-
ور دهد ترکش کن و مه را بیار ** تا کشم من بر زمین مه در کنار
- Verirse bir şey yapma, bırak, yalnız o ay parçasını getir de yeryüzündeyken ayı kucaklayayım dedi.
-
پهلوان شد سوی موصل با حشم ** با هزاران رستم و طبل و علم
- Er, binlerce Rüstem'le, davul ve bayraklarla yola düştü, Musul'a yollandı.
-
چون ملخها بیعدد بر گرد کشت ** قاصد اهلاک اهل شهر گشت
- Sayısız asker, şehri mahvetmek üzere tarlama çevresine üşüşen çekirgeler gibi oraya üşüştüler.
-
هر نواحی منجنیقی از نبرد ** همچو کوه قاف او بر کار کرد 3840
- Savaş için her yana Kafdağı gibi mancınıklar kurdurdu.
-
زخم تیر و سنگهای منجنیق ** تیغها در گرد چون برق از بریق
- Oklar yağmur gibi yağmada, mancınıklarla atılan taşlar gök gürler gibi gürlemeye, kılıçlar şimşek gibi çakmaya başlamıştı.
-
هفتهای کرد این چنین خونریز گرم ** برج سنگین سست شد چون موم نرم
- Savaş, tam bir hafta sürdü, kanlar döküldü. Taştan yapılma kale mum gibi eridi, yerle yeksan oldu.
-
شاه موصل دید پیگار مهول ** پس فرستاد از درون پیشش رسول
- Musul padişahı, bu korkunç savaşı görünce içeriden bir elçi göndererek,
-
که چه میخواهی ز خون مؤمنان ** کشته میگردند زین حرب گران
- Müslümanların kanını dökmekten maksadın ne? Bu şiddetli savaşta ölüp gidiyorlar. Meramın nedir?
-
گر مرادت ملک شهر موصلست ** بیچنین خونریز اینت حاصلست 3845
- Maksadın, Musul şehrini almaksa böyle kan dökmeden de olur bu iş.
-
من روم بیرون شهر اینک در آ ** تا نگیرد خون مظلومان ترا
- Ben şehirden çıkayım gel, sen gir. Tek mazlumların kanı, seni tutmasın.
-
ور مرادت مال و زر و گوهرست ** این ز ملک شهر خود آسانترست
- Yok, muradın mal, altın ve mücevherse bunu, bu şehirden almak, zaten kolay bir şey dedi.
-
ایثار کردن صاحب موصل آن کنیزک را بدین خلیفه تا خونریز مسلمانان بیشتر نشود
- Müslümanların kanları daha fazla dökülmesin diye Musul padişahının, o cariyeyi halifeye bağışlaması
-
چون رسول آمد به پیش پهلوان ** داد کاغذ اندرو نقش و نشان
- Elçi, o erin huzuruna gelince er, cariyenin resmîni verdi.
-
بنگر اندر کاغذ این را طالبم ** هین بده ورنه کنون من غالبم
- Bu kâğıda bak dedi, bunu istiyorum. Derhal teslim etsin, yoksa ben üstünüm.
-
چون رسول آمد بگفت آن شاه نر ** صورتی کم گیر زود این را ببر 3850
- Elçi gelip maksadı söyleyince o erkek padişah dedi ki: Bu suret eksik olsun, tez götür.
-
من نیم در عهد ایمان بتپرست ** بت بر آن بتپرست اولیترست
- Ben, iman ahdında puta tapanlardan değilim. Putun, puta tapanda olması daha doğru.
-
چونک آوردش رسول آن پهلوان ** گشت عاشق بر جمالش آن زمان
- Elçi, kızı getirince o yiğit er, derhal âşık oldu.
-
عشق بحری آسمان بر وی کفی ** چون زلیخا در هوای یوسفی
- Aşk bir denizdir, gökyüzü, bu denizde bir köpük. Aşk, Yusuf'un havasına kapılan Zeliha gibi insanı hayran eder.
-
دور گردونها ز موج عشق دان ** گر نبودی عشق بفسردی جهان
- Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı.
-
کی جمادی محو گشتی در نبات ** کی فدای روح گشتی نامیات 3855
- Aşk olmasaydı nerden cansız bir şey, nebata girer, onda mahvolurdu; büyüyüp yetişen nebatlar, nerden kendilerini canlılara feda ederlerdi?
-
روح کی گشتی فدای آن دمی ** کز نسیمش حامله شد مریمی
- Ruh, nasıl olur da o nefese feda olurdu da onun esintisinden Meryem gebe kalırdı?
-
هر یکی بر جا ترنجیدی چو یخ ** کی بدی پران و جویان چون ملخ
- Her biri, yerlerinde buz gibi dona kalırdı. Nerden çekirge gibi uçar, gıda arardı ki?
-
ذره ذره عاشقان آن کمال ** میشتابد در علو همچون نهال
- O yüceliğe âşık olanlar, zerre zerre, fidan gibi yüceliğe koşmadalar.
-
سبح لله هست اشتابشان ** تنقیهی تن میکنند از بهر جان
- Onların bu koşmaları, "Tanrı'yı teşbih" tir. Can için bedeni temizlemededirler.
-
پهلوان چه را چو ره پنداشته ** شورهاش خوش آمده حب کاشته 3860
- O yiğit er de kuyuyu yol sanmış, çorak yerden hoşlanmış, oraya tohum ekmeye kalkışmıştı.
-
چون خیالی دید آن خفته به خواب ** جفت شد با آن و از وی رفت آب
- O yatıp uyuyan, rüyada bir hayal görür, onunla buluşur, düşü azar.
-
چون برفت آن خواب و شد بیدار زود ** دید که آن لعبت به بیداری نبود
- Uyanıp kendine gelince görür ki o oyunbazlık, uyanıkken olmamış.
-
گفت بر هیچ آب خود بردم دریغ ** عشوهی آن عشوهده خوردم دریغ
- Vah der, beyhude yere erlik suyumu zayi ettim, o işveli hayalin işvesine kapıldım.
-
پهلوان تن بد آن مردی نداشت ** تخم مردی در چنان ریگی بکاشت
- O yiğit er de beden yiğidiydi, asıl erliği yoktu. O yüzden erlik tohumunu öyle bir kuma saçtı gitti.
-
مرکب عشقش دریده صد لگام ** نعره میزد لا ابالی بالحمام 3865
- Aşk bineği, yüzlerce gemi atmış, ölümden bile korkmam diye nara atmaktaydı.
-
ایش ابالی بالخلیفه فیالهوی ** استوی عندی وجودی والتوی
- Aşk ve sevdada Halifeden pervam bile yok. Varlığımla ölümüm birdir bence diyordu.
-
این چنین سوزان و گرم آخر مکار ** مشورت کن با یکی خاوندگار
- Fakat böyle ateşli ateşli ekmeye kalkışma. Bir iş eriyle danış.
-
مشورت کو عقل کو سیلاب آز ** در خرابی کرد ناخنها دراز
- Fakat meşveret nerde, akıl nerde? Hırs seli, adama yıkık yerleri kazdırır, tırnaklarını uzatır.
-
بین ایدی سد و سوی خلف سد ** پیش و پس کم بیند آن مفتون خد
- Bir güzele âşık olanın önünde de sed vardır, ardında da. öyle adam, artık önünü, ardını az görür.
-
آمده در قصدجان سیل سیاه ** تا که روبه افکند شیری به چاه 3870
- Kara sel, cana Kasdetmeye geldi mi bir tilki, aslanı kuyuya düşürür.
-
از چهی بنموده معدومی خیال ** تا در اندازد اسودا کالجبال
- Dağ gibi aslanlar, kuyuda olmıyan bir hayali görürler de kendilerini kaldırıp atarlar.
-
هیچکس را با زنان محرم مدار ** که مثال این دو پنبهست و شرار
- Hiç kimseyi kadınlarla mahrem tutma. Çünkü erkekle kadın, ateşle pamuğa benzer.
-
آتشی باید بشسته ز آب حق ** همچو یوسف معتصم اندر زهق
- Tanrı suyu ile yunmuş bir ateş gerek ki bulûğa erme sırasında bile Yusuf gibi kötülükten çekinsin.
-
کز زلیخای لطیف سروقد ** همچو شیران خویشتن را واکشد
- Selvi boylu lâtif Zeliha'dan aslanlar gibi kendisini çeksin.
-
بازگشت از موصل و میشد به راه ** تا فرود آمد به بیشه و مرجگاه 3875
- O yiğit er de Musul'dan döndü, yola düştü. Yolda bir ormana, bir yeşilliğe geldi.
-
آتش عشقش فروزان آن چنان ** که نداند او زمین از آسمان
- Aşk ateşi, öyle bir parlamıştı ki yerle göğü fark etmiyordu.
-
قصد آن مه کرد اندر خیمه او ** عقل کو و از خلیفه خوف کو
- Çadır içinde o ay parçasına kasdetti. Akıl nerde, Halifeden korkma nerde?
-
چون زند شهوت درین وادی دهل ** چیست عقل تو فجل ابن الفجل
- Şehvet, bu ovada davul dövdü mü akıl dediğin ne oluyor ki a turpoğlu turp:
-
صد خلیفه گشته کمتر از مگس ** پیش چشم آتشینش آن نفس
- Yüzlerce halife, o anda o erin ateşli gözüne bir sinekten aşağı görünür.
-
چون برون انداخت شلوار و نشست ** در میان پای زن آن زنپرست 3880
- O kadına tapan er şalvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu.
-
چون ذکر سوی مقر میرفت راست ** رستخیز و غلغل از لشکر بخاست
- Aleti, dosdoğru gideceği yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamettir koptu.
-
برجهید و کونبرهنه سوی صف ** ذوالفقاری همچو آتش او به کف
- Er sıçradı, götü başı açık bir halde ateş gibi Zülfikar elinde dışarı çıktı.
-
دید شیر نر سیه از نیستان ** بر زده بر قلب لشکر ناگهان
- Birde ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmış koyvermiş.
-
تازیان چون دیو در جوش آمده ** هر طویله و خیمه اندر هم زده
- Atlar, ürküp köpürmüşler, her çadır ve ahır yeri yıkılmış, herkes birbirine girmiş.
-
شیر نر گنبذ همیکرد از لغز ** در هوا چون موج دریا بیست گز 3885
- Erkek aslan, ormanın gizli bir yerinden fırlamış, havaya deniz dalgası gibi tam yirmi arşın sıçramıştı.
-
پهلوان مردانه بود و بیحذر ** پیش شیر آمد چو شیر مست نر
- Er, pek yiğitti, aldırış bile etmeden sarhoş bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti.