خویشتن را دید و دید خویشتن ** زهر قتالست هین ای ممتحن 980
Kendisini gördü. Kendisini görmek, öldürücü bir zehirdir ey sınanan kişi kendine gel!
شاهدی کز عشق او عالم گریست ** عالمش میراند از خود جرم چیست
Aşkından alemin ağlayıp inlediği güzeli, ne suçu var ki herkes kendinden uzaklaştırır.
جرم آنک زیور عاریه بست ** کرد دعوی کین حلل ملک منست
Suçu şu: Süsü, püsü iğretidir. Öyle olduğu halde bu elbiseler benimdir diye davaya kalkışır.
واستانیم آن که تا داند یقین ** خرمن آن ماست خوبان دانهچین
Onu alalım da yakinen bilsin, harman bizimdir, güzellerse tanesini toplarlar.
تا بداند کان حلل عاریه بود ** پرتوی بود آن ز خورشید وجود
Bilsin ki o süs, püs iğretidir. O varlık güneşinin bir ışığıdır.
آن جمال و قدرت و فضل و هنر ** ز آفتاب حسن کرد این سو سفر 985
O güzellik, kudret, fazilet ve hüner, güzellik güneşindendir, bu tarafa gelmiş vurmuştur.
باز میگردند چون استارها ** نور آن خورشید ازین دیوارها
O güneşin ışığı, yıldızlar gibi yine şu vurduğu duvarlardan çekilir gider.
پرتو خورشید شد وا جایگاه ** ماند هر دیوار تاریک و سیاه
Güneşin ışığı gitti mi her duvar, kapkara, karanlık bir halde kala kalır.
آنک کرد او در رخ خوبانت دنگ ** نور خورشیدست از شیشهی سه رنگ
Güzellerin yüzünde insanı hayran eden nur, üç renkli camdan vuran güneşin ışığıdır.
شیشههای رنگ رنگ آن نور را ** مینمایند این چنین رنگین بما
Renk,renk camlar o nuru bize çeşit renkli göstermededir.
چون نماند شیشههای رنگرنگ ** نور بیرنگت کند آنگاه دنگ 990
Renk,renk camlar kalmadı mı, o vakitler seni renksiz nur hayran eder.
خوی کن بیشیشه دیدن نور را ** تا چو شیشه بشکند نبود عمی
Nuru, camsız görmeyi adet edin de cam kırılınca kör kalmayasın.
قانعی با دانش آموخته ** در چراغ غیر چشم افروخته
Öğrenilmiş, bellenmiş bilgiye kani olmuş, gözünü başkasının nuru ile aydınlatmışsın.
او چراغ خویش برباید که تا ** تو بدانی مستعیری نیفتا
O da, o ışığı iğreti aldığını bilesin diye senden mumunu kapıverir.
گر تو کردی شکر و سعی مجتهد ** غم مخور که صد چنان بازت دهد
Fakat sen şükreder, çalışıp çabalarsan gam yeme. Sana bunun gibi yüzlercesini verir.
ور نکردی شکر اکنون خون گری ** که شدست آن حسن از کافر بری 995
Şükretmiyorsan artık kan ağla. Çünkü o güzellik kafirden ayrılmıştır.
امة الکفران اضل اعمالهم ** امة الایمان اصلح بالهم
Küfre ümmet olanların işleri borçtur. İmana ümmet olanların kalpleri temizdir, özleri halistir.
گم شد از بیشکر خوبی و هنر ** که دگر هرگز نبیند زان اثر
Şükür etmeyenden güzellikte kaybolur, hüner ve sanat da. Artık bir daha ondan bir eser bile göremez.
خویشی و بیخویشی و سکر وداد ** رفت زان سان که نیاردشان به یاد
Akrabalık akraba olmayış, şükür ve sevgi, öyle bir gider ki bir daha aklına bile gelmez.
که اضل اعمالهم ای کافران ** جستن کامست از هر کامران
Ey kafirler, “Yaptıkları işledikleri boştur” ayeti, her murada erişmiş kişinin elinden o muradın, o maksadın çıkıp gitmesidir.
جز ز اهل شکر و اصحاب وفا ** که مریشان راست دولت در قفا 1000
Yalnız şükür ehliyle vefa sahiplerinin elde ettikleri kaybolmaz. Çünkü devlet, onların arkalarındadır.
دولت رفته کجا قوت دهد ** دولت آینده خاصیت دهد
Elden giden devlet, nereden kuvvet verecek? İnsana kuvvet ve kudret, gelecek devletten gelir.
قرض ده زین دولت اندر اقرضوا ** تا که صد دولت ببینی پیش رو
“Borç verin” emrine uy da bu devletten borç ver. Bu suretle önünde yüzlerce devlet görürsün.
اندکی زین شرب کم کن بهر خویش ** تا که حوض کوثری یابی به پیش
Bu içilen şeyden, biraz iç de önünde kevser havuzunu bulasın.
جرعه بر خاک وفا آنکس که ریخت ** کی تواند صید دولت زو گریخت
Vefa toprağına bir yudumcuk döken kişiden devlet avı, nasıl olur da kaçabilir?
خوش کند دلشان که اصلح بالهم ** رد من بعد التوی انزالهم 1005
Tanrı, onları gönüllerini hoş eder. “Özleri doğrulmuştur halistir” Tanrı, onlara ihsan ettikleri şeyleri, o şeyler mahvolup bittikten sonra yine ihsan eder.
ای اجل وی ترک غارتساز ده ** هر چه بردی زین شکوران باز ده
Ey ecel, ey köyü yağmalayan , bu şükreden kullardan ne aldıysan geri ver der.
وا دهد ایشان بنپذیرند آن ** زانک منعم گشتهاند از رخت جان
Ecel verir, verir ama onu kabul etmezler. Çünkü can nimetleriyle nimetlenmişlerdir.
صوفییم و خرقهها انداختیم ** باز نستانیم چون در باختیم
Biz sofiyiz, hırkalarımızı attık. Mademki oynayıp yutulduk, artık geri almayız.
ما عوض دیدیم آنگه چون عوض ** رفت از ما حاجت و حرص و غرض
Biz, verdiğimiz şeylere karşılık ihsanlar elde ettik; bizden ihtiyaç, hırs ve garez gitti.
ز آب شور و مهلکی بیرون شدیم ** بر رحیق و چشمهی کوثر زدیم 1010
Tuzlu ve helak edici sudan çıktık, arı duru suya, kevser kaynağına atıldık. Ey alem başkalarına ettiğin şeyler, vefasızlıktır, hiledir, aşırı nazdır.
آنچ کردی ای جهان با دیگران ** بیوفایی و فن و ناز گران
Biz, verdiğimiz şeylere karşılık ihsanlar elde ettik bütün onları, senin başına döktük.
بر سرت ریزیم ما بهر جزا ** که شهیدیم آمده اندر غزا
Çünkü biz savaşa girmiş, savaşa girmiş savaşta şehit olmuş erleriz derler.
تا بدانی که خدای پاک را ** بندگان هستند پر حمله و مری
Sen de bu suretle bil ki pak Tanrı’nın yürekli ve yiğit öyle kulları vardır ki,
سبلت تزویر دنیا بر کنند ** خیمه را بر باروی نصرت زنند
Dünya yalanının bıyığını koparırlar, otağlarını yardım burcunun ta üstüne kurarlar.
این شهیدان باز نو غازی شدند ** وین اسیران باز بر نصرت زدند 1015
Bu şehitler yine yeni baştan gazi olurlar. Bu tutsaklar yine yardım elde ederler.
سر برآوردند باز از نیستی ** که ببین ما را گر اکمه نیستی
Sonra yine yeni baştan yokluktan baş gösterirler de anadan doğma kör değilsen gör derler.
تا بدانی در عدم خورشیدهاست ** وآنچ اینجا آفتاب آنجا سهاست
Sen de bu suretle bil ki yoklukta güneşler vardır. Burada güneş sayılan, orada süha yıldızıdır.
در عدم هستی برادر چون بود ** ضد اندر ضد چون مکنون بود
Kardeş yoklukta varlık nasıl olur? Zıt, zıddın içine nasıl girer sığışır?
یخرج الحی من المیت بدان ** که عدم آمد امید عابدان
“Ölüden diri çıkarır” hükmünü bil. Yokluk ibadet edenlerin ümididir.
مرد کارنده که انبارش تهیست ** شاد و خوش نه بر امید نیستیست 1020
Ambarı boş olan ekinci, yokluk ümidi ile neşelenmez mi?
که بروید آن ز سوی نیستی ** فهم کن گر واقف معنیستی
O yokluktan tohum bitecek, mahsul verecek diye sevinmez mi? Bu işi anladıysan düşün bak.
دم به دم از نیستی تو منتظر ** که بیابی فهم و ذوق آرام و بر
Sen de an be an yokluktan anlayış, zevk, huzur ve ihsan bulmayı beklemektesin.
نیست دستوری گشاد این راز را ** ورنه بغدادی کنم ابخاز را
Bu sırrı açığa vurmaya izin yok. Yoksa (değersiz bir şehir olan) Ebhaz’ı bir Bağdat haline getirirdim.
پس خزانهی صنع حق باشد عدم ** که بر آرد زو عطاها دم به دم
Şu halde yokluk Tanrı sanatının hazinesidir. Ondan anbean ihsanlar gelip durmaktadır.
مبدع آمد حق و مبدع آن بود ** که برآرد فرع بیاصل و سند 1025
Tanrı eşsiz, örneksiz şeyler yaratıp durmaktadır. Eşsiz örneksiz şeyler yaratan da o zattır ki bir aslı, bir dayanağı olmadığı halde fer-i yaratır, izhar eder.
مثال عالم هست نیستنما و عالم نیست هستنما
Yok gibi görünen ve hakikatta var olan alemle yok olduğu halde var görünen alem
نیست را بنمود هست و محتشم ** هست را بنمود بر شکل عدم
Tanrı yoku var ve debdebeli gösterdi, varı da yokluk şeklinde izhar etti.
بحر را پوشید و کف کرد آشکار ** باد را پوشید و بنمودت غبار
Denizi örttü de köpüğü meydana çıkardı, rüzgarı örttü de sana tozu gösterdi.
چون منارهی خاک پیچان در هوا ** خاک از خود چون برآید بر علا
Toprak, bir minare gibi havada döne,döne yücelir. Toprak, kendiliğinden nasıl olur da yücelere çıkar?
خاک را بینی به بالا ای علیل ** باد را نی جز به تعریف دلیل
A illetli, toprağı yücelerde görüyorsun, fakat rüzgarı görmüyorsun, onu delil ile anlıyorsun.