English    Türkçe    فارسی   

6
178-227

  • شاخ گل هر جا که روید هم گلست  ** خم مل هر جا که جوشد هم ملست 
  • Gül dalı, nerede biterse bitsin güldür. Şarap, nerede kaynayıp köpürürse köpürsün şaraptır.
  • گر ز مغرب بر زند خورشید سر  ** عین خورشیدست نه چیز دگر 
  • Güneş, isterse batıdan baş göstersin, yine güneştir, başka bir şey değil.
  • عیب چینان را ازین دم کور دار  ** هم بستاری خود ای کردگار  180
  • Allahm, sen örtücülüğünle ört, ayıp görenlere bunu gösterme, onları kör et.
  • گفت حق چشم خفاش بدخصال  ** بسته‌ام من ز آفتاب بی‌مثال 
  • Allah, ben, eşi olmayan güneşle kötü huylu yarasanın gözünü bağlamışım dedi.
  • از نظرهای خفاش کم و کاست  ** انجم آن شمس نیز اندر خفاست 
  • Bakışı noksan yarasanın gözünden, o güneşin yıldızları da gizlidir.
  • نکوهیدن ناموسهای پوسیده را کی مانع ذوق ایمان و دلیل ضعف صدق‌اند و راه‌زن صد هزار ابله چنانک راه‌زن آن مخنث شده بودند گوسفندان و نمی‌یارست گذشتن و پرسیدن مخنث از چوپان کی این گوسفندان تو مرا عجب گزند گفت ای مردی و در تو رگ مردی هست همه فدای تو اند و اگر مخنثی هر یکی ترا اژدرهاست مخنثی دیگر هست کی چون گوسفندان را بیند در حال از راه باز گردد نیارد پرسیدن ترسد کی اگر بپرسم گوسفندان در من افتند و مرا بگزند 
  • İman zevkine mâni olanı doğruluğun zayıflığına delâlet eden ve yüz binlerce ahmağın yolunu kesen çürümüş,pörsümüş gayret ve hamiyetin kınanması.Nitekim koyunlar da bir namussuzun yolunu keserlerdi , geçemezdi. Bu namussuz , çobandan “Koyunların, beni ısırırlar mı acaba?” diye sordu . Çoban dedi ki: ” Ersen ve sende erkeklik damarı varsa hepsi sana feda olsun. Namussuz biriysen her biri , sana bir ejderha kesilir . ” Başka bir namussuz da vardı , koyunları gördü mü, derhal yoldan dönerdi. Çobana bir şey de soramazdı , sorarsam koyunlar,başıma üşüşür,beni ısırırlar derdi.
  • ای ضیاء الحق حسام‌الدین بیا  ** ای صقال روح و سلطان الهدی 
  • Ey Allah ışığı Hüsameddin, ey ruh cilâsı, ey doğru yolu gösteren padişah gel!
  • مثنوی را مسرح مشروح ده  ** صورت امثال او را روح ده 
  • Mesnevi’yi yayılmış bir mera haline getir, örneklerinin suretlerine can ver!
  • تا حروفش جمله عقل و جان شوند  ** سوی خلدستان جان پران شوند  185
  • Can ver de bütün harfleri akıl ve can olsun, can cennetine uçup gitsin.
  • هم به سعی تو ز ارواح آمدند  ** سوی دام حرف و مستحقن شدند 
  • Zaten onlar, senin sayende can âleminden gelip harf tuzağına tutuldular, mahpus oldular.
  • باد عمرت در جهان هم‌چون خضر  ** جان‌فزا و دستگیر و مستمر 
  • Ömrün âlemde Hızır gibi uzasın, canlara can katsın, düşkünlerin ellerini tutsun, daimî olsun.
  • چون خضر و الیاس مانی در جهان  ** تا زمین گردد ز لطفت آسمان 
  • İlyas ve Hızır gibi dünyalar durdukça dur da yeryüzü, lütfunla gökyüzü haline gelsin.
  • گفتمی از لطف تو جزوی ز صد  ** گر نبودی طمطراق چشم بد 
  • Kötü gözlülerin şatafatı, nazarı olmasaydı lütfunun yüzde birini söylerdim.
  • لیک از چشم بد زهراب دم  ** زخمهای روح‌فرسا خورده‌ام  190
  • Fakat nefesi zehirli kem gözlerden ben ne can üzen zahımlar yedim.
  • جز به رمز ذکر حال دیگران  ** شرح حالت می‌نیارم در بیان 
  • Onun için senin halini, ancak başkalarının hallerini anarak remiz ve kinayeyle söylerim.
  • این بهانه هم ز دستان دلیست  ** که ازو پاهای دل اندر گلیست 
  • Bu bahanede, gönlüne ait bir hiledir ki gönlün ayakları, o yüzden, toprağa kakılmış kalmıştır.
  • صد دل و جان عاشق صانع شده  ** چشم بد یا گوش بد مانع شده 
  • Yüzlerce gönül ve can, yaratıcı Allah’ya âşık olmuştur da onlara ya kem göz mâni olmuştur, ya kötü kulak.
  • خود یکی بوطالب آن عم رسول  ** می‌نمودش شنعه‌ی عربان مهول 
  • Bunların bir tanesi de Peygamber’in amcası. Arapların kınaması, ona pek korkunç göründü.
  • که چه گویندم عرب کز طفل خود  ** او بگردانید دیدن معتمد  195
  • Arap, kendi çocuğuna uydu da, güvenilir dininden döndü, derlerse, ne derim?, dedi.
  • گفتش ای عم یک شهادت تو بگو  ** تا کنم با حق خصومت بهر تو 
  • Peygamber, amca, dedi, bir kere şahadet getir de senin için Allah’ya şefaat edeyim.
  • گفت لیکن فاش گردد ازسماع  ** کل سر جاوز الاثنین شاع 
  • Ebutalip, doğru ama duyulur, yayılır, herkes duyar. İki kişiyi aşan her sır yayılır, otuz iki dişten otuz iki orduya duyulur.
  • من بمانم در زبان این عرب  ** پش ایشان خوار گردم زین سبب 
  • Bu Arapların diline düşerim. Onların yanında bu yüzden hor hakîr olurum, dedi.
  • لیک گر بودیش لطف ما سبق  ** کی بدی این بددلی با جذب حق 
  • Fakat Allah’nın ezelî lütfu olsaydı Allah çekişiyle beraber bu kötü gönüllülük olur muydu hiç?...
  • الغیاث ای تو غیاث المستغیث  ** زین دو شاخه‌ی اختیارات خبیث  200
  • Ey düşkünlere yardım eden Allah, medet! Medet bu iki taraflı dileklerden!
  • من ز دستان و ز مکر دل چنان  ** مات گشتم که بماندم از فغان 
  • Ben, gönlün hilesinden, düzeninden öyle perişan bir hale geldim ki feryada bile kudretim kalmadı.
  • من که باشم چرخ با صد کار و بار  ** زین کمین فریاد کرد از اختیار 
  • Ben kim oluyorum? Gökyüzü bile yüzlerce işiyle, gücü ile, iktidarı ile, yüzlerce debdebe ve tantanası ile beraber bu pusudan, bu dileğe uyma yüzünden feryada geldi.
  • که ای خداوند کریم و بردبار  ** ده امانم زین دو شاخه‌ی اختیار 
  • Ey kerem sahibi, ey hilim sahibi, bu iki taraflı dilekten sen bana aman ver.
  • جذب یک راهه‌ی صراط المستقیم  ** به ز دو راه تردد ای کریم 
  • Ey kerem sahibi, doğru yolun bir taraflı çekişi, iki yol arasında tereddüde düşmekten hayırlıdır.
  • زین دو ره گرچه همه مقصد توی  ** لیک خود جان کندن آمد این دوی  205
  • Bu iki yoldan da maksat sensin ama bu ikilikten adama âdeta can çekişmesi gelir.
  • زین دو ره گرچه به جز تو عزم نیست  ** لیک هرگز رزم هم‌چون بزم نیست 
  • Bu iki yolla da sana gelmeye azmedilir ama savaş, asla neşe meclisine benzemez, dedi.
  • در نبی بشنو بیانش از خدا  ** آیت اشفقن ان یحملنها 
  • Bunu, Kuran’daki “Göklerle yeryüzü Allah emanetini kabul etmekten korktular, çekindiler” âyetini oku da Allah’dan duy.
  • این تردد هست در دل چون وغا  ** کین بود به یا که آن حال مرا 
  • Bu ikilikte kalış, acaba şu mu iyidir, hayırlıdır, yoksa o mu, diye tereddüde düşüş, gönülde bir savaş gibidir.
  • در تردد می‌زند بر همدگر  ** خوف و اومید بهی در کر و فر 
  • Tereddütte de bütün kudretleriyle korku ve ümit birbirine saldırır.
  • مناجات و پناه جستن به حق از فتنه‌ی اختیار و از فتنه‌ی اسباب اختیار کی سماوات و ارضین از اختیار و اسباب اختیار شکوهیدند و ترسیدند و خلقت آدمی مولع افتاد بر طلب اختیار و اسباب اختیار خویش چنانک بیمار باشد خود را اختیار کم بیند صحت خواهد کی سبب اختیارست تا اختیارش بیفزاید و منصب خواهد تا اختیارش بیفزاید و مهبط قهر حق در امم ماضیه فرط اختیار و اسباب اختیار بوده است هرگز فرعون بی‌نوا کس ندیده است 
  • Dileğiyle bir yolu seçme ve bu seçişin sebeplerini sınamadan Allah’ya sığınma ve münacat.Göklerle yerler de bu ihtiyara sahip oluştan ve sebeplerinden ürktüler,korktular.Halbuki insan,yaratılışından ihtiyarı ve ihtiyarının sebeplerini dilemeye haristir. Nitekim insan ,hastalandı mı ihtiyarını az görür de ihtiyar sahibi oluşa sebep bulunan iyiliğini ister, bu suretle ve mevki sahibi olmakla ihtiyarının çoğalmasını diler . Eski milletlerde de Allah kahrının inmesine sebep , ihtiyarın ve sebeplerinin çokluğu idi.Firavun’u hiç kimse asla yoksul görmedi.
  • اولم این جزر و مد از تو رسید  ** ورنه ساکن بود این بحر ای مجید  210
  • Ey yüce Allah, önce bendeki bu çekiliş ve yükselip geliş senden meydana geldi, yoksa bu deniz, sakindi Yarabbi.
  • هم از آنجا کین تردد دادیم  ** بی‌تردد کن مرا هم از کرم 
  • Bana bu tereddüdü, o makamdan verdin, kereminle yine beni tereddütsüz bir hale getir.
  • ابتلاام می‌کنی آه الغیاث  ** ای ذکور از ابتلاات چون اناث 
  • Medet ey feryada yetişen Allahm, sen beni dertlere müptelâ etmektesin. Senin verdiğin dertlerle erler bile kadınlara döner.
  • تا بکی این ابتلا یا رب مکن  ** مذهبی‌ام بخش و ده‌مذهب مکن 
  • Bu derde uğratış niceye dek, yapma Yarabbi. Bana bir yol bağışla, on yol verme bana.
  • اشتری‌ام لاغری و پشت ریش  ** ز اختیار هم‌چو پالان‌شکل خویش 
  • Sırtı yaralı arık bir deveyim; sırtımda bir semere benzeyen ihtiyar yüzünden sırtım yaralandı.
  • این کژاوه گه شود این سو گران  ** آن کژاوه گه شود آن سو کشان  215
  • Arkamdaki bu mahfe, gâh ağır gelip beni bu yana çekmede, gâh öbür tarafa yanlayıp beni o yana sürüklemede.
  • بفکن از من حمل ناهموار را  ** تا ببینم روضه‌ی ابرار را 
  • Bu uygunsuz yükü sırtımdan al da iyi kişilerin bahçelerini göreyim.
  • هم‌چو آن اصحاب کهف از باغ جود  ** می‌چرم ایقاظ نی بل هم رقود 
  • Uyanık olarak değil de Ashabı Kehf gibi uykuda olarak cömertlik bahçesinde yayılayım.
  • خفته باشم بر یمین یا بر یسار  ** برنگردم جز چو گو بی‌اختیار 
  • Sağıma, soluma yatıp uyuyayım, fakat ancak top gibi ihtiyarsız olarak yuvarlanayım.
  • هم به تقلیب تو تا ذات الیمین  ** یا سوی ذات الشمال ای رب دین 
  • Ey din Allahsı, sağıma da dönersem senin döndürmenle döneyim, soluma da dönersem senin döndürmenle.
  • صد هزاران سال بودم در مطار  ** هم‌چو ذرات هوا بی‌اختیار  220
  • Yüz binlerce yıllardır havadaki zerreler gibi ihtiyarsızdım.
  • گر فراموشم شدست آن وقت و حال  ** یادگارم هست در خواب ارتحال 
  • O zamanı ve o hali unuttum ama uykuda bu âlemden göçüp gitmem, bana o âlemden bir armağan.
  • می‌رهم زین چارمیخ چارشاخ  ** می‌جهم در مسرح جان زین مناخ 
  • Uyku zamanı bu dört unsur çarmıhından kurtulur, şu daracık yurttan can yaylasına sıçrar, çıkarım.
  • شیر آن ایام ماضیهای خود  ** می‌چشم از دایه‌ی خواب ای صمد 
  • Uyku dadısından o geçmiş günlerin sütünü içerim ey bir şeye ihtiyacı olmayan ve herkes kendisine muhtaç olan Allah.
  • جمله عالم ز اختیار و هست خود  ** می‌گریزد در سر سرمست خود 
  • Bütün âlem, kendi ihtiyarından, kendi varlığından sarhoşluk âlemine kaçmaktadır.
  • تا دمی از هوشیاری وا رهند  ** ننگ خمر و زمر بر خود می‌نهند  225
  • Bu suretle herkes, şarap, çalgı gibi şeylere düşer de kendi aklından bir an olsun kurtulmaya çalışır.
  • جمله دانسته کای این هستی فخ است  ** فکر و ذکر اختیاری دوزخ است 
  • Herkes bilir ki bu varlık tuzaktır. İnsanın kendi ihtiyarı ile bir şeyi düşünmesi, bir şeyi anması cehennemdir âdeta.
  • می‌گریزند از خودی در بیخودی  ** یا به مستی یا به شغل ای مهتدی 
  • Onun için herkes varlığından, kendiliğinden geçme âlemine, yahut sarhoşluğa kaçar, yahut da bir işe koyulup kendini unutur.