-
گفت چون باشد خود آن شوریده خواب ** که در آید در دهانش آفتاب
- Hilâl dedi ki: Uykusu dağılmış bir âşıkın ağzına gün doğarsa ne hale gelir?
-
چون بود آن تشنهای کو گل چرد ** آب بر سر بنهدش خوش میبرد 1185
- Toprak çiğneyen bir susuzu su, güzel bir halde başı üstünde taşırsa nasıl olur?
-
در بیان آنک مصطفی علیهالسلام شنید کی عیسی علیهالسلام بر روی آب رفت فرمود لو ازداد یقینه لمشی علی الهواء
- Mustafa aleyhisselâm,İsa aleyhisselâm’ın su üstünde yürüdüğünü duyunca “Yakıyni artsaydı hava üstünde yürürdü” buyurmuştur.
-
همچو عیسی بر سرش گیرد فرات ** که ایمنی از غرقه در آب حیات
- İsa gibi hani. Irmak onu baş üstünde tutardı; Abıhayat içinde gark olmadan emindi.
-
گوید احمد گر یقینش افزون بدی ** خود هوایش مرکب و مامون بدی
- Ahmed dedi ki: Eğer yakıyni fazla olsaydı hava ona binek olurdu.
-
همچو من که بر هوا راکب شدم ** در شب معراج مستصحب شدم
- Benim gibi... Ben de havaya bindim, miraç gecesi hava üstünde yürüdüm.
-
گفت چون باشد سگی کوری پلید ** جست او از خواب خود را شیر دید
- Hilâl dedi ki: Kör ve pis bir köpek, uykudan sıçrayıp kalkar da kendisini aslan olmuş görünce ne hale gelir?
-
نه چنان شیری که کس تیرش زند ** بل ز بیمش تیغ و پیکان بشکند 1190
- Fakat okla vurulan aslan gibi bir aslan değil, korkusundan kılıçların temrenlerin kırıldığı bir aslan!
-
کور بر اشکم رونده همچو مار ** چشمها بگشاد در باغ و بهار
- Yılan gibi karnı üstünde sürünüp giden bir körün gözü açılır, bağı, baharı görürse ne olur?
-
چون بود آن چون که از چونی رهید ** در حیاتستان بیچونی رسید
- Mahiyet ve keyfiyetten kurtulan, keyfiyetsizliğin ebedi hayat yurduna ulaşan birisi nasıl olur?
-
گشت چونیبخش اندر لامکان ** گرد خوانش جمله چونها چون سگان
- Mekansızlık yurduna mahiyet ve keyfiyet bağışlayan bir hale gelir, bütün keyfiyet ve mahiyetler, köpekler gibi sofrasının etrafına toplanırsa.
-
او ز بیچونی دهدشان استخوان ** در جنابت تن زن این سوره مخوان
- Keyfiyetsizlik âleminden onlara kemik verirse ne olur? Cenabetken sus, bu sûreyi okuma.
-
تا ز چونی غسل ناری تو تمام ** تو برین مصحف منه کف ای غلام 1195
- Keyfiyetten gusül edip, tamamı ile yıkanıp arınmadıkça sen bu musafa dokunma oğlum.
-
گر پلیدم ور نظیفم ای شهان ** این نخوانم پس چه خوانم در جهان
- Fakat ey padişahlar, pis olayım, temiz olayım, âlemde bunu okumayayım da neyi okuyayım?
-
تو مرا گویی که از بهر ثواب ** غسل ناکرده مرو در حوض آب
- Sen bana sevaba girmem için diyorsun ki yıkanıp arınmadan su havuzuna girme.
-
از برون حوض غیر خاک نیست ** هر که او در حوض ناید پاک نیست
- Fakat havuzun dışında topraktan başka bir şey yok. Havuza girmeyen temizlenemiyor.
-
گر نباشد آبها را این کرم ** کو پذیرد مر خبث را دم به دم
- Suyun bu lütuf ve keremi olmasa, her an pislikleri kabul edip temizlemese,
-
وای بر مشتاق و بر اومید او ** حسرتا بر حسرت جاوید او 1200
- Vay ona iştiyak çekenlere, vay ona ümit bağlayanlara, vay onların ebedi hasretine!
-
آب دارد صد کرم صد احتشام ** که پلیدان را پذیرد والسلام
- Suyun yüzlerce lütfu vardır, yüzlerce ihsanı vardır. Pislikleri kabul eder vesselâm.
-
ای ضیاء الحق حسامالدین که نور ** پاسبان تست از شر الطیور
- Ey Hak ziyası Hüsamettin, nur seni kötü kuşlardan korur, gözetip bekler.
-
پاسبان تست نور و ارتقاش ** ای تو خورشید مستر از خفاش
- Ey yarasalardan gizli olan güneş, Allah nuru ve onun yücelişi, senin gözcün, bekçindir.
-
چیست پرده پیش روی آفتاب ** جز فزونی شعشعه و تیزی تاب
- Güneşin yüzündeki perde, ancak parlaklığının fazlalığı ve ışığının keskin ve şiddetli oluşudur.
-
پردهی خورشید هم نور ربست ** بینصیب از وی خفاشست و شبست 1205
- Güneşin perdesi de Allah nurudur. Ondan nasipsiz olan yarasadır, gecedir.
-
هر دو چون در بعد و پرده ماندهاند ** یا سیهرو یا فسرده ماندهاند
- Her ikisi de güneşten uzakta ve perde ardında kaldığından ya yüzleri kararmıştır, yahut da donup kalmışlardır.
-
چون نبشتی بعضی از قصهی هلال ** داستان بدر آر اندر مقال
- Hilâl’e ait hikâyenin bir kısmını yazdım. Şimdi de dolunaya ait hikâyeyi dile getir.
-
آن هلال و بدر دارند اتحاد ** از دوی دورند و از نقص و فساد
- Hilâl’le dolunay birdir. İkilikten, noksandan, gidilmeden uzaktır onlar.
-
آن هلال از نقص در باطن بریست ** آن به ظاهر نقص تدریج آوریست
- Hilâl hakikatte noksan kabul etmez, görünüşteki noksan, yavaş yavaş dolunay haline gelmek,kemal bulmaktır.
-
درس گوید شب به شب تدریج را ** در تانی بر دهد تفریج را 1210
- Geceleyin geceye yavaşlık hususunda ders verir. Sıkıntının yavaş yavaş açılacağını gösterir.
-
در تانی گوید ای عجول خام ** پایهپایه بر توان رفتن به بام
- Yavaşlıkla ey ham aceleci der, dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır.
-
دیگ را تدریج و استادانه جوش ** کار ناید قلیهی دیوانه جوش
- Tencereye yavaş ve ustaca kayna, delice kaynayan yemekten hayır gelmez der.
-
حق نه قادر بود بر خلق فلک ** در یکی لحظه به کن بیهیچ شک
- Allah, âlemi bir kere Kün demekle yaratmaya kadir mi değildi? Bunda şüphe mi var?
-
پس چرا شش روز آن را درکشید ** کل یوم الف عام ای مستفید
- Peki neden bu yaratış, altı gün sürdü; her gün de tam bin yıl kadardı?
-
خلقت طفل از چه اندر نه مهاست ** زانک تدریج از شعار آن شهاست 1215
- Neden çocuk dokuz ayda yaratılmada? Çünkü padişahların âdeti bir şeyi yavaşlıkla yapmaktır.
-
خلقت آدم چرا چل صبح بود ** اندر آن گل اندکاندک میفزود
- Neden Âdem’in yaratılışı kırk sabah sürdü, yavaş yavaş o balçığı insan haline getirdi?
-
نه چو تو ای خام که اکنون تاختی ** طفلی و خود را تو شیخی ساختی
- Allah, senin gibi aceleci değildir a ham adam. Sen, şimdi sıçrayıp koştun; çocuk olduğun halde kendini şeyh göstermedesin.
-
بر دویدی چون کدو فوق همه ** کو ترا پای جهاد و ملحمه
- Kabak gibi her şeyin üstüne çıktın. Nerede sen de savaşta direnecek ayak
-
تکیه کردی بر درختان و جدار ** بر شدی ای اقرعک هم قرعوار
- Ağaçlara, duvarlara dayandın, kabak gibi yukarı çıktın a kelceğiz!
-
اول ار شد مرکبت سرو سهی ** لیک آخر خشک و بیمغزی تهی 1220
- Önce bineğin, usul boylu selvidir ama sonunda kupkuru, içi boş bir hale gelirsin!
-
رنگ سبزت زرد شد ای قرع زود ** زانک از گلگونه بود اصلی نبود
- A su kabağı, yeşil rengin tez sararır, çünkü o renk iğreti bir boyadır, aslında yok ki.
-
داستان آن عجوزه کی روی زشت خویشتن را جندره و گلگونه میساخت و ساخته نمیشد و پذیرا نمیآمد
- Bir kocakarı çirkin suratındaki kılları yolar, yüzünü boyar,kızıllaştırırdı ama bir türlü olamazdı
-
بود کمپیری نودساله کلان ** پر تشنج روی و رنگش زعفران
- Doksan yaşında bir kocakarı vardı. Yüzü bumburuşuktu, rengi safran gibi sarıydı.
-
چون سر سفره رخ او توی توی ** لیک در وی بود مانده عشق شوی
- Yanağı, sofra altısının baş tarafları gibi kat kattı. Fakat erkek aşkından vazgeçmemişti.
-
ریخت دندانهاش و مو چون شیر شد ** قد کمان و هر حسش تغییر شد
- Dişleri dökülmüş, saçları süt gibi ağarmıştı. Boyu yay gibi bükülmüş, her duygusu değişmişti.
-
عشق شوی و شهوت و حرصش تمام ** عشق صید و پارهپاره گشته دام 1225
- Böyle olduğu halde koca isteği ve şehvet hırsı hâlâ yerindeydi. Erkek avlamaya aşkı vardı da tuzağı paramparça olmuştu.
-
مرغ بیهنگام و راه بیرهی ** آتشی پر در بن دیگ تهی
- Vakitsiz öten bir horoza, yolsuz, yolcusuz bir yola benziyordu. Kızgın ateşe konmuş boş bir tencereydi sanki.
-
عاشق میدان و اسپ و پای نی ** عاشق زمر و لب و سرنای نی
- Meydana âşıktı, fakat ne atı vardı, ne ayağı. Düdük çalmaya sevdalıydı, fakat ne dudağı vardı ne zurnası!
-
حرص در پیری جهودان را مباد ** ای شقیی که خداش این حرص داد
- İhtiyarlıkta Allahm, kâfire bile hırs vermesin. Bu hırsı Allah kime verdiyse ne kötüdür o kul!
-
ریخت دندانهای سگ چون پیر شد ** ترک مردم کرد و سرگینگیر شد
- Köpek kocaldı, dişleri döküldü mü adamlara salamaz, ancak pisliğe, gübreye salar.
-
این سگان شصت ساله را نگر ** هر دمی دندان سگشان تیزتر 1230
- Öyle olduğu halde şu altmış yaşındaki köpeklere bak ki her an köpek dişleri biraz daha keskinleşmede.
-
پیر سگ را ریخت پشم از پوستین ** این سگان پیر اطلسپوش بین
- İhtiyar köpeğin, derisinden tüyler dökülür; fakat şu ipekler giymiş kart köpeklere bak bir kere de!
-
عشقشان و حرصشان در فرج و زر ** دم به دم چون نسل سگ بین بیشتر
- Bu köpeklerin aşkı da alt yanlarıyla paraya, hırsları da. Kocaldıkça da bu aşkları artıyor, hele bak şu köpek soylarına!
-
این چنین عمری که مایهی دوزخ است ** مر قصابان غضب را مسلخ است
- Böyle ömür cehennem sermayesi. Gazap kasaplarına salhane.