حبذا اسپان رام پیشرو ** نه سپسرو نه حرونی را گرو
Ne mutludur binicisine râm olan ve doğru giden atlar. Onlar, ne geri giderler, ne huysuzluk ederler.
گرمرو چون جسم موسی کلیم ** تا به بحرینش چو پهنای گلیم
Allah Kelim’i Musa gibi hızlı hızlı gider, bir kilim gibi Bahreyn’e kadar varır, yayılır.
هست هفصدساله راه آن حقب ** که بکرد او عزم در سیران حب
Musa’nın gittiği yol, tam yedi yüz yıllık yoldu, o sevda ile bu kadar uzun yolu aştı.
همت سیر تنش چون این بود ** سیر جانش تا به علیین بود
Bedenindeki gidiş gayreti bu kadardı. Canındaki gayretse ta İlliyn’e değdi.
شهسواران در سباقت تاختند ** خربطان در پایگه انداختند 1130
İyi biniciler, birbirlerini geçmek için atlarını sürdüler. Karınları şiş battallarsa ahırda kala kaldılar.
مثل
Örnek
آنچنان که کاروانی میرسید ** در دهی آمد دری را باز دید
Hani bir kervan bir köye gelip çatmış, orada açık bir kapı görmüştü.
آن یکی گفت اندرین برد العجوز ** تا بیندازیم اینجا چند روز
Kervan halkından biri bu kocakarı soğuğunda eşyamızı buraya atalım, birkaç gün burada kalalım dedi.
بانگ آمد نه بینداز از برون ** وانگهانی اندر آ تو اندرون
İçeriden bir ses geldi: Hayır ,neyiniz varsa önce dışarıya bırakın da ondan sonra içeri girin.
هم برون افکن هر آنچ افکندنیست ** در میا با آن کای ن مجلس سنیست
Atılması gereken ne varsa dışarıya at da öyle gel. Onlarla içeriye girmeye kalkışma ki bu meclis pek yüce bir meclistir.
بد هلال استاددل جانروشنی ** سایس و بندهی امیری مومنی 1135
Hilâl, gönlü üstat, ruhu aydın bir zattı. İnanmış bir adamın kuluydu, ona seyislik etmekteydi.
سایسی کردی در آخر آن غلام ** لیک سلطان سلاطین بنده نام
Ahırda seyislik ediyordu, ay, kuldu, köleydi ama hakikatte padişahlar padişahıydı.
آن امیر از حال بنده بیخبر ** که نبودش جز بلیسانه نظر
Beyin, kölesinden haberi bile yoktur. Çünkü ona ancak şeytanın Âdem’e baktığı gibi bakıyordu.
آب و گل میدید و در وی گنج نه ** پنج و شش میدید و اصل پنج نه
Ancak su ve toprak görüyordu, ondaki defineden haberi yoktu. Beş duyguyla altı ciheti görüyordu, beş duygunun aslını değil.
رنگ طین پیدا و نور دین نهان ** هر پیمبر این چنین بد در جهان
Toprağın rengi meydandaydı, din nuru görünmüyordu. Her peygamber âlemde böyleydi.
آن مناره دید و در وی مرغ نی ** بر مناره شاهبازی پر فنی 1140
Birisi minareyi görür, minaredeki kuşu göremez. Minaredeki hünerli doğanı gözü alamaz.
وان دوم میدید مرغی پرزنی ** لیک موی اندر دهان مرغ نی
İkincisi, kanatlarını çırpan kuşu görür, fakat kuşun ağzındaki tüyü göremez.
وانک او ینظر به نور الله بود ** هم ز مرغ و هم ز مو آگاه بود
Allah nuru ile bakansa hem kuşu görür, hem ağzındaki tüyü.
گفت آخر چشم سوی موی نه ** تا نبینی مو بنگشاید گره
Öbürüne der ki: Tüyü gör tüyü. Tüyü göremedikçe düğüm açılmaz.
آن یکی گل دید نقشین دو وحل ** وآن دگر گل دید پر علم و عمل
Birisi insanı nakışlarla bezenmiş balçıktan bir suret görür öbürü ilim ve amelle dolu bir balçık!
تن مناره علم و طاعت همچو مرغ ** خواه سیصد مرغگیر و یا دو مرغ 1145
Beden minaredir, ilim ve ibadet kuşa benzer, onu ister üç yüz tane say ister iki tane.
مرد اوسط مرغبینست او و بس ** غیر مرغی مینبیند پیش و پس
Orta görüşlü adam, yalnız kuşu görür, kuştan başka önde, artta hiçbir şey göremez.
موی آن نور نیست پنهان آن مرغ ** هیچ عاریت نباشد کار او
Tüyse, kuşta gizli olan tüydür, kuşun canı onunla kaimdir.
مرغ کان مویست درمنقار او ** هیچ عاریت نباشد کار او
علم او از جان او جوشد مدام ** پیش او نه مستعار آمد نه وام
Onun bilgisi daima canından coşar.Ne eğretidir,ne borç!
رنجور شدن این هلال و بیخبری خواجهی او از رنجوری او از تحقیر و ناشناخت و واقف شدن دل مصطفی علیهالسلام از رنجوری و حال او و افتقاد و عیادت رسول علیهالسلام این هلال را
Hilâl hastalandı, efendisi onu hor görür, tanımazdı, hastalığını da duymadı. Mustafa aleyhisselâm’ın gönlüne doğdu.Hilâl’in hatırını sormaya,ona geçmiş olsun demeye gitti.
از قضا رنجور و ناخوش شد هلال ** مصطفی را وحی شد غماز حال 1150
Hilâl kazara hastalandı, zayıflamaya, erimeye başladı. Mustafa, vahiyle onun halini anladı.
بد ز رنجوریش خواجهش بیخبر ** که بر او بد کساد و بیخطر
Efendisi, onu, pek hor gördüğünden hastalığından da haberdar olmadı.
خفته نه روز اندر آخر محسنی ** هیچ کس از حال او آگاه نی
O ihsan sahibi ahırda tam dokuz gün yattı. Hiç kimse halini bilmiyordu.
آنک کس بود و شهنشاه کسان ** عقل صد چون قلزمش هر جا رسان
Er olan, erlere padişahlar padişahı kesilen, kendisini yüzlerce akıl, bir deniz gibi kaplayan,
وحیش آمد رحم حق غمخوار شد ** که فلان مشتاق تو بیمار شد
Peygambere vahiy geldi, Allah merhameti dertlilere derman oldu, iştiyakını çeken Hilâl hastadır.
مصطفی بهر هلال با شرف ** رفت از بهر عیادت آن طرف 1155
Mustafa kadri yüce Hilâl’i görmek, ona geçmiş olsun deyip hatırını sormak için o tarafa doğru yola çıktı.
در پی خورشید وحی آن مه دوان ** وآن صحابه در پیش چون اختران
O ay, vahiy güneşinin ardına düşmüş, sahabe de yıldızlar gibi onun ardınca gitmedeydi.
ماه میگوید که اصحابی نجوم ** للسری قدوه و للطاغی رجوم
Ay “Sahabem yıldızlara benzer. İyilere, doğru yolu gösterirler, azgınları taşlarlar” diyordu.
میر را گفتند که آن سلطان رسید ** او ز شادی بیدل و جان برجهید
Beye, o padişah geldi dediler. Neşesinden çılgın bir halde yerinden sıçradı.
برگمان آن ز شادی زد دو دست ** کان شهنشه بهر او میر آمدست
O padişahlar padişahını, kendisi için gelmiş sanıp sevinçten ellerini çırptı.
چون فرو آمد ز غرفه آن امیر ** جان همیافشاند پامزد بشیر 1160
Aşağıya inip muştucuya canlar saçıyordu âdeta.
پس زمینبوس و سلام آورد او ** کرد رخ را از طرب چون ورد او
Yeri öptü, selâm verdi. Yüzü, sevincinden gül gibi kızarmıştı.
گفت بسمالله مشرف کن وطن ** تا که فردوسی شود این انجمن
Buyurun, dedi, yurdumuzu şereflendirin de burası cennete dönsün.
تا فزاید قصر من بر آسمان ** که بدیدم قطب دوران زمان
Evim, gökyüzünden üstün olsun, çünkü zamanın kutbunu gördüm.
گفتش از بهر عتاب آن محترم ** من برای دیدن تو نامدم
O hürmete değer sultan, onu azarlar gibi dedi ki: Ben seni görmeye gelmedim.
گفت روحم آن تو خود روح چیست ** هین بفرما کین تجشم بهر کیست 1165
Bey; ruhum sana feda olsun, dedi, hattâ ruh da nedir ki? Lütuf et, bu geliş kimin için? Söyle.
تا شوم من خاک پای آن کسی ** که به باغ لطف تستش مغرسی
Söyle de senin lütuf ve ihsan bağına dikilmiş bir fidan olan o zatın ayaklarına toprak olayım.
پس بگفتش کان هلال عرش کو ** همچو مهتاب از تواضع فرش کو
Mustafa, arşın Hilâl’i nerede? Tevazuundan ay ışığı gibi yerlere döşenen.
آن شهی در بندگی پنهان شده ** بهر جاسوسی به دنیا آمده
Kullukta gizlenen padişah, o sırları duymak için dünyaya gelmiş er nerede?
تو مگو کو بنده و آخرجی ماست ** این بدان که گنج در ویرانههاست
O bizim kulumuz, seyisimiz deme. Şunu bil ki define yıkık yerlerdedir.
ای عجب چونست از سقم آن هلال ** که هزاران بدر هستش پایمال 1170
Binlerce dolunay, ayaklarının altına döşenmiş olan Hilâl, hastalıkla ne âlemde acaba? dedi.
گفت از رنجش مرا آگاه نیست ** لیک روزی چند بر درگاه نیست
Bey; hastalığından haberim yok ama dedi, birkaç gündür yanıma gelmedi.
صحبت او با ستور و استرست ** سایس است و منزلش این آخرست
O, atlarla katırlarla düşer kalkar, seyis olduğu için şu ahırda yatar.
در آمدن مصطفی علیهالسلام از بهر عیادت هلال در ستورگاه آن امیر و نواختن مصطفی هلال را رضی الله عنه
Mustafa aleyhisselâm’ın, Hilâl’e geçmiş olsun demek için o beyin ahırına girmesi ve –Allah razı olsun—Hilâl’e iltifatta bulunması.
رفت پیغامبر به رغبت بهر او ** اندر آخر وآمد اندر جست و جو
Peygamber, Hilâl’i görmek üzere ahıra girdi araştırmaya başladı.
بود آخر مظلم و زشت و پلید ** وین همه برخاست چون الفت رسید
Ahır karanlık, pis ve berbattı. Fakat ülfet zamanı gelip çatınca bu kötülüklerin hepsi ortadan kalktı.
بوی پیغامبر ببرد آن شیر نر ** همچنانک بوی یوسف را پدر 1175
O erkek aslan, Yusuf’un kokusunu alan Yakup gibi Peygamberin kokusunu aldı.