را تو مثال ابر دان ** با ترش تو رو ترش کم کن چنان
- Gamı bulut gibi bil de o asık suratlıya pek surat asmaya kalkışma.
-
بوک آن گوهر به دست او بود ** جهد کن تا از تو او راضی رود
- Belki o inci, elindedir, olur ya, Onun için çalış çabala da senden razı olsun.
-
ور نباشد گوهر و نبود غنی ** عادت شیرین خود افزون کنی 3700
- Hattâ böyle olmasa bile bu huyu âdet edinir, o güzelim huyla huylanır, o huyu artırırsın da,
-
جای دیگر سود دارد عادتت ** ناگهان روزی بر آید حاجتت
- Başka yerlerde de böyle hareket edersin ve bir gün birdenbire muhtaç olduğun şeye erişiverirsin.
-
فکرتی کز شادیت مانع شود ** آن به امر و حکمت صانع شود
- Neşene mâni olan düşünce, Tann'nın emriyle, Tanrı'nın hikmetiyle gelir.
-
تو مخوان دو چار دانگش ای جوان ** بوک نجمی باشد و صاحبقران
- Sen ona felâket deme delikanlım. Belki bir yıldızdır, belki kutluluk kıranındadır.
-
تو مگو فرعیست او را اصل گیر ** تا بوی پیوسته بر مقصود چیر
- Sen ona feri deme, asıl tut da onunla daima maksadına eriş,'üstün çık.
-
ور تو آن را فرع گیری و مضر ** چشم تو در اصل باشد منتظر 3705
- Onu fer'i sayar, muzır tutarsan gözün, aslı gözler durur.
-
زهر آمد انتظارش اندر چشش ** دایما در مرگ باشی زان روش
- Halbuki bekleyiş, çeşnide zehirdir âdeta. Bu gidişle daima ölüm halinde kalırsın.
-
اصل دان آن را بگیرش در کنار ** بازره دایم ز مرگ انتظار
- Onu asıl bil, kucakla da bekleyiş ölümünden kurtul.
-
نواختن سلطان ایاز را
- Padişahın, Eyaz'a iltifatı
-
ای ایاز پر نیاز صدقکیش ** صدق تو از بحر و از کوهست بیش
- Ey doğru özlü, daima yalvarıp yakarmada olan Eyaz, doğruluğun, denizden de artıktır, dağdan da!
-
نه به وقت شهوتت باشد عثار ** که رود عقل چو کوهت کاهوار
- Ne istek zamanı bir hataya düşüyorsun, dağ gibi aklın saman gibi uçuyor..
-
نه به وقت خشم و کینه صبرهات ** سست گردد در قرار و در ثبات 3710
- Ne öfke ve kin zamanı sabrın gevşeyip karar ve sebatını terk ediyor!
-
مردی این مردیست نه ریش و ذکر ** ورنه بودی شاه مردان کیر خر
- Erlik budur işte. Yoksa adam, sakalla, aletle adam olmaz, öyle olsaydı eşeğin aleti erlerin padişahı olurdu.
-
حق کرا خواندست در قرآن رجال ** کی بود این جسم را آنجا مجال
- Tanrı, Kur'anda kimlere er dedi? Nerde bu beden, oraya varacak?
-
روح حیوان را چه قدرست ای پدر ** آخر از بازار قصابان گذر
- Babacığım, hayvan ruhunun ne değeri var? Kasapların pazarından geç de gör.
-
صد هزاران سر نهاده بر شکم ** ارزشان از دنبه و از دم کم
- Yüz binlerce baş, gövde üstüne konmuştur. Değerlerini yağdan, kuyruktan kıyas et.
-
روسپی باشد که از جولان کیر ** عقل او موشی شود شهوت چو شیر 3715
- Orospu olur ki aletin dönüp dolaşması yüzünden aklı fareye döner, şehveti aslana.
-
وصیت کردن پدر دختر را کی خود را نگهدار تا حامله نشوی از شوهرت
- Bir babanın, kızına "Kendini koru, kocandan gebe kalma" diye tembihte bulunması
-
خواجهای بودست او را دختری ** زهرهخدی مهرخی سیمینبری
- Zengin bir adam vardı. Bu adamın da zühre yanaklı, ay yüzlü, gümüş bedenli bir kızı vardı.
-
گشت بالغ داد دختر را به شو ** شو نبود اندر کفائت کفو او
- Kız, kendini bildi, babası onu kocaya verdi. Fakat kocası kızın dengi değildi.
-
خربزه چون در رسد شد آبناک ** گر بنشکافی تلف گردد هلاک
- Kavun, karpuz oldu, sulandı mı yarmazsan telef olur gider.
-
چون ضرورت بود دختر را بداد ** او بناکفوی ز تخویف فساد
- Babası da kızın baştan çıkmasından korktu da onun için onu, dengi olmayan birisine verdi.
-
گفت دختر را کزین داماد نو ** خویشتن پرهیز کن حامل مشو 3720
- Kızına dedi ki: Kendini kocandan koru, sakın gebe kalma.
-
کز ضرورت بود عقد این گدا ** این غریباشمار را نبود وفا
- Ne yapayım? Bu yoksula seni vermek zorunda kaldım. Bu adamı garip say, garipte vefa olmaz.
-
ناگهان به جهد کند ترک همه ** بر تو طفل او بماند مظلمه
- Ansızın her şeyi bırakır, kaçıp gider. Çocuğu, başına dert olur kalır.
-
گفت دختر کای پدر خدمت کنم ** هست پندت دلپذیر و مغتنم
- Kız dedi ki: Babacığım, dediğini tutarım, öğüdün pek doğru, kabulüm.
-
هر دو روزی هر سه روزی آن پدر ** دختر خود را بفرمودی حذر
- Babası, her iki üç günde bir kere kızına aman ha sakın diye öğüt veriyordu.
-
حامله شد ناگهان دختر ازو ** چون بود هر دو جوان خاتون و شو 3725
- Derken kız, birdenbire gebe kalıverdi; ikisi de gençti.
-
از پدر او را خفی میداشتش ** پنج ماهه گشت کودک یا که شش
- Kız, bunu babasından gizledi. Çocuk, karnında beş, yahut altı aylık oldu.
-
گشت پیدا گفت بابا چیست این ** من نگفتم که ازو دوری گزین
- Artık iyiden iyiye belli oldu. Babası dedi ki: Bu ne? Ben sana ondan kendini koru demedim mi?
-
این وصیتهای من خود باد بود ** که نکردت پند و وعظم هیچ سود
- Öğütlerim, yelmiydi ki hiç sana tesir etmedi?
-
گفت بابا چون کنم پرهیز من ** آتش و پنبهست بیشک مرد و زن
- Kız, baba dedi, nasıl tahammül edeyim? Erkekle kadın, şüphe yok ki ateşle pamuk.
-
پنبه را پرهیز از آتش کجاست ** یا در آتش کی حفاظست و تقاست 3730
- Pamuk, ateşten nasıl çekinebilir? Yahut da ateş nasıl olur da pamuğu yakmaz, çekinir?