-
گفت از رنجش مرا آگاه نیست ** لیک روزی چند بر درگاه نیست
- Bey; hastalığından haberim yok ama dedi, birkaç gündür yanıma gelmedi.
-
صحبت او با ستور و استرست ** سایس است و منزلش این آخرست
- O, atlarla katırlarla düşer kalkar, seyis olduğu için şu ahırda yatar.
-
در آمدن مصطفی علیهالسلام از بهر عیادت هلال در ستورگاه آن امیر و نواختن مصطفی هلال را رضی الله عنه
- Mustafa aleyhisselâm’ın, Hilâl’e geçmiş olsun demek için o beyin ahırına girmesi ve –Allah razı olsun—Hilâl’e iltifatta bulunması.
-
رفت پیغامبر به رغبت بهر او ** اندر آخر وآمد اندر جست و جو
- Peygamber, Hilâl’i görmek üzere ahıra girdi araştırmaya başladı.
-
بود آخر مظلم و زشت و پلید ** وین همه برخاست چون الفت رسید
- Ahır karanlık, pis ve berbattı. Fakat ülfet zamanı gelip çatınca bu kötülüklerin hepsi ortadan kalktı.
-
بوی پیغامبر ببرد آن شیر نر ** همچنانک بوی یوسف را پدر 1175
- O erkek aslan, Yusuf’un kokusunu alan Yakup gibi Peygamberin kokusunu aldı.
-
موجب ایمان نباشد معجزات ** بوی جنسیت کند جذب صفات
- Mucizeler, imana sebep olmaz, sıfatları çeken cinsiyet kokusudur.
-
معجزات از بهر قهر دشمنست ** بوی جنسیت پی دل بردنست
- Mucizeler, düşmanı kahretmek içindir. Halbuki cinsiyet kokusu, gönül almaya insanı âşık etmeye sebep olur.
-
قهر گردد دشمن اما دوست نی ** دوست کی گردد ببسته گردنی
- Mucizeler, düşmanı kahreder ama dostu değil. Hiç dostun boynu bağlanır mı?
-
اندر آمد او ز خواب از بوی او ** گفت سرگیندان درون زین گونه بو
- Hilâl uykudayken Peygamberin kokusunu aldı, bu gübrelik içindeki şu güzel koku nedir ki? dedi.
-
از میان پای استوران بدید ** دامن پاک رسول بیندید 1180
- Derken atların, katırların ayakları arasında o eşi olmayan Peygamberin tertemiz eteğini gördü.
-
پس ز کنج آخر آمد غژغژان ** روی بر پایش نهاد آن پهلوان
- Sürüne sürüne ahırın bucağından gelip o erin ayağına yüzünü, gözünü sürdü.
-
پس پیمبر روی بر رویش نهاد ** بر سر و بر چشم و رویش بوسه داد
- Peygamber, yüzünü yüzüne sürdü. Başını, yüzünü, gözünü öptü.
-
گفت یا ربا چه پنهان گوهری ** ای غریب عرش چونی خوشتری
- Rabbim dedi, sen ne gizli mücevhersin. Ey arş garibi, nasılsın, iyi misin?
-
گفت چون باشد خود آن شوریده خواب ** که در آید در دهانش آفتاب
- Hilâl dedi ki: Uykusu dağılmış bir âşıkın ağzına gün doğarsa ne hale gelir?
-
چون بود آن تشنهای کو گل چرد ** آب بر سر بنهدش خوش میبرد 1185
- Toprak çiğneyen bir susuzu su, güzel bir halde başı üstünde taşırsa nasıl olur?
-
در بیان آنک مصطفی علیهالسلام شنید کی عیسی علیهالسلام بر روی آب رفت فرمود لو ازداد یقینه لمشی علی الهواء
- Mustafa aleyhisselâm,İsa aleyhisselâm’ın su üstünde yürüdüğünü duyunca “Yakıyni artsaydı hava üstünde yürürdü” buyurmuştur.
-
همچو عیسی بر سرش گیرد فرات ** که ایمنی از غرقه در آب حیات
- İsa gibi hani. Irmak onu baş üstünde tutardı; Abıhayat içinde gark olmadan emindi.
-
گوید احمد گر یقینش افزون بدی ** خود هوایش مرکب و مامون بدی
- Ahmed dedi ki: Eğer yakıyni fazla olsaydı hava ona binek olurdu.
-
همچو من که بر هوا راکب شدم ** در شب معراج مستصحب شدم
- Benim gibi... Ben de havaya bindim, miraç gecesi hava üstünde yürüdüm.
-
گفت چون باشد سگی کوری پلید ** جست او از خواب خود را شیر دید
- Hilâl dedi ki: Kör ve pis bir köpek, uykudan sıçrayıp kalkar da kendisini aslan olmuş görünce ne hale gelir?
-
نه چنان شیری که کس تیرش زند ** بل ز بیمش تیغ و پیکان بشکند 1190
- Fakat okla vurulan aslan gibi bir aslan değil, korkusundan kılıçların temrenlerin kırıldığı bir aslan!
-
کور بر اشکم رونده همچو مار ** چشمها بگشاد در باغ و بهار
- Yılan gibi karnı üstünde sürünüp giden bir körün gözü açılır, bağı, baharı görürse ne olur?
-
چون بود آن چون که از چونی رهید ** در حیاتستان بیچونی رسید
- Mahiyet ve keyfiyetten kurtulan, keyfiyetsizliğin ebedi hayat yurduna ulaşan birisi nasıl olur?
-
گشت چونیبخش اندر لامکان ** گرد خوانش جمله چونها چون سگان
- Mekansızlık yurduna mahiyet ve keyfiyet bağışlayan bir hale gelir, bütün keyfiyet ve mahiyetler, köpekler gibi sofrasının etrafına toplanırsa.
-
او ز بیچونی دهدشان استخوان ** در جنابت تن زن این سوره مخوان
- Keyfiyetsizlik âleminden onlara kemik verirse ne olur? Cenabetken sus, bu sûreyi okuma.
-
تا ز چونی غسل ناری تو تمام ** تو برین مصحف منه کف ای غلام 1195
- Keyfiyetten gusül edip, tamamı ile yıkanıp arınmadıkça sen bu musafa dokunma oğlum.
-
گر پلیدم ور نظیفم ای شهان ** این نخوانم پس چه خوانم در جهان
- Fakat ey padişahlar, pis olayım, temiz olayım, âlemde bunu okumayayım da neyi okuyayım?
-
تو مرا گویی که از بهر ثواب ** غسل ناکرده مرو در حوض آب
- Sen bana sevaba girmem için diyorsun ki yıkanıp arınmadan su havuzuna girme.
-
از برون حوض غیر خاک نیست ** هر که او در حوض ناید پاک نیست
- Fakat havuzun dışında topraktan başka bir şey yok. Havuza girmeyen temizlenemiyor.
-
گر نباشد آبها را این کرم ** کو پذیرد مر خبث را دم به دم
- Suyun bu lütuf ve keremi olmasa, her an pislikleri kabul edip temizlemese,
-
وای بر مشتاق و بر اومید او ** حسرتا بر حسرت جاوید او 1200
- Vay ona iştiyak çekenlere, vay ona ümit bağlayanlara, vay onların ebedi hasretine!
-
آب دارد صد کرم صد احتشام ** که پلیدان را پذیرد والسلام
- Suyun yüzlerce lütfu vardır, yüzlerce ihsanı vardır. Pislikleri kabul eder vesselâm.
-
ای ضیاء الحق حسامالدین که نور ** پاسبان تست از شر الطیور
- Ey Hak ziyası Hüsamettin, nur seni kötü kuşlardan korur, gözetip bekler.
-
پاسبان تست نور و ارتقاش ** ای تو خورشید مستر از خفاش
- Ey yarasalardan gizli olan güneş, Allah nuru ve onun yücelişi, senin gözcün, bekçindir.
-
چیست پرده پیش روی آفتاب ** جز فزونی شعشعه و تیزی تاب
- Güneşin yüzündeki perde, ancak parlaklığının fazlalığı ve ışığının keskin ve şiddetli oluşudur.
-
پردهی خورشید هم نور ربست ** بینصیب از وی خفاشست و شبست 1205
- Güneşin perdesi de Allah nurudur. Ondan nasipsiz olan yarasadır, gecedir.
-
هر دو چون در بعد و پرده ماندهاند ** یا سیهرو یا فسرده ماندهاند
- Her ikisi de güneşten uzakta ve perde ardında kaldığından ya yüzleri kararmıştır, yahut da donup kalmışlardır.
-
چون نبشتی بعضی از قصهی هلال ** داستان بدر آر اندر مقال
- Hilâl’e ait hikâyenin bir kısmını yazdım. Şimdi de dolunaya ait hikâyeyi dile getir.
-
آن هلال و بدر دارند اتحاد ** از دوی دورند و از نقص و فساد
- Hilâl’le dolunay birdir. İkilikten, noksandan, gidilmeden uzaktır onlar.
-
آن هلال از نقص در باطن بریست ** آن به ظاهر نقص تدریج آوریست
- Hilâl hakikatte noksan kabul etmez, görünüşteki noksan, yavaş yavaş dolunay haline gelmek,kemal bulmaktır.
-
درس گوید شب به شب تدریج را ** در تانی بر دهد تفریج را 1210
- Geceleyin geceye yavaşlık hususunda ders verir. Sıkıntının yavaş yavaş açılacağını gösterir.
-
در تانی گوید ای عجول خام ** پایهپایه بر توان رفتن به بام
- Yavaşlıkla ey ham aceleci der, dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır.
-
دیگ را تدریج و استادانه جوش ** کار ناید قلیهی دیوانه جوش
- Tencereye yavaş ve ustaca kayna, delice kaynayan yemekten hayır gelmez der.
-
حق نه قادر بود بر خلق فلک ** در یکی لحظه به کن بیهیچ شک
- Allah, âlemi bir kere Kün demekle yaratmaya kadir mi değildi? Bunda şüphe mi var?
-
پس چرا شش روز آن را درکشید ** کل یوم الف عام ای مستفید
- Peki neden bu yaratış, altı gün sürdü; her gün de tam bin yıl kadardı?
-
خلقت طفل از چه اندر نه مهاست ** زانک تدریج از شعار آن شهاست 1215
- Neden çocuk dokuz ayda yaratılmada? Çünkü padişahların âdeti bir şeyi yavaşlıkla yapmaktır.
-
خلقت آدم چرا چل صبح بود ** اندر آن گل اندکاندک میفزود
- Neden Âdem’in yaratılışı kırk sabah sürdü, yavaş yavaş o balçığı insan haline getirdi?
-
نه چو تو ای خام که اکنون تاختی ** طفلی و خود را تو شیخی ساختی
- Allah, senin gibi aceleci değildir a ham adam. Sen, şimdi sıçrayıp koştun; çocuk olduğun halde kendini şeyh göstermedesin.
-
بر دویدی چون کدو فوق همه ** کو ترا پای جهاد و ملحمه
- Kabak gibi her şeyin üstüne çıktın. Nerede sen de savaşta direnecek ayak
-
تکیه کردی بر درختان و جدار ** بر شدی ای اقرعک هم قرعوار
- Ağaçlara, duvarlara dayandın, kabak gibi yukarı çıktın a kelceğiz!
-
اول ار شد مرکبت سرو سهی ** لیک آخر خشک و بیمغزی تهی 1220
- Önce bineğin, usul boylu selvidir ama sonunda kupkuru, içi boş bir hale gelirsin!