-
ضد را با ضد ایناس از کجا ** با امامالناس نسناس از کجا 2120
- Zıt, nasıl olur da zıddıyla beraber bulunur? Halkın imamı olan bir zat nerede, maymun nerede? diyordu.
-
باز او لاحول میکرد آتشین ** که اعتراض من برو کفرست و کین
- Sonra yine ateş gibi dönüyor, Lâ havle okuyor, ona itirazım küfürdür, kindir diyordu.
-
من کی باشم با تصرفهای حق ** که بر آرد نفس من اشکال و دق
- Ben kim oluyorum ki Tanrı’nın işlerine karışıyorum? Nefsimden neden böyle şüpheler, kınamalar geliyor?
-
باز نفسش حمله میآورد زود ** زین تعرف در دلش چون کاه دود
- Derken nefsi yine saldırıyor, bu yüzden, gönlünden kuyumcular potasından çıkar gibi duman tütüyordu.
-
که چه نسبت دیو را با جبرئیل ** که بود با او به صحبت هم مقیل
- Şeytan’la, diyordu, Cebrail’in ne münasebeti var ki onunla konuşsun, düşüp kalksın, beraber yatsın, uyusun!
-
چون تواند ساخت با آزر خلیل ** چون تواند ساخت با رهزن دلیل 2125
- Azer, nasıl olur da Halil’le geçinebilir? Yol kesen, nasıl olur da kılavuzla beraber bulunur?
-
یافتن مرید مراد را و ملاقات او با شیخ نزدیک آن بیشه
- Müridin, muradını bulması, dervişin, ormana yakın bir yerde Şeyh’le buluşması
-
اندرین بود او که شیخ نامدار ** زود پیش افتاد بر شیری سوار
- O, bu düşüncedeyken ünlü Şeyh, bir aslana binmiş, çıkageldi.
-
شیر غران هیزمش را میکشید ** بر سر هیزم نشسته آن سعید
- Kükremiş aslan odununu çekmekteydi. O kutlu zat da odunlarının üstüne binmişti.
-
تازیانهش مار نر بود از شرف ** مار را بگرفته چون خرزن به کف
- Kamçısı bir yılandı. Yücelikle yılanı bir kamçı gibi eline almıştı.
-
تو یقین میدان که هر شیخی که هست ** هم سواری میکند بر شیر مست
- İyice bil ki, her şeyh, sarhoş aslanın üstüne biner.
-
گرچه آن محسوس و این محسوس نیست ** لیک آن بر چشم جان ملبوس نیست 2130
- O görünür, bu görünmez ama can gözünden gizli değildir.
-
صد هزاران شیر زیر را نشان ** پیش دیدهی غیبدان هیزمکشان
- Onların altında yüz binlerce aslan vardır, odun çeker durur. Gayp gözü, onu görür.
-
لیک یک یک را خدا محسوس کرد ** تا که بیند نیز او که نیست مرد
- Fakat adam olmayan da görsün diye Tanrı, onları bir bir baş gözüne de gösterir.
-
دیدش از دور و بخندید آن خدیو ** گفت آن را مشنو ای مفتون دیو
- O padişah, dervişi uzaktan görüp güldü. Sakın dedi, aldanma, şeytanı dinleme.
-
از ضمیر او بدانست آن جلیل ** هم ز نور دل بلی نعم الدلیل
- O ulu şeyh, gönlünün nuru ile dervişin içinden geçeni bildi. O nur, ne güzel bir delildir.
-
خواند بر وی یک به یک آن ذوفنون ** آنچ در ره رفت بر وی تا کنون 2135
- O hünerli zat, dervişin yola düşmesinden o ana kadar aklından geçenleri bir bir söyledi.
-
بعد از آن در مشکل انکار زن ** بر گشاد آن خوشسراینده دهن
- Ondan sonra o güzel güzel çileyip şakıyan zat, kadını kınaması hususunda da ağzını açıp,
-
کان تحمل از هوای نفس نیست ** آن خیال نفس تست آنجا مهایست
- Dedi ki: O tahammül, nefis havasında değildir. Bu zan senin nefsinin havasıdır, orada durma!
-
گرنه صبرم میکشیدی بار زن ** کی کشیدی شیر نر بیگار من
- Ben sabredip bu kadının yükünü çekmeseydim aslan, benim yükümü çeker miydi hiç?
-
اشتران بختییم اندر سبق ** مست و بیخود زیر محملهای حق
- Ben de Tanrı yükünün altında kendinden geçmiş sarhoş ve köpürmüş bir deveyim.
-
من نیم در امر و فرمان نیمخام ** تا بیندیشم من از تشنیع عام 2140
- Onun buyruğunda yarı ham bile değilim ki halkın kınaması, yermesini düşüneyim.
-
عام ما و خاص ما فرمان اوست ** جان ما بر رو دوان جویان اوست
- Bizim geri kalanımızda onun buyruğudur, ileri gidenimizde. Canımız yüz üstü koşarak onu aramadadır.
-
فردی ما جفتی ما نه از هواست ** جان ما چون مهره در دست خداست
- Bizim tekliğimiz, çiftliğimiz, hava ve hevesten değildir. Canımız, mühre gibi Tanrı elindedir.
-
ناز آن ابله کشیم و صد چو او ** نه ز عشق رنگ و نه سودای بو
- O ahmağın nazını da çekeriz, onun gibi yüzlercesinin nazını da. Bu, renk aşkından, koku sevdasından değildir.
-
این قدر خود درس شاگردان ماست ** کر و فر ملحمهی ما تا کجاست
- Bu kaza ve kader, bizim dersimizin talebeleridir. Artık savaşımızın debdebesi nereye varır, bir düşün.
-
تا کجا آنجا که جا را راه نیست ** جز سنابرق مه الله نیست 2145
- Nereye mi varır? Yere bile yol olmayan bir yere. Işığı, gözleri alan Tanrı ayına ancak!
-
از همه اوهام و تصویرات دور ** نور نور نور نور نور نور
- O nur, bütün vehimlerden ve tasavvurlardan uzak olan nurun nurunun nurunun nurunun nurudur!
-
بهر تو ار پست کردم گفت و گو ** تا بسازی با رفیق زشتخو
- Dedikoduyu senin için aşağılattım. İbret al da kötü huylu arkadaşla arkadaş ol, uzlaş.
-
تا کشی خندان و خوش بار حرج ** از پی الصبر مفتاح الفرج
- “Sabır, sıkıntının anahtarıdır” sırrına ermek için gülerek hoşlanarak onun derdini çek.
-
چون بسازی با خسی این خسان ** گردی اندر نور سنتها رسان
- Bu aşağılık kişilerin aşağılığını çekersen sünnetlerin nuruna ulaşırsın.
-
که انبیا رنج خسان بس دیدهاند ** از چنین ماران بسی پیچیدهاند 2150
- Peygamberler aşağılık adamların zahmetlerini çok çektiler. Bu çeşit yılanlardan nice ıstıraplara uğradılar.
-
چون مراد و حکم یزدان غفور ** بود در قدمت تجلی و ظهور
- Yargılayan Tanrı’ nın muradı, hükmü, ta ezelden tecelli ve zuhur etmekti.
-
بی ز ضدی ضد را نتوان نمود ** وان شه بیمثل را ضدی نبود
- Zıddı olmadıkça bir şey görünemez. O misli olmayan padişahın zıddı yoktur.
-
حکمت در انی جاعل فی الارض خلیفة
- “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” âyetindeki hikmet
-
پس خلیفه ساخت صاحبسینهای ** تا بود شاهیش را آیینهای
- Bunun için padişahlığına ayna olmak üzere bir gönül sahibini halife edindi.
-
بس صفای بیحدودش داد او ** وانگه از ظلمت ضدش بنهاد او
- Ona hadsiz, hesapsız arılığını ihsan etti, ondan sonra karanlıklardan da ona bir zıt verdi.
-
دو علم بر ساخت اسپید و سیاه ** آن یکی آدم دگر ابلیس راه 2155
- Ak ve kara iki bayrak dikti. Birisi Âdem’di bunların öbürü yol kesen İblis.
-
در میان آن دو لشکرگاه زفت ** چالش و پیکار آنچ رفت رفت
- O iki büyük ordu arasında savaşlar oldu, geldi geçti.
-
همچنان دور دوم هابیل شد ** ضد نور پاک او قابیل شد
- İkinci devre Habil geldi, onun pak nurunun zıddı Kaabil oldu.
-
همچنان این دو علم از عدل و جور ** تا به نمرود آمد اندر دور دور
- Adalet ve zulümden ibaret olan bu iki bayrak, böylece devir devir, Nemrud’a kadar geldi dayandı.
-
ضد ابراهیم گشت و خصم او ** وآن دو لشکر کینگزار و جنگجو
- O, İbrahim’in zıddı ve düşmanı oldu. O iki ordu birbirine kin güttü, savaştı durdu.
-
چون درازی جنگ آمد ناخوشش ** فیصل آن هر دو آمد آتشش 2160
- Savaşın uzamasından hoşlanmayınca ikisinin arasını ateş ayırdı.
-
پس حکم کرد آتشی را و نکر ** تا شود حل مشکل آن دو نفر
- O iki taifenin müşkülü halledilsin diye ateşi, azabı hakem yaptı.
-
دور دور و قرن قرن این دو فریق ** تا به فرعون و به موسی شفیق
- Devir devir zaman zaman bu iki fırka, Firavunla esirgeyici Musa’nın zamanına kadar
-
سالها اندر میانشان حرب بود ** چون ز حد رفت و ملولی میفزود
- Yıllarca savaştı. Aralarındaki savaş bitmedi tükenmedi. Bu iş, haddi aşıp usanç verince de
-
آب دریا را حکم سازید حق ** تا که ماند کی برد زین دو سبق
- Tanrı, denizi hakem yaptı; bakalım hangisi öndülü alacak dedi.
-
همچنان تا دور و طور مصطفی ** با ابوجهل آن سپهدار جفا 2165
- Mustafa’nın devrine, onun zuhuruna kadar bu böyle gitti. O zuhur edince Ebucehil’le o cefa askerinin başbuğuyla savaştı.
-
هم نکر سازید از بهر ثمود ** صیحهای که جانشان را در ربود
- Tanrı, Semud kavmi için, bir haykırış hizmetkâr tuttu, onların canlarını alıverdi.
-
هم نکر سازید بهر قوم عاد ** زود خیزی تیزرو یعنی که باد
- Âd kavmi için tez kalkan ve hızlı giden bir hizmetkârı tuttu, yeli kullandı.
-
هم نکر سازید بر قارون ز کین ** در حلیمی این زمین پوشید کین
- Kaarun’un halini de bildi, onu defetmek için de yeryüzünü kullandı. Yer, halim olmakla beraber ona kinlendi, onu yuttu.
-
تا حلیمی زمین شد جمله قهر ** برد قارون را و گنجش را به قعر
- Yerin halimliği âdeta kahroldu da Kaarun’u da dibine kadar sömürdü, hazinesini de.