-
نادر افتد اهل این ماخولیا ** منتظر که روید از آهن گیا
- Demirden ot bitmesini bekleyen olabilir ama bu hülyaya tutulan, az olur.
-
سخت جانی باید این فن را چو تو ** تو که داری جان سخت این را بجو
- Bu iş için senin gibi yorulma bilmez bir adam gerek. Sen mademki yorulmuyorsun, var ara.
-
گر نیابی نبودت هرگز ملال ** ور بیابی آن به تو کردم حلال 1965
- Bulursan ne âlâ, onu sana helâl ettim. Bulamazsan yorulmazsın, kazar durursun!
-
عقل راه ناامیدی کی رود ** عشق باشد کان طرف بر سر دود
- Akıl, ümitsizlik yoluna gider mi hiç? Aşk lâzım ki o tarafa koşsun!
-
لاابالی عشق باشد نی خرد ** عقل آن جوید کز آن سودی برد
- Hiç bir şeye aldırmayan aşktır, akıl değil. Akıl, faydalanacağı şeyi arar.
-
ترکتاز و تنگداز و بیحیا ** در بلا چون سنگ زیر آسیا
- Aşk yılmaz, canını sakınmaz, utanma nedir bilmez. Değirmen taşının altına gitmiş gibi belâlara uğrar, sabreder.
-
سخترویی که ندارد هیچ پشت ** بهرهجویی را درون خویش کشت
- Öyle pek yüzlüdür ki hiç arkasını dönmez. Bir fayda elde etmek ümidini öldürmüştür içinde.
-
پاک میبازد نباشد مزدجو ** آنچنان که پاک میگیرد ز هو 1970
- Neyi var, neyi yoksa ortaya kor, oynar, yutulur, bir ücret aramaz. Allah’nın aldığı gibi yine hepsini Allahya verir, tertemiz olur.
-
میدهد حق هستیش بیعلتی ** میسپارد باز بیعلت فتی
- Allah, ona sebepsiz olarak bu varlığı vermiştir.O cömert er de sebepsiz olarak Allah vergisini Allahya bağışlar.
-
که فتوت دادن بی علتست ** پاکبازی خارج هر ملتست
- Cömertlik, sebepsiz olarak vermektir. Temizlik, her şeyi Allahya verip arınmak, her şeriatın dışındadır.
-
زانک ملت فضل جوید یا خلاص ** پاک بازانند قربانان خاص
- Çünkü şeriat, ya Allah ihsanına nail olmayı, yahut Allah kahrından kurtulmayı arar. Varlıktan arınanlarsa Allah’nın has kurbanlarıdır.
-
نی خدا را امتحانی میکنند ** نی در سود و زیانی میزنند
- Onlar, ne Allahyı sınarlar, ne de ziyana, kâra aldırış ederler.
-
باز دادن شاه گنجنامه را به آن فقیر کی بگیر ما از سر این برخاستیم
- Padişahın,definenin yerini gösteren kâğıdı ”Al,biz bundan vazgeçtik” diye yoksula vermesi
-
چونک رقعهی گنج پر آشوب را ** شه مسلم داشت آن مکروب را 1975
- O dertli definenin kâğıdını padişah, o dertlere uğramış fakire verince;
-
گشت آمن او ز خصمان و ز نیش ** رفت و میپیچید در سودای خویش
- Yoksul adam, düşmanlarından, onların saçmasından emin oldu, gidip sevdalandığı şeye adamakıllı sarıldı.
-
یار کرد او عشق درداندیش را ** کلب لیسد خویش ریش خویش را
- İnsanı dertlere düşüren aşka yâr oldu. Köpek, yarasını yalaya yalaya iyi eder.
-
عشق را در پیچش خود یار نیست ** محرمش در ده یکی دیار نیست
- Aşk ıstırabına hiçbir yâr, hiçbir ortak yoktur. Âşığa âlemde bir tek mahrem bile bulunmaz.
-
نیست از عاشق کسی دیوانهتر ** عقل از سودای او کورست و کر
- Âşıktan daha deli kimse yoktur. Akıl, onun sevdasına karşı kördür, sağırdır.
-
زآنک این دیوانگی عام نیست ** طب را ارشاد این احکام نیست 1980
- Çünkü bu, herkesin deliliğine benzemez ki. Hekimlik bilgisinde bunu iyileştirecek hükümler yoktur.
-
گر طبیبی را رسد زین گون جنون ** دفتر طب را فرو شوید به خون
- Bir hekim, bu çeşit deliliğe uğrasa hekimlik kitabını kanı ile yıkar, yazılanların hepsini silerdi.
-
طب جملهی عقلها منقوش اوست ** روی جمله دلبران روپوش اوست
- Bütün akılların hekimliği, aşka göre çizilmiş suretlerden başka bir şey değildir. Bütün güzellerin yüzleri, onun yüzünün perdesidir.
-
روی در روی خود آر ای عشقکیش ** نیست ای مفتون ترا جز خویش خویش
- Ey aşk mezhebine giren, yüzünü kendine çevir. Sana meftun olan, senden başkası değildir.
-
قبله از دل ساخت آمد در دعا ** لیس للانسان الا ما سعی
- O adamda kendini kıble yapmış, dua edip durmuştu. “İnsan ancak çalıştığını elde eder.”
-
پیش از آن کو پاسخی بشنیده بود ** سالها اندر دعا پیچیده بود 1985
- Bundan önce bir cevap duymadan yıllarca dua etmişti.
-
بیاجابت بر دعاها میتنید ** از کرم لبیک پنهان میشنید
- İcabet edilmeden dua ediyor, Allah kereminden “Lebbeyk” sesini gizli olarak işitiyordu.
-
چونک بیدف رقص میکرد آن علیل ** ز اعتماد جود خلاق جلیل
- O illetli adam, ulu yaratıcının cömertliğine güvendiğinden tefsiz oynuyordu.
-
سوی او نه هاتف و نه پیک بود ** گوش اومیدش پر از لبیک بود
- Ona ne bir hatif sesi gelmişti, ne bir haberci ulaşmıştı. Ümit kulağı, “Lebbeyk” sesiyle doluydu ama.
-
بیزبان میگفت اومیدش تعال ** از دلش میروفت آن دعوت ملال
- Ümidi, dilsiz, sessiz “gel” demekteydi. O dâvet, gönlünden usancı silip süpürüyordu.
-
آن کبوتر را که بام آموختست ** تو مخوان میرانش کان پر دوختست 1990
- Dama gelmeyi öğrenen güvercini çağırma, kov, o bir yere gidemez, kanadı bağlıdır.
-
ای ضیاء الحق حسامالدین برانش ** کز ملاقات تو بر رستست جانش
- Ey hak Ziyası Hüsameddin, onu kovsan da seninle buluştuğu için can kanadı bitmiştir;
-
گر برانی مرغ جانش از گزاف ** هم بگرد بام تو آرد طواف
- Kovsan da can kuşu, sebepsiz olarak senin damının etrafında döner dolaşır.
-
چینه و نقلش همه بر بام تست ** پر زنان بر اوج مست دام تست
- Onun yiyeceği ,içeceği, konacağı yer, hep senin damındır. Yücelerde kanat çırpar ama tuzağına âşıktır.
-
گر دمی منکر شود دزدانه روح ** در ادای شکرت ای فتح و فتوح
- Hattâ ruh, bir an hırsızlamacasına o fütuhattan dolayı sana şükretmese, münkir olsa.
-
شحنهی عشق مکرر کینهاش ** طشت آتش مینهد بر سینهاش 1995
- Durup dinlenmeden kin güden aşk sahnesi, derhal o inkâr eden göğüse ateş dolu bir leğen koyuverir.
-
که بیا سوی مه و بگذر ز گرد ** شاه عشقت خواند زوتر باز گرد
- Aya gel, tozdan vazgeç. Aşk padişahı seni çağırmada, çabuk dön der.
-
گرد این بام و کبوترخانه من ** چون کبوتر پر زنم مستانه من
- Ben, güvercin gibi sarhoşçasına bu damın, bu güvercinliğin etrafında kanat çırpmaktayım.
-
جبرئیل عشقم و سدرهم توی ** من سقیمم عیسی مریم توی
- Aşk Cebrailiyim, Sidre’m sensin. İlletliyim, Meryem oğlu İsa sensin bana.
-
جوش ده آن بحر گوهربار را ** خوش بپرس امروز این بیمار را
- O inciler saçan denizi coştur. Şu hastayı bu gün bir hoşça sor, soruştur!
-
چون تو آن او شدی بحر آن اوست ** گرچه این دم نوبت بحران اوست 2000
- Çünkü sen, onunsun, deniz de onundur. Bu an, onun nöbet zamanıdır ama aldırma.
-
این خود آن نالهست کو کرد آشکار ** آنچ پنهانست یا رب زینهار
- Zaten bu, onun meydana getirdiği bir feryattan ibarettir. Yarabbi, sen gizli olanı koru, onu meydana çıkarma.
-
دو دهان داریم گویا همچو نی ** یک دهان پنهانست در لبهای وی
- Ney gibi iki ağzımız var. Bir ağız, onun dudaklarında gizli.
-
یک دهان نالان شده سوی شما ** های هویی در فکنده در هوا
- Öbür ağız, size görünmede, feryat etmede, havaya bir hay huydur salmada.
-
لیک داند هر که او را منظرست ** که فغان این سری هم زان سرست
- Fakat can gözü açık olan bilir ki bu baştan çıkan feryat da o baştan çıkmadadır.
-
دمدمهی این نای از دمهای اوست ** های هوی روح از هیهای اوست 2005
- Neyin bu feryadı, onun soluklarından. Ruhun hay huyu, onun hay huylarından.
-
گر نبودی با لبش نی را سمر ** نی جهان را پر نکردی از شکر
- Ney, onun dudakları ile hemdem olmasaydı âlemi şekerle doldurabilir miydi?
-
با کی خفتی وز چه پهلو خاستی ** که چنین پر جوش چون دریاستی
- Kiminle yattın, hangi tarafından kalktın da böyle deniz gibi coşup köpürmedesin?
-
یا ابیت عند ربی خواندی ** در دل دریای آتش راندی
- Yahut da “Ben rabbime konuk olurum” hâdisini okudun, ateş denizinin ta içine atıldın.
-
نعرهی یا نار کونی باردا ** عصمت جان تو گشت ای مقتدا
- Fakat “ey ateş, soğu” nârası, ey kendisine uyulan zat, senin canını korudu.
-
ای ضیاء الحق حسام دین و دل ** کی توان اندود خورشیدی به گل 2010
- Ey hak Ziyası, din ve gönlün Husam’ı! Hiç güneş, balçıkla sıvanır mı?
-
قصد کردستند این گلپارهها ** که بپوشانند خورشید ترا
- Bu toprak parçaları, senin güneşini örtmek istediler ama,
-
در دل که لعلها دلال تست ** باغها از خنده مالامال تست
- Dağların gönlündeki lâ’l madenleri, sana delâlet etmede. Bağlar, bahçeler, senin gülümsemelerinle dopdolu.