-
چون یقینت نیست آن بخت ای حسن ** تو چرا بر باد دادی خویشتن 1350
- Ey güzel adam, o bahta inanmıyorsan neden kendini yele veriyorsun ya?
-
زین مناره صد هزاران همچو عاد ** در فتادند و سر و سر باد داد
- Bu minareden Âd gibi yüz binlercesi tepesi üstüne düştü, başlarını da yele verdiler, canlarını da.
-
سرنگون افتادگان را زین منار ** مینگر تو صد هزار اندر هزار
- Bu minareden tepesi üstüne düşen milyonlarca kişiye bak.
-
تو رسنبازی نمیدانی یقین ** شکر پاها گوی و میرو بر زمین
- İp üstünde oynamayı bilmiyorsan ayaklarına şükret, yeryüzünde yürü.
-
پر مساز از کاغذ و از که مپر ** که در آن سودا بسی رفتست سر
- Kendine kâğıttan kanat yapıp dağdan uçmaya kalkışma. Bu sevdada niceler başından oldu.
-
گرچه آن صوفی پر آتش شد ز خشم ** لیک او بر عاقبت انداخت چشم 1355
- O sofi, kızgınlıktan ateşlendi, ateşe döndü ama işin sonuna göz attı.
-
اول صف بر کسی ماندم به کام ** کو نگیرد دانه بیند بند دام
- Taneyi almayan ve tuzağı gören kişi, ilk saftan adım atar atmaz durur, ileri gitmez.
-
حبذا دو چشم پایان بین راد ** که نگه دارند تن را از فساد
- İşin sonunu gören gözlere ne mutlu. Onlar, bedenin bozulup çürüyüşünü görürler.
-
آن ز پایاندید احمد بود کو ** دید دوزخ را همینجا مو به مو
- Ahmed’in gözü de onu görmüş, cehennemi buradayken kıldan kıla seyretmişti.
-
دید عرش و کرسی و جنات را ** تا درید او پردهی غفلات را
- Arşı, kürsüyü, cennetleri görmüş, gaflet perdelerini yırtmıştı.
-
گر همیخواهی سلامت از ضرر ** چشم ز اول بند و پایان را نگر 1360
- Zarardan kurtulmak istiyorsan gözünü işin önünde kapa, sonuna bak.
-
تا عدمها ار ببینی جمله هست ** هستها را بنگری محسوس پست
- Sona bak da yokları var gör, varları, duyguyla duyulan aşağılık bir şey bul.
-
این ببین باری که هر کش عقل هست ** روز و شب در جست و جوی نیستست
- Bâri şunu gör:Akıllı olan herkes gece gündüz yoku aramadadır.
-
در گدایی طالب جودی که نیست ** بر دکانها طالب سودی که نیست
- Yoksulluğa düşüp de cömertliği kim aramaz, dükkânlarda bir kâr elde etmeyi kim istemez?
-
در مزارع طالب دخلی که نیست ** در مغارس طالب نخلی که نیست
- Tarlalarda kim mahsul istemez, fidanlıklardan kim bir fidan ummaz?
-
در مدارس طالب علمی که نیست ** در صوامع طالب حلمی که نیست 1365
- Medreselerde bilgi elde etmeyi istemeyen, ibadet yurtlarında Allah lütfunu dilemeyen var mı?
-
هستها را سوی پس افکندهاند ** نیستها را طالبند و بندهاند
- Bütün bunlar varları, ardlarına atmışlar yokları istemekte, yoklara kul olmaktadırlar.
-
زانک کان و مخزن صنع خدا ** نیست غیر نیستی در انجلا
- Çünkü Allah sanatının madeni mahzeni, yokluktan başka bir yerde tecelli etmez.
-
پیش ازین رمزی بگفتستیم ازین ** این و آن را تو یکی بین دو مبین
- Bundan önce bir remizdir söylemiştik. Sakın bunu ve onu iki görme.
-
گفته شد که هر صناعتگر که رست ** در صناعت جایگاه نیست جست
- Demiştik ki her sanat sahibi, sanatını meydana getirmek için yokluk arar.
-
جست بنا موضعی ناساخته ** گشته ویران سقفها انداخته 1370
- Mimar, yapılmamış bir yer, yıkılmış, tavanları çökmüş bir yurt arar.
-
جست سقا کوزای کش آب نیست ** وان دروگر خانهای کش باب نیست
- Saka, içinde su olmayan kap peşindedir. Dülger, kapısı bulunmayan bir ev aramaktadır.
-
وقت صید اندر عدم بد حملهشان ** از عدم آنگه گریزان جملهشان
- Avlanma zamanında hepsi de yokluğa saldırırlar. Ondan sonra da hepsi yokluktan kaçarlar.
-
چون امیدت لاست زو پرهیز چیست ** با انیس طمع خود استیز چیست
- Mademki ümidin yoklukta, neden çekiniyorsun ondan? Tamahının enis olduğu şeyden bu çekinme nedir?
-
چون انیس طمع تو آن نیستیست ** از فنا و نیست این پرهیز چیست
- Mademki tamahın o yokluktur, yokluktan, yok oluştan bu kaçışın neden?
-
گر انیس لا نهای ای جان به سر ** در کمین لا چرایی منتظر 1375
- Eğer bir yuvaya enis olmuşsan neden yokluk pususunda bekliyorsun a canım?
-
زانک داری جمله دل برکندهای ** شست دل در بحر لا افکندهای
- Elinde ne var, ne yoksa hepsinden gönlünü çekmiş, gönül oltasını yokluk denizine salmışsın.
-
پس گریز از چیست زین بحر مراد ** که بشستت صد هزاران صید داد
- Öyle olduğu halde bu murat denizinden kaçışın neden? O denizden oltana yüz binlerce av düştü.
-
از چه نام برگ را کردی تو مرگ ** جادوی بین که نمودت مرگ برگ
- Neden kârın adını ölüm taktın? Büyüye bak ki kâr sana ölüm görünmede.
-
هر دو چشمت بست سحر صنعتش ** تا که جان را در چه آمد رغبتش
- Onun büyüsündeki sanat, iki gözünü de bağladı da canlar, kuyuya rağbet ettiler.
-
در خیال او ز مکر کردگار ** جمله صحرا فوق چه زهرست و مار 1380
- Allah hilesiyle hayaline kuyunun üstündeki ova tamamı ile yılan zehrinden ibaret görünür.
-
لاجرم چه را پناهی ساختست ** تا که مرگ او را به چاه انداختست
- Hâsılı kuyuyu, sığınılacak yer sanır, nihayet ölüm de onu kuyuya atar.
-
اینچ گفتم از غلطهات ای عزیز ** هم برین بشنو دم عطار نیز
- Söylediğim bu çeşit yanlışları Attar’ın sözlerinden dinle azizim!
-
قصهی سلطان محمود و غلام هندو
- Sultan Mahmutla Hintli köle
-
رحمة الله علیه گفته است ** ذکر شه محمود غازی سفته است
- Allah rahmet etsin, hikâye etmiş, Gazi padişah Mahmud’u anarak inciler delmiştir.
-
کز غزای هند پیش آن همام ** در غنیمت اوفتادش یک غلام
- Hint savaşında o ulu ve temiz kişi bir köle elde etti.
-
پس خلیفهش کرد و بر تختش نشاند ** بر سپه بگزیدش و فرزند خواند 1385
- Onu halife yaptı, tahta oturttu. Ona ordu verdi, onu kendisine oğul edindi.
-
طول و عرض و وصف قصه تو به تو ** در کلام آن بزرگ دین بجو
- Bu hikâyeyi uzun boylu ve etraflı olarak o din büyüğünün kitabında bul oku.
-
حاصل آن کودک برین تخت نضار ** شسته پهلوی قباد شهریار
- Hâsılı o çocuk, o güzelim tahtın üzerinde o büyük padişahın yanı başında otururdu.
-
گریه کردی اشک میراندی بسوز ** گفت شه او را کای پیروز روز
- Daima yanar yakılır, ağlar dururdu. Padişah dedi ki: Ey bahtı kutlu!
-
از چه گریی دولتت شد ناگوار ** فوق املاکی قرین شهریار
- Neden ağlıyorsun? Devletin mi bozuldu? Padişahlardan üstünsün, padişahlar padişahıyla düşüp kalkmadasın.
-
تو برین تخت و وزیران و سپاه ** پیش تختت صف زده چون نجم و ماه 1390
- Sen şu tahtın üstünde oturuyorsun. Vezirlerle asker, tahtının önünde ay ve yıldızlar gibi saf saf duruyorlar.
-
گفت کودک گریهام زانست زار ** که مرا مادر در آن شهر و دیار
- Çocuk, şundan ağlıyorum dedi; Anam memleketimizde.
-
از توم تهدید کردی هر زمان ** بینمت در دست محمود ارسلان
- Beni daimi seninle korkutur, seni aslan Mahmud’un elinde göreyim derdi.
-
پس پدر مر مادرم را در جواب ** جنگ کردی کین چه خشمست و عذاب
- Babam, anama sıkılır, bu ne kızgınlık, bu ne kötü dilek.
-
مینیابی هیچ نفرینی دگر ** زین چنین نفرین مهلک سهلتر
- Bundan başka bir beddua bulamıyor musun da böyle kötü ve öldürücü bedduada bulunuyorsun.
-
سخت بیرحمی و بس سنگیندلی ** که به صد شمشیر او را قاتلی 1395
- Ne merhametsiz, ne taş yürekli anasın, onu âdeta yüzlerce kılıçla kesip öldürmedesin diye kızar, savaşırdı.
-
من ز گفت هر دو حیران گشتمی ** در دل افتادی مرا بیم و غمی
- Ben ikisinin sözüne şaşardım, gönlüme bir korkudur, bir derttir düşerdi.
-
تا چه دوزخخوست محمود ای عجب ** که مثل گشتست در ویل و کرب
- Mahmud acaba ne cehennem adamki derdim, helâke, felâketlere örnek olmada.
-
من همیلرزیدمی از بیم تو ** غافل از اکرام و از تعظیم تو
- Senin korkundan titrer dururdum, keremlerinden, ağırlamalarından tamamıyla gafildim.
-
مادرم کو تا ببیند این زمان ** مر مرا بر تخت ای شاه جهان
- Neden anan şimdi gelsin de beni taht üstünde görsün ey cihan padişahı!