-
با چنان شیری به چالش گشت جفت ** مردی او مانده بر پای و نخفت
- Öyle bir aslanla savaştı da erliği, yine sönmedi, hâlâ ayaktaydı.
-
آن بت شیرینلقای ماهرو ** در عجب در ماند از مردی او 3890
- O tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erliğine şaşıp kaldı.
-
جفت شد با او به شهوت آن زمان ** متحد گشتند حالی آن دو جان
- İstekle ona kendisini teslim etti. O anda o iki can, birleştiler..
-
ز اتصال این دو جان با همدگر ** میرسد از غیبشان جانی دگر
- Bu iki canın birbirleriyle birleşmesi yüzünden gayıptan bir başka can gelir erişir.
-
رو نماید از طریق زادنی ** گر نباشد از علوقش رهزنی
- Kadının rahminde meniyi kabule mâni bir şey yoksa bu can, doğuş yoliyle gelir, yüz gösterir.
-
هر کجا دو کس به مهری یا به کین ** جمع آید ثالثی زاید یقین
- Her nerde iki adam, sevgiyle, yahut kinle birleşseler, bir üçüncü can, mutlaka doğar.
-
لیک اندر غیب زاید آن صور ** چون روی آن سو ببینی در نظر 3895
- Fakat o suretler, gayp âleminde doğarlar. Oraya varınca onları gözünle de görürsün.
-
آن نتایج از قرانات تو زاد ** هین مگرد از هر قرینی زود شاد
- O sonuçlar, senin birleşmelerinden doğdu. Kendine gel de her eşe hemen sevinme.
-
منتظر میباش آن میقات را ** صدق دان الحاق ذریات را
- Vaktini bekle. O zürriyetlerin sana ulaşacağından emin ol.
-
کز عمل زاییدهاند و از علل ** هر یکی را صورت و نطق و طلل
- Onlar, amelden ve sebeplerden doğmuşlardır. Her birinin sözü vardır, mekânı vardır.
-
بانگشان درمیرسد زان خوش حجال ** کای ز ما غافل هلا زوتر تعال
- O güzelim perdelerden sesleri erişir: Ey bizden gafil olan, hadi, çabuk yücel!
-
منتظر در غیب جان مرد و زن ** مول مولت چیست زوتر گام زن 3900
- Kadının canı da kıyamet gününü bekler, erkeğin canı da. Bu âlemde emeklemen nedir ki? Daha çabuk adım at.
-
راه گم کرد او از آن صبح دروغ ** چون مگس افتاد اندر دیگ دوغ
- O er, o yalancı sabah yüzünden yolunu kaybetti de sinek gibi ayran kabına. düştü işte.
-
پشیمان شدن آن سرلشکر از آن خیانت کی کرد و سوگند دادن او آن کنیزک را کی به خلیفه باز نگوید از آنچ رفت
- Başkomutanın, yaptığı cinayetten pişman olarak o halayıkcağıza, bu işi Halifeye söylememesi için ant vermesi
-
چند روزی هم بر آن بد بعد از آن ** شد پشیمان او از آن جرم گران
- Birkaç gün murat alıp murat verdiler. Fakat sonra o büyük suçtan pişman oldu.
-
داد سوگندش کای خورشیدرو ** با خلیفه زینچ شد رمزی مگو
- Ey güneş yüzlü, bu işe dair Halifeye bir şey söyleme diye cariyeye yemin verdi.
-
چون ندید او را خلیفه مست گشت ** پس ز بام افتاد او را نیز طشت
- Halife cariyeyi görünce sarhoş oldu, onun tası da damdan düştü.
-
دید صد چندان که وصفش کرده بود ** کی بود خود دیده مانند شنود 3905
- Onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. Hiç görme, işitmeye benzer mi?
-
وصف تصویرست بهر چشم هوش ** صورت آن چشم دان نه زان گوش
- Övme, akıl kulağı için bir tasvirdir. Fakat suret, bil ki gözün harcıdır, kulağın değil.
-
کرد مردی از سخندانی سال ** حق و باطل چیست ای نیکو مقال
- Birisi, bilir bir adama sordu: A sözü güzel er, hak nedir, bâtıl ne?
-
گوش را بگرفت و گفت این باطلست ** چشم حقست و یقینش حاصلست
- O er, adamın kulağını tutup bu bâtıldır dedi, gözse haktır onun her şeye yakîni vardır.
-
آن به نسبت باطل آمد پیش این ** نسبتست اغلب سخنها ای امین
- O, yani duymak, buna nispetle bâtıldır. emin kişi, sözlerin çoğu da nispetten ibarettir.
-
ز آفتاب ار کرد خفاش احتجاب ** نیست محجوب از خیال آفتاب 3910
- Yarasa güneşten gizlenir, perde ardına girerse güneşin hayalinden gizlenmiş değildir.
-
خوف او را خود خیالش میدهد ** آن خیالش سوی ظلمت میکشد
- Korku, ona bir hayal verir. İşte o hayal, onu karanlığa çeker.
-
آن خیال نور میترساندش ** بر شب ظلمات میچفساندش
- Nur hayali, onu korkutur da karanlık gecelere sarılmasına sebep olur.
-
از خیال دشمن و تصویر اوست ** که تو بر چفسیدهای بر یار و دوست
- Sen, düşmanın hayali ve tasavvuru yüzünden sevgiliye ve dosta sarılmışsındır.
-
موسیا کشفت لمع بر که فراشت ** آن مخیل تاب تحقیقت نداشت
- Ey Musa sana keşfedilen tecelli nurları, dağa vurdu. Fakat o hayaller kuran dağ, senin hakikatinin ziyasına tahammül edemedi.
-
هین مشو غره بدانک قابلی ** مر خیالش را و زین ره واصلی 3915
- Kendine gel de hayaline kabiliyetim var diye gururlanma, bu yoldan hakikate ulaşacağını umma.
-
از خیال حرب نهراسید کس ** لا شجاعه قبل حرب این دان و بس
- Savaş hayalinden kimse korkmaz. Savaştan önce yiğitlik yoktur; bunu bil, kâfi.
-
بر خیال حرب خیز اندر فکر ** میکند چون رستمان صد کر و فر
- Puşt da, savaş hayaline kapılır, aklından Rüstemler gibi yiğitlikler geçirir.
-
نقش رستم که آن به حمامی بود ** قرن حمله فکر هر خامی بود
- Hamam duvarına yapılan Rüstem resmine her ham kişi saldırabilir.
-
این خیال سمع چون مبصر شود ** حیز چه بود رستمی مضطر شود
- Fakat duymadan meydana gelen bu hayal, göz önüne geldi mi puşt kim oluyor? Rüstem bile âciz kalır.
-
جهد کن کز گوش در چشمت رود ** آنچ که آن باطل بدست آن حق شود 3920
- Çalış da o duyduğun şeyi gör. Bâtıl olan hak olsun.
-
زان سپس گوشت شود هم طبع چشم ** گوهری گردد دو گوش همچو یشم
- Ondan sonra kulağın, göz tabiatını kazanır. Bir yün yumağı gibi olan kulakların, göz kesilir.
-
بلک جمله تن چو آیینه شود ** جمله چشم و گوهر سینه شود
- Hattâ bütün bedenin aynaya döner. Her tarafın göz ve gönül haline gelir.
-
گوش انگیزد خیال و آن خیال ** هست دلالهی وصال آن جمال
- Kulak, bir hayal meydana getirir, o hayal de O güzelliğin vuslatına miyancıdır.
-
جهد کن تا این خیال افزون شود ** تا دلاله رهبر مجنون شود
- Çalış, bu hayal çoğalsın da miyancı olan bu hayal, Mecnun'a kılavuzluk etsin.
-
آن خلیفه گول هم یک چند نیز ** ریش گاوی کرد خوش با آن کنیز 3925
- O ahmak Halife de bir zaman o güzel cariyeye kapıldı, onunla gönül eğledi işte.
-
ملک را تو ملک غرب و شرق گیر ** چون نمیماند تو آن را برق گیر
- Tut ki bütün doğuyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Mademki bu saltanat, kalmayacak, sen onu bir şimşek farzet, çaktı, söndü.
-
مملکت کان مینماند جاودان ** ای دلت خفته تو آن را خواب دان
- Ebedî kalmayacak mülkü, gönül, bir rüya bil!
-
تا چه خواهی کرد آن باد و بروت ** که بگیرد همچو جلادی گلوت
- Cellat gibi boğazına yapışan debdebeyi, şan ve şöhreti ne yapacaksın ki?
-
هم درین عالم بدان که مامنیست ** از منافق کم شنو کو گفت نیست
- Bil ki bu âlemde de bir emniyet bucağı vardır. Yalnız münafıkın sözünü az duy, çünkü o söz, zaten söz değildir.
-
حجت منکران آخرت و بیان ضعف آن حجت زیرا حجت ایشان به دین باز میگردد کی غیر این نمیبینیم
- Ahîreti inkâr edenlerin delilleri ve biz bu âlemden başka âlem görmüyoruz sözünden ibaret olan o delillerin zayıflığı
-
حجتش اینست گوید هر دمی ** گر بدی چیزی دگر هم دیدمی 3930
- Ahireti inkâr edenin delili, her an ancak şudur: Eğer başka bir âlem olsaydı onu görürdük.
-
گر نبیند کودکی احوال عقل ** عاقلی هرگز کند از عقل نقل
- Bir çocuk, aklın eserlerini görmüyor diye akıllı adam, akla ait şeyleri nakletmez mi ki?
-
ور نبیند عاقلی احوال عشق ** کم نگردد ماه نیکوفال عشق
- Akıllı bir adam da aşk ahvalini görmezse aşkın kutlu ayı eksilmez ya!
-
حسن یوسف دیدهی اخوان ندید ** از دل یعقوب کی شد ناپدید
- Yusuf'un güzelliğini kardeşlerinin gözleri görmedi. Fakat Yakub'un gözünden gizli kalmadı ki.
-
مر عصا را چشم موسی چوب دید ** چشم غیبی افعی و آشوب دید
- Musa'nın gözü, asayı bir sopadan ibaret gördü ama gayb gözü de onu bir yılan, bir kıyamet gördü.
-
چشم سر با چشم سر در جنگ بود ** غالب آمد چشم سر حجت نمود 3935
- Baş göziyle can gözü savaştaydı, can gözü, üstün geldi, delil gösterdi
-
چشم موسی دست خود را دست دید ** پیش چشم غیب نوری بد پدید
- Musa'nın gözü, elini el gördü ama can gözüne karşı o elden bit nurdur parladı.
-
این سخن پایان ندارد در کمال ** پیش هر محروم باشد چون خیال
- Bu söz, kemal bakımından sonsuzdur. Hakikatten haberi olmıyan mahrumlara hayal görünür.
-
چون حقیقت پیش او فرج و گلوست ** کم بیان کن پیش او اسرار دوست
- Çünkü onca hakikat, ferçten ve boğazdan ibarettir. Onun yanında sevgilinin sırlarını az söyle.