وان دوم میدید مرغی پرزنی ** لیک موی اندر دهان مرغ نی
İkincisi, kanatlarını çırpan kuşu görür, fakat kuşun ağzındaki tüyü göremez.
وانک او ینظر به نور الله بود ** هم ز مرغ و هم ز مو آگاه بود
Allah nuru ile bakansa hem kuşu görür, hem ağzındaki tüyü.
گفت آخر چشم سوی موی نه ** تا نبینی مو بنگشاید گره
Öbürüne der ki: Tüyü gör tüyü. Tüyü göremedikçe düğüm açılmaz.
آن یکی گل دید نقشین دو وحل ** وآن دگر گل دید پر علم و عمل
Birisi insanı nakışlarla bezenmiş balçıktan bir suret görür öbürü ilim ve amelle dolu bir balçık!
تن مناره علم و طاعت همچو مرغ ** خواه سیصد مرغگیر و یا دو مرغ 1145
Beden minaredir, ilim ve ibadet kuşa benzer, onu ister üç yüz tane say ister iki tane.
مرد اوسط مرغبینست او و بس ** غیر مرغی مینبیند پیش و پس
Orta görüşlü adam, yalnız kuşu görür, kuştan başka önde, artta hiçbir şey göremez.
موی آن نور نیست پنهان آن مرغ ** هیچ عاریت نباشد کار او
Tüyse, kuşta gizli olan tüydür, kuşun canı onunla kaimdir.
مرغ کان مویست درمنقار او ** هیچ عاریت نباشد کار او
علم او از جان او جوشد مدام ** پیش او نه مستعار آمد نه وام
Onun bilgisi daima canından coşar.Ne eğretidir,ne borç!
رنجور شدن این هلال و بیخبری خواجهی او از رنجوری او از تحقیر و ناشناخت و واقف شدن دل مصطفی علیهالسلام از رنجوری و حال او و افتقاد و عیادت رسول علیهالسلام این هلال را
Hilâl hastalandı, efendisi onu hor görür, tanımazdı, hastalığını da duymadı. Mustafa aleyhisselâm’ın gönlüne doğdu.Hilâl’in hatırını sormaya,ona geçmiş olsun demeye gitti.
از قضا رنجور و ناخوش شد هلال ** مصطفی را وحی شد غماز حال 1150
Hilâl kazara hastalandı, zayıflamaya, erimeye başladı. Mustafa, vahiyle onun halini anladı.
بد ز رنجوریش خواجهش بیخبر ** که بر او بد کساد و بیخطر
Efendisi, onu, pek hor gördüğünden hastalığından da haberdar olmadı.
خفته نه روز اندر آخر محسنی ** هیچ کس از حال او آگاه نی
O ihsan sahibi ahırda tam dokuz gün yattı. Hiç kimse halini bilmiyordu.
آنک کس بود و شهنشاه کسان ** عقل صد چون قلزمش هر جا رسان
Er olan, erlere padişahlar padişahı kesilen, kendisini yüzlerce akıl, bir deniz gibi kaplayan,
وحیش آمد رحم حق غمخوار شد ** که فلان مشتاق تو بیمار شد
Peygambere vahiy geldi, Allah merhameti dertlilere derman oldu, iştiyakını çeken Hilâl hastadır.
مصطفی بهر هلال با شرف ** رفت از بهر عیادت آن طرف 1155
Mustafa kadri yüce Hilâl’i görmek, ona geçmiş olsun deyip hatırını sormak için o tarafa doğru yola çıktı.
در پی خورشید وحی آن مه دوان ** وآن صحابه در پیش چون اختران
O ay, vahiy güneşinin ardına düşmüş, sahabe de yıldızlar gibi onun ardınca gitmedeydi.
ماه میگوید که اصحابی نجوم ** للسری قدوه و للطاغی رجوم
Ay “Sahabem yıldızlara benzer. İyilere, doğru yolu gösterirler, azgınları taşlarlar” diyordu.
میر را گفتند که آن سلطان رسید ** او ز شادی بیدل و جان برجهید
Beye, o padişah geldi dediler. Neşesinden çılgın bir halde yerinden sıçradı.
برگمان آن ز شادی زد دو دست ** کان شهنشه بهر او میر آمدست
O padişahlar padişahını, kendisi için gelmiş sanıp sevinçten ellerini çırptı.
چون فرو آمد ز غرفه آن امیر ** جان همیافشاند پامزد بشیر 1160
Aşağıya inip muştucuya canlar saçıyordu âdeta.
پس زمینبوس و سلام آورد او ** کرد رخ را از طرب چون ورد او
Yeri öptü, selâm verdi. Yüzü, sevincinden gül gibi kızarmıştı.
گفت بسمالله مشرف کن وطن ** تا که فردوسی شود این انجمن
Buyurun, dedi, yurdumuzu şereflendirin de burası cennete dönsün.
تا فزاید قصر من بر آسمان ** که بدیدم قطب دوران زمان
Evim, gökyüzünden üstün olsun, çünkü zamanın kutbunu gördüm.
گفتش از بهر عتاب آن محترم ** من برای دیدن تو نامدم
O hürmete değer sultan, onu azarlar gibi dedi ki: Ben seni görmeye gelmedim.
گفت روحم آن تو خود روح چیست ** هین بفرما کین تجشم بهر کیست 1165
Bey; ruhum sana feda olsun, dedi, hattâ ruh da nedir ki? Lütuf et, bu geliş kimin için? Söyle.
تا شوم من خاک پای آن کسی ** که به باغ لطف تستش مغرسی
Söyle de senin lütuf ve ihsan bağına dikilmiş bir fidan olan o zatın ayaklarına toprak olayım.
پس بگفتش کان هلال عرش کو ** همچو مهتاب از تواضع فرش کو
Mustafa, arşın Hilâl’i nerede? Tevazuundan ay ışığı gibi yerlere döşenen.
آن شهی در بندگی پنهان شده ** بهر جاسوسی به دنیا آمده
Kullukta gizlenen padişah, o sırları duymak için dünyaya gelmiş er nerede?
تو مگو کو بنده و آخرجی ماست ** این بدان که گنج در ویرانههاست
O bizim kulumuz, seyisimiz deme. Şunu bil ki define yıkık yerlerdedir.
ای عجب چونست از سقم آن هلال ** که هزاران بدر هستش پایمال 1170
Binlerce dolunay, ayaklarının altına döşenmiş olan Hilâl, hastalıkla ne âlemde acaba? dedi.
گفت از رنجش مرا آگاه نیست ** لیک روزی چند بر درگاه نیست
Bey; hastalığından haberim yok ama dedi, birkaç gündür yanıma gelmedi.
صحبت او با ستور و استرست ** سایس است و منزلش این آخرست
O, atlarla katırlarla düşer kalkar, seyis olduğu için şu ahırda yatar.
در آمدن مصطفی علیهالسلام از بهر عیادت هلال در ستورگاه آن امیر و نواختن مصطفی هلال را رضی الله عنه
Mustafa aleyhisselâm’ın, Hilâl’e geçmiş olsun demek için o beyin ahırına girmesi ve –Allah razı olsun—Hilâl’e iltifatta bulunması.
رفت پیغامبر به رغبت بهر او ** اندر آخر وآمد اندر جست و جو
Peygamber, Hilâl’i görmek üzere ahıra girdi araştırmaya başladı.
بود آخر مظلم و زشت و پلید ** وین همه برخاست چون الفت رسید
Ahır karanlık, pis ve berbattı. Fakat ülfet zamanı gelip çatınca bu kötülüklerin hepsi ortadan kalktı.
بوی پیغامبر ببرد آن شیر نر ** همچنانک بوی یوسف را پدر 1175
O erkek aslan, Yusuf’un kokusunu alan Yakup gibi Peygamberin kokusunu aldı.
موجب ایمان نباشد معجزات ** بوی جنسیت کند جذب صفات
Mucizeler, imana sebep olmaz, sıfatları çeken cinsiyet kokusudur.
معجزات از بهر قهر دشمنست ** بوی جنسیت پی دل بردنست
Mucizeler, düşmanı kahretmek içindir. Halbuki cinsiyet kokusu, gönül almaya insanı âşık etmeye sebep olur.
قهر گردد دشمن اما دوست نی ** دوست کی گردد ببسته گردنی
Mucizeler, düşmanı kahreder ama dostu değil. Hiç dostun boynu bağlanır mı?
اندر آمد او ز خواب از بوی او ** گفت سرگیندان درون زین گونه بو
Hilâl uykudayken Peygamberin kokusunu aldı, bu gübrelik içindeki şu güzel koku nedir ki? dedi.
از میان پای استوران بدید ** دامن پاک رسول بیندید 1180
Derken atların, katırların ayakları arasında o eşi olmayan Peygamberin tertemiz eteğini gördü.
پس ز کنج آخر آمد غژغژان ** روی بر پایش نهاد آن پهلوان
Sürüne sürüne ahırın bucağından gelip o erin ayağına yüzünü, gözünü sürdü.
پس پیمبر روی بر رویش نهاد ** بر سر و بر چشم و رویش بوسه داد
Peygamber, yüzünü yüzüne sürdü. Başını, yüzünü, gözünü öptü.
گفت یا ربا چه پنهان گوهری ** ای غریب عرش چونی خوشتری
Rabbim dedi, sen ne gizli mücevhersin. Ey arş garibi, nasılsın, iyi misin?
گفت چون باشد خود آن شوریده خواب ** که در آید در دهانش آفتاب
Hilâl dedi ki: Uykusu dağılmış bir âşıkın ağzına gün doğarsa ne hale gelir?
چون بود آن تشنهای کو گل چرد ** آب بر سر بنهدش خوش میبرد 1185
Toprak çiğneyen bir susuzu su, güzel bir halde başı üstünde taşırsa nasıl olur?
در بیان آنک مصطفی علیهالسلام شنید کی عیسی علیهالسلام بر روی آب رفت فرمود لو ازداد یقینه لمشی علی الهواء
Mustafa aleyhisselâm,İsa aleyhisselâm’ın su üstünde yürüdüğünü duyunca “Yakıyni artsaydı hava üstünde yürürdü” buyurmuştur.
همچو عیسی بر سرش گیرد فرات ** که ایمنی از غرقه در آب حیات
İsa gibi hani. Irmak onu baş üstünde tutardı; Abıhayat içinde gark olmadan emindi.
گوید احمد گر یقینش افزون بدی ** خود هوایش مرکب و مامون بدی
Ahmed dedi ki: Eğer yakıyni fazla olsaydı hava ona binek olurdu.
همچو من که بر هوا راکب شدم ** در شب معراج مستصحب شدم
Benim gibi... Ben de havaya bindim, miraç gecesi hava üstünde yürüdüm.
گفت چون باشد سگی کوری پلید ** جست او از خواب خود را شیر دید
Hilâl dedi ki: Kör ve pis bir köpek, uykudan sıçrayıp kalkar da kendisini aslan olmuş görünce ne hale gelir?
نه چنان شیری که کس تیرش زند ** بل ز بیمش تیغ و پیکان بشکند 1190
Fakat okla vurulan aslan gibi bir aslan değil, korkusundan kılıçların temrenlerin kırıldığı bir aslan!