-
چشمها چون شد گذاره نور اوست ** مغزها میبیند او در عین پوست
- Gözler , perdeleri delip hakikati görmeye başladı mı bu nur, onun nurudur artık. Bu nura sahip olan , dışa bakar, içi görür.
-
بیند اندر ذره خورشید بقا ** بیند اندر قطره کل بحر را
- Zerrede ebedî varlık güneşini görür, katrada bütün denizi.
-
بار دیگر رجوع کردن به قصهی صوفی و قاضی
- Yine sofi hikâyesi,sofiyle kadı
-
گفت صوفی در قصاص یک قفا ** سر نشاید باد دادن از عمی
- Sofi dedi ki: Kafaya yenen bir sille yüzünden körcesine baş vermeye gelmez.
-
خرقهی تسلیم اندر گردنم ** بر من آسان کرد سیلی خوردنم
- Teslim hırkasını giyinmişim, bana sille yemek kolay gelir.
-
دید صوفی خصم خود را سخت زار ** گفت اگر مشتش زنم من خصموار 1485
- Düşmanını pek arık gördü, ben de düşmanca bir yumruk vursam.
-
او به یک مشتم بریزد چون رصاص ** شاه فرماید مرا زجر و قصاص
- Kalay gibi eriyip akıverecek. Derken padişah kısas emredecek.
-
خیمه ویرانست و بشکسته وتد ** او بهانه میجود تا در فتد
- Zaten çadır harap, direk kırık, yıkılmaya bahane arıyor.
-
بهر این مرده دریغ آید دریغ ** که قصاصم افتد اندر زیر تیغ
- Bu ölü herif için kılıç altına gitmek, kısasa razı olmak yazıktır doğrusu, yazık dedi.
-
چون نمیتوانست کف بر خصم زد ** عزمش آن شد کش سوی قاضی برد
- Onu dövemediğinden kadıya götürmeyi kurdu.
-
که ترازوی حق است و کیلهاش ** مخلص است از مکر دیو و حیلهاش 1490
- Çünkü kadı, Allahnın terazisidir. Kilesine şeytan hilesi giremez.
-
هست او مقراض احقاد و جدال ** قاطع جن دو خصم و قیل و قال
- O, hasetlerin, çekişlerin makasıdır. İki düşmanın savaşını, dedikodusunu keser.
-
دیو در شیشه کند افسون او ** فتنهها ساکن کند قانون او
- Afsunu ,şeytanı şişeye hapseder. Kanunu, fitneleri yatıştırır.
-
چون ترازو دید خصم پر طمع ** سرکشی بگذارد و گردد تبع
- Tamahkâr düşman teraziyi görünce serkeşliği bırakır, onun hükmüne uyar.
-
ور ترازو نیست گر افزون دهیش ** از قسم راضی نگردد آگهیش
- Fakat terazi olmazsa çok bile versen payına razı olmaz.
-
هست قاضی رحمت و دفع ستیز ** قطرهای از بحر عدل رستخیز 1495
- Kadı rahmettir, savaşı defeder, kıyametteki adalet denizinden bir katradır o.
-
قطره گرچه خرد و کوتهپا بود ** لطف آب بحر ازو پیدا بود
- Karta, küçük ve ayağı kısa bile olsa denizin letafeti, ondan belli olur.
-
از غبار ار پاک داری کله را ** تو ز یک قطره ببینی دجله را
- Gözündeki tozu temizledin mi bir katra’dan Dicle’yi görebilirsin.
-
جزوها بر حال کلها شاهدست ** تا شفق غماز خورشید آمدست
- Cüzüler küllerin haline tanıktır. Gün battıktan sonra batıda beliren kızıllık, güneşin varlığını bildirir.
-
آن قسم بر جسم احمد راند حق ** آنچ فرمودست کلا والشفق
- Allah “Güneş battıktan sonra batıda beliren kızıllığa and olsun” dediği zaman Ahmed’in cismine yemin etmiştir.
-
مور بر دانه چرا لرزان بدی ** گر از آن یک دانه خرمندان بدی 1500
- Karınca, bir tanecik buğdayı görüp harmanı anlasaydı hiç o bir tane buğdayın üstüne titrer miydi?
-
بر سر حرف آ که صوفی بیدلست ** در مکافات جفا مستعجلست
- Sen yine sözüne gel, sofi sabırsız. Yediği sillenin cezasını acele istemekte.
-
ای تو کرده ظلمها چون خوشدلی ** از تقاضای مکافی غافلی
- Ey zulümler eden, nasıl oluyor da gönlün hoş, yaptığını çekmeyeceksin mi sanıyorsun da gafil oluyorsun?
-
یا فراموشت شدست از کردههات ** که فرو آویخت غفلت پردههات
- Yoksa yaptıklarını unuttun mu ki gaflet, perdelerini indirdi?
-
گر نه خصمیهاستی اندر قفات ** جرم گردون رشک بردی بر صفات
- Ardında düşmanların olmasaydı kâinat sana haset ederdi.
-
لیک محبوسی برای آن حقوق ** اندک اندک عذر میخواه از عقوق 1505
- Fakat sende olan hukuk yüzünden hapistesin. Yaptığın isyanlar yüzünden azar azar özür dilemeye bak.
-
تا به یکبارت نگیرد محتسب ** آب خود روشن کن اکنون با محب
- Bak da ceza veren seni birden tutmasın. Ey dost, suyunu durult.
-
رفت صوفی سوی آن سیلیزنش ** دست زد چون مدعی در دامنش
- Sofi kendisine sille vuran adamın yanına gidip dâvacı gibi eteğine yapıştı.
-
اندر آوردش بر قاضی کشان ** کین خر ادبار را بر خر نشان
- Onu çeke çeke kadının yanına götürdü. Bu ters eşeği ya eşeğe bindir, halka göstererek ceza ver.
-
یا به زخم دره او را ده جزا ** آنچنان که رای تو بیند سزا
- Yahut da döverek cezalandır. Artık hangisini münasip görürsen onu yap.
-
کانک از زجر تو میرد در دمار ** بر تو تاوان نیست آن باشد جبار 1510
- Senin verdiğin cezadan ölse bile ölür gider, soran bile olmaz.
-
در حد و تعزیر قاضی هر که مرد ** نیست بر قاضی ضمان کو نیست خرد
- Kadının şer’an vurduğu sopayla birisi ölürse kadı, onu ödemez. Çünkü şeriat’in emri oyuncak değildir.
-
نایب حقست و سایهی عدل حق ** آینهی هر مستحق و مستحق
- O, Allah vekilidir, Allah adaletinin gölgesidir. Her hak sahibiyle cezaya müstahak olanın aynasıdır o.
-
کو ادب از بهر مظلومی کند ** نه برای عرض و خشم و دخل خود
- O, mazlumun hakkını hak etmek için ceza verir, kendi ırzı için kızgınlığından yahut da bir şey kazanmak için değil.
-
چون برای حق و روز آجلهست ** گر خطایی شد دیت بر عاقلهست
- Onun cezası, Allah içindir, kıyamet günü içindir. Bu ceza da bir hata olsa bile ona diyet lâzım gelmez.
-
آنک بهر خود زند او ضامنست ** وآنک بهر حق زند او آمنست 1515
- Çünkü birisini kendisi için döven borçludur. Allah için döven her şeyden emindir.
-
گر پدر زد مر پسر را و بمرد ** آن پدر را خونبها باید شمرد
- Baba oğlunu dövse de oğlu ölse kan diyetini vermesi lâzımdır.
-
زانک او را بهر کار خویش زد ** خدمت او هست واجب بر ولد
- Çünkü onu, kendi işi için dövmüştür. Oğlun, babaya hizmeti vaciptir.
-
چون معلم زد صبی را شد تلف ** بر معلم نیست چیزی لا تخف
- Fakat çocuğu öğretmeni dövse de çocuk, bu dayaktan ölse korkma, öğretmene hiçbir şey olmaz.
-
کان معلم نایب افتاد و امین ** هر امین را هست حکمش همچنین
- Çünkü öğretmen Allah vekilidir, emindir. Her eminin hakkındaki hükümde böyledir.
-
نیست واجب خدمت استا برو ** پس نبود استا به زجرش کارجو 1520
- Talebenin öğretmene hizmeti farz değildir. Bu yüzden de üstat ona kendisi için bir ceza vermez.
-
ور پدر زد او برای خود زدست ** لاجرم از خونبها دادن نرست
- Baba döverse kendi hizmeti için döver, bundan dolayı,kan pahasından kurtulamaz.
-
پس خودی را سر ببر ای ذوالفقار ** بیخودی شو فانیی درویشوار
- Ey Zülfikar, kendi varlığının, benliğinin başını kes. Kendinden geç, derviş gibi yok ol.
-
چون شدی بیخود هر آنچ تو کنی ** ما رمیت اذ رمیتی آمنی
- Kendinden geçtin, varlığını bıraktın mı, ne yaparsan Allah yapar. “Sen atmadın, Allah attı” hükmüne girersin, eminsin.
-
آن ضمان بر حق بود نه بر امین ** هست تفصیلش به فقه اندر مبین
- O diyet Allahyadır, emin olan adama değil. Bu, “Fıkıh” ta uzun uzadıya ve etraflıca anlatılmıştır.
-
هر دکانی راست سودایی دگر ** مثنوی دکان فقرست ای پسر 1525
- Her dükkânın ayrı bir sanatı, ayrı bir kârı vardır. Mesnevide yokluk dükkânıdır oğul.
-
در دکان کفشگر چرمست خوب ** قالب کفش است اگر بینی تو چوب
- Kunduracı dükkânında güzel deriler bulunur. Herhangi bir tahta parçası görürse bil ki kundura kalıbıdır.
-
پیش بزازان قز و ادکن بود ** بهر گز باشد اگر آهن بود
- Kumaş satanlarda kumaşlar, ipekliler bulunur, demir olsa olsa arşın olarak vardır.
-
مثنوی ما دکان وحدتست ** غیر واحد هرچه بینی آن بتست
- Mesnevimiz vahdet dükkânıdır. Orada birden başka ne görürsen puttur.
-
بت ستودن بهر دام عامه را ** همچنان دان کالغرانیق العلی
- Halkı tuzağa düşürmek için putu övmeyi “Onlar ak ve yüce kuşlardır” sözü gibi say.
-
خواندش در سورهی والنجم زود ** لیک آن فتنه بد از سوره نبود 1530
- Peygamber, onu “Vennecmi” suresinde okudu ama o söz, surede bir âyet değildi, sınama için söylenmiş bir sözdü.