گر ازین انبار خواهی بر و بر ** نیمساعت هم ز همدردان مبر 2630
Bu ambardan bir şey elde etmek, bir ihsana uğramak niyetindeysen seninle hemdert olanlardan bir an bile ayrılma.
که در آن دم که ببری زین معین ** مبتلی گردی تو با بس القرین
Çünkü bu yardımcıdan ayrıldığın an kötü bir arkadaşın derdine uğrarsın.
حکایت تعلق موش با چغز و بستن پای هر دو به رشتهای دراز و بر کشیدن زاغ موش را و معلق شدن چغز و نالیدن و پشیمانی او از تعلق با غیر جنس و با جنس خود ناساختن
Farenin kurbağayla arkadaş olması, ayaklarını uzun bir iple bağlamaları, karganın fareyi yakalaması kurbağanın da ona bağlı olarak havalanması, feryat ve figana başlaması, kendi cinsinden olmayan bir hayvanla dost olduğuna pişman olması
از قضا موشی و چغزی با وفا ** بر لب جو گشته بودند آشنا
Tesadüf bu ya, bir fare, vefalı bir kurbağa ile su başında tanıştılar.
هر دو تن مربوط میقاتی شدند ** هر صباحی گوشهای میآمدند
Her ikisi de bir buluşma zamanı tayin ettiler. Her sabah bir bucaktan çıkıyorlar,
نرد دل با همدگر میباختند ** از وساوس سینه میپرداختند
Birbirleri ile gönül tavlası, oynuyorlar, gönüllerini vesveseden arıtıyorlardı.
هر دو را دل از تلاقی متسع ** همدگر را قصهخوان و مستمع 2635
Bu buluşmadan ikisinin de gönlü ferahlıyor, birbirlerine hikâyeler anlatıyorlar, birini söylediğini öbürü dinliyordu.
رازگویان با زبان و بیزبان ** الجماعه رحمه را تاویل دان
Gâh baş diliyle, gâh hal diliyle sırlarını ortaya koyuyorlar. “Topluluk rahmettir” sözünü tevil diyorlardı.
آن اشر چون جفت آن شاد آمدی ** پنج ساله قصهاش یاد آمدی
O kötü mahlûk, kurbağa ile eş oldu mu neşeleniyor, beş yıllık vakaları hatırlıyordu.
جوش نطق از دل نشان دوستیست ** بستگی نطق از بیالفتیست
Sözün coşması, ulanıp gitmesi, dostluk nişanesidir. Söz söyleyememekte ülfetsizliktendir.
دل که دلبر دید کی ماند ترش ** بلبلی گل دید کی ماند خمش
Gönül, dilberi gördü mü nasıl olur da suratı ekşi bir halde kalır? Bülbül, gül görür de nasıl susar?
ماهی بریان ز آسیب خضر ** زنده شد در بحر گشت او مستقر 2640
Kızarmış balık bile, Hızır’ın himmetiyle dirildi, denize sıçradı, orada karar kıldı.
یار را با یار چون بنشسته شد ** صد هزاران لوح سر دانسته شد
Sevgili, sevgilisiyle beraber oturdu mu yüz binlerce sır levhini bilir.
لوح محفوظ است پیشانی یار ** راز کونینش نماید آشکار
Sevgilinin alnı Levhi mahfuzdur. Dost, onun alnından iki âlemin sırrını da apaçık görür.
Dost kudümiyle âdeta yol kılavuzudur. Mustafa, bunun için, “Sahabem yıldıza benzer” demiştir.
نجم اندر ریگ و دریا رهنماست ** چشم اندر نجم نه کو مقتداست
Yıldız çölde de kılavuzdur, denizde de. Yıldıza göz dik, o kılavuzdur, yol gösterir.
چشم را با روی او میدار جفت ** گرد منگیزان ز راه بحث و گفت 2645
Gözünü onun yüzüne eş et. Onunla bahse girişmeye kalkma, bu çeşit hareketlerle toz koparma.
زانک گردد نجم پنهان زان غبار ** چشم بهتر از زبان با عثار
Çünkü o tozla yıldız, görünmez olur. Halbuki göz, sürçen dilden elbette daha iyidir.
تا بگوید او که وحیستش شعار ** کان نشاند گرد و ننگیزد غبار
Yalnız Tanrı’dan vahiy alan kişi söylerse o başka. Çünkü o toz koparmaz, tozu yatıştırır.
چون شد آدم مظهر وحی و وداد ** ناطقهی او علم الاسما گشاد
Âdem, vahiy ve sevgiye mazhar olunca sözü “Allemel esmâ” sırrını açtı.
نام هر چیزی چنانک هست آن ** از صحیفهی دل روی گشتش زبان
Her şeyin adı nasılsa öylece gönül sahifesinden diline aktı, her şeyi bildirdi.
فاش میگفتی زبان از ریتش ** جمله را خاصیت و ماهیتش 2650
Her şeyi gönül gözü görmüştü, onun için hepsinin hassasını ve mahiyetini apaçık söylüyordu.
آنچنان نامی که اشیا را سزد ** نه چنانک حیز را خواند اسد
Her şeye lâyık olan adı söyledi, puşta aslan demedi.
نوح نهصد سال در راه سوی ** بود هر روزیش تذکیر نوی
Nuh da tam dokuz yüz yıl doğru yolda vaaz etti. Her gün yeni bir öğüt verdi.
لعل او گویا ز یاقوت القلوب ** نه رساله خوانده نه قوت القلوب
Lâal dudakları, kalplerin yakutuydu. Ne risale okumuştu, ne de “Kuutül kulûb!”
وعظ را ناموخته هیچ از شروح ** بلک ینبوع کشوف و شرح روح
Vaazlarını şerhlerden öğrenmiyordu. Sözleri, keşifler kaynağından coşuyordu, ruh şerhiydi.
زان میی کان می چو نوشیده شود ** آب نطق از گنگ جوشیده شود 2655
Bir şarap var. O içildi mi söz suyu dilsizden bile kaynar, köpürür.
طفل نوزاده شود حبر فصیح ** حکمت بالغ بخواند چون مسیح
Yeni doğan çocuk fasih söz söyler bir edip olur, Mesih gibi, ergen adamların hikmetini okur.
از کهی که یافت زان می خوشلبی ** صد غزل آموخت داود نبی
O şaraptan içip dudağını hoş bir hale getiren dağ, Davut peygamber gibi yüzlerce gazel öğrenir.
جمله مرغان ترک کرده چیک چیک ** همزبان و یار داود ملیک
Bütün kuşlar, cik cik ötüşlerini bırakmışlar, padişah olan Davut’a uymuşlar, ona dost olmuşlar, onunla ırlamaya başlamışlardı.
چه عجب که مرغ گردد مست او ** هم شنود آهن ندای دست او
Kuş bile onu duyup sarhoş olduktan sonra demir, onun sesini duymuş, bunda şaşılacak ne var?
صرصری بر عاد قتالی شده ** مر سلیمان را چو حمالی شده 2660
Kasırga, Âd kavmini kırmış geçirmiş, fakat Süleyman’a hamal olmuş, onu sırtında taşımıştır.
صرصری میبرد بر سر تخت شاه ** هر صباح و هر مسا یک ماهه راه
Kasırga, o padişahın tahtını yüklenmiş, her sabah, her akşam bir aylık yol götürmüştür.
هم شده حمال و هم جاسوس او ** گفت غایب را کنان محسوس او
Hem ona hamal olmuş, hem casusluk yapmıştır. Uzakta olan birisini sözünü duydu mu,
باد دم که گفت غایب یافتی ** سوی گوش آن ملک بشتافتی
Derhal gelir, o sözü Süleyman’ın kulağına fıslardı.
که فلانی این چنین گفت این زمان ** ای سلیمان مه صاحبقران
“Filan kişi, şimdi böyle söyledi ey Süleyman ey sahip kıran ay” derdi.
تدبیر کردن موش به چغز کی من نمیتوانم بر تو آمدن به وقت حاجت در آب میان ما وصلتی باید کی چون من بر لب جو آیم ترا توانم خبر کردن و تو چون بر سر سوراخ موشخانه آیی مرا توانی خبر کردن الی آخره
Farenin kurbağaya, “Seni görmek isteyince suya dalamıyorum. Aramızda bir vasıta lâzım. Su kıyısına gelip seni arayınca haber alabilmeliyim. Sen de benim deliğimin başına gelince bana haber verebilmelisin ve saire” demesi
این سخن پایان ندارد گفت موش ** چغز را روزی کای مصباح هوش 2665
Bu sözün sonu yoktur. Fare, bir gün kurbağaya ey akıl kandili dedi;
وقتها خواهم که گویم با تو راز ** تو درون آب داری ترکتاز
Zaman oluyor ki sana bir sır söylemek istiyorum. Halbuki sen suyun dibinde bulunuyorsun.
بر لب جو من ترا نعرهزنان ** نشنوی در آب نالهی عاشقان
Su kıyısında nâra atıyorum ama suyun içindeyken âşıkların nârasını duymuyorsun sen.
من بدین وقت معین ای دلیر ** مینگردم از محاکات تو سیر
Ey yiğit er, ben bu muayyen buluşma vakitleri ile kanaat edemiyor, senin sohbetine doyamıyorum.
پنج وقت آمد نماز و رهنمون ** عاشقان را فی صلاة دائمون
Namaz ve yol gösteren ibadet, beş vakit olarak farz edildi. Fakat âşıklar daima namazdadır.
نه به پنج آرام گیرد آن خمار ** که در آن سرهاست نی پانصد هزار 2670
Ve sarhoşluk o başlardaki mahmurluk, ne beş vakitle yatışır, ne beş yüz bin vakitle.
نیست زر غبا وظیفهی عاشقان ** سخت مستسقیست جان صادقان
“Beni az ziyaret et” sözü âşıklara göre değildir. Doğru özlü âşıkların canı, pek susuzdur.