یک درم خواهی تو امروز ای شهم ** یا که فردا چاشتگاهی سه درم 2715
Ey padişahım! Bugün sana bir kuruş mu vereyim, yoksa yarın kuşluk çağında üç kuruş mu? Hangisini istersin?
گفت دی نیم درم راضیترم ** زانک امروز این و فردا صد درم
Sofi dedi ki: Bugünkü de vaat, yarınki de. Dün yarım kuruş verseydin bugün elimde olsaydı. Buna, bugünkü vereceğin bir kuruştan da daha ziyade sevinirdim, yarın vereceğin yüz kuruştan da.
سیلی نقد از عطاء نسیه به ** نک قفا پیشت کشیدم نقد ده
Peşin sille, veresiye keremden hayırlıdır. İşte kafam önünde, başımı eğiyorum, vur, tek peşin olsun!
خاصه آن سیلی که از دست توست ** که قفا و سیلیش مست توست
Hele sille, senden geldikten sonra hiç gam yemem. Baş da o elin sarhoşudur, sille de.
هین بیا ای جان جان و صد جهان ** خوش غنیمت دار نقد این زمان
Ey canımın canı, ey yüzlerce cihan değer dost, aklını başına devşir, bu peşin şeyi ganimet say.
در مدزد آن روی مه از شب روان ** سرمکش زین جوی ای آب روان 2720
Ay gibi yüzünü gece yolcularından gizleme. Ey akar su, bu arktan baş çekme.
تا لب جو خندد از آب معین ** لب لب جو سر برآرد یاسمین
Hep buradan da ak da ırmak kıyısı bu akar suyla gülsün, kenarlarında yaseminler boy atsın.
چون ببینی بر لب جو سبزه مست ** پس بدان از دور که آنجا آب هست
Uzaktan ırmak kıyısında sarhoş yeşillikler gördün mü bil ki orada su vardır.
گفت سیماهم وجوه کردگار ** که بود غماز باران سبزهزار
Tanrı “Gönüllerindeki yüzlerinden anlaşılır” dedi. Yeşillikte yağmuru suyu anlatır.
گر ببارد شب نبیند هیچ کس ** که بود در خواب هر نفس و نفس
Yağmur gece yağarsa kimse görmez. Çünkü herkes uykuya dalmıştır.
تازگی هر گلستان جمیل ** هست بر باران پنهانی دلیل 2725
Ama her güzel gül bahçesi gizli bir yağmura delâlet eder.
ای اخی من خاکیم تو آبیی ** لیک شاه رحمت و وهابیی
Kardeşim ben toprak hayvanlarındanım, sen su hayvanlarından. Fakat rahmet ve ihsan padişahısın.
آنچنان کن از عطا و از قسم ** که گه و بیگه به خدمت میرسم
Öyle lûtfet, öyle bir ihsan da bulun ki arada bir huzuruna gelebileyim.
بر لب جو من به جان میخوانمت ** مینبینم از اجابت مرحمت
Irmak kıyısında seni canla başla çağırıyorum ama sen merhamet edip cevap vermiyorsun.
آمدن در آب بر من بسته شد ** زانک ترکیبم ز خاکی رسته شد
Suya dalmama imkân yok. Çünkü terkibim topraktan meydana gelmiş.
یا رسولی یا نشانی کن مدد ** تا ترا از بانگ من آگه کند 2730
Ya bir elçi gönder, yahut kerem et, bir nişâne ver de benim sesimi sana ulaştırsın.
بحث کردند اندرین کار آن دو یار ** آخر آن بحث آن آمد قرار
Bu iş için o iki dost konuşup görüştüler. Nihayet şuna karar verdiler:
که به دست آرند یک رشتهی دراز ** تا ز جذب رشته گردد کشف راز
Bir uzun ip bulacaklardı. Bu ipin çekişi, onların sırrını birbirine duyuracaktı.
یک سری بر پای این بندهی دوتو ** بست باید دیگرش بر پای تو
Fare, ipin bir ucunu sana karşı iki büklüm olan bu kulun ayağına bağlarız, öbür ucunu da senin ayağına.
تا به هم آییم زین فن ما دو تن ** اندر آمیزیم چون جان با بدن
Bu suretle ikimiz, birbirimize ulanmış, bağlanmış oluruz; bir bedendeki can gibi birbirimize karışırız dedi.
هست تن چون ریسمان بر پای جان ** میکشاند بر زمینش ز آسمان 2735
Beden de canın ayağında bir ipe benzer, onu gökyüzünden yere çeker durur.
چغز جان در آب خواب بیهشی ** رسته از موش تن آید در خوشی
Can kurbağası, kendinden geçme suyuna hoş bir surette dalmışken, beden faresinden güzelce kurtulmuşken.
موش تن زان ریسمان بازش کشد ** چند تلخی زین کشش جان میچشد
Beden faresi o iple yine onu çeker. Can, bu çekişten ne acılar tadar!
گر نبودی جذب موش گندهمغز ** عیشها کردی درون آب چغز
Beyni kokmuş farenin çekişi olmasaydı kurbağa, suyun içinde rahatça yaşardı.
باقیش چون روز برخیزی ز خواب ** بشنوی از نوربخش آفتاب
Bunun ötesini, gündüz olup da ecel uykusundan uyanınca güneşe nurlar bağışlayandan duyarsın.
یک سر رشته گره بر پای من ** زان سر دیگر تو پا بر عقده زن 2740
İpliğin bir ucunu benim ayağıma bağla, öbür ucunu kendi ayağına düğümle
تا توانم من درین خشکی کشید ** مر ترا نک شد سر رشته پدید
De bu kupkuru yerde iktiza edince ipi çekebileyim, sen de bu vesileyle benim derdimi anlayasın dedi.
تلخ آمد بر دل چغز این حدیث ** که مرا در عقده آرد این خبیث
Bu söz kurbağanın gönlüne acı geldi. Bu pis beni bağlıyor galiba dedi.
هر کراهت در دل مرد بهی ** چون در آید از فنی نبود تهی
İyi adamın gönlüne kötü bir düşünce geldi mi bu boş değildir, bir aslı vardır bunun.
وصف حق دان آن فراست را نه وهم ** نور دل از لوح کل کردست فهم
O anlayışı vehim sayma, Tanrı anlayışı bil. Gönüldeki nur, onu külli levihten okumuş, anlamıştır.
امتناع پیل از سیران ببیت ** با جد آن پیلبان و بانگ هیت 2745
Biliyorsun ya, filcinin o kadar çalışmasına, korkunç bir surette bağırıp çağırmasına rağmen fil, Tanrı evine gitmemişti.
جانب کعبه نرفتی پای پیل ** با همه لت نه کثیر و نه قلیل
Ayağı, o kadar köteğe rağmen az çok, Kâbe tarafına gitmiyordu vesselam.
گفتیی خود خشک شد پاهای او ** یا بمرد آن جان صولافزای او
Sanki ayakları kurumuştu, yahut da o saldıran canı, bedeninden çıkmıştı dersin.
چونک کردندی سرش سوی یمن ** پیل نر صد اسپه گشتی گامزن
Fakat başını Yemen tarafına döndürdüler mi o erkek fil yüz at süratinde koşmaktaydı.
حس پیل از زخم غیب آگاه بود ** چون بود حس ولی با ورود
Filin duygusu, gayb zahmını anlamıştı. Bu böyle olunca artık kendisine Tanrı’dan ilham gelen velinin duygusu nasıl olur?
نه که یعقوب نبی آن پاکخو ** بهر یوسف با همه اخوان او 2750
O güzel huylu Yakup peygamber de, kardeşleri, Yusuf için
از پدر چون خواستندش دادران ** تا برندش سوی صحرا یک زمان
Babalarından izin alıp onu birazcık sahraya gezmeye götürmek istedikleri zaman bir şeyler sezinlemişti.
جمله گفتندش میندیش از ضرر ** یک دو روزش مهلتی ده ای پدر
Hepsi de ona, Yusuf’a bir zarar gelir diye düşünme. Bir iki günceğiz müsaade et baba.
که چرا ما را نمی داری امین ** یوسف خود را به سیران و ظعین
تا به هم در مرجها بازی کنیم ** ما درین دعوت امین و محسنیم
Yeşilliklerde beraber gezip tozalım. Biz, onu çağırıyoruz ama emniyet ve ihsan sahibi kişileriz dediler.
گفت این دانم که نقلش از برم ** میفروزد در دلم درد و سقم 2755
Yakup, şu kadar biliyorum ki onu benim yanımdan alıp götürmenizden gönlümde bir dert, bir elem peydahlanıyor.
این دلم هرگز نمیگوید دروغ ** که ز نور عرش دارد دل فروغ
Gönlüm, asla yalan söylemez. Çünkü o arş nurundan nurlanmıştır dedi.
آن دلیل قاطعی بد بر فساد ** وز قضا آن را نکرد او اعتداد
Yakup’un şu gönlünün burkulması yok mu işte o, bu işte bir kötülük olduğuna katî bir delildi. Fakat kaza ve kaderden kaçmasına imkan yoktu.
در گذشت از وی نشانی آنچنان ** که قضا در فلسفه بود آن زمان
Kaza ve kader hükmünü işleyecekti. Onun için Yakup da bu kadar nişaneler gördüğü halde yine de Yusuf’u gönderdi.
این عجب نبود که کور افتد به چاه ** بوالعجب افتادن بینای راه
Körün, kuyuya düşmesine şaşılmaz, fakat yolu gören de düşer, buna şaşılır işte.
این قضا را گونه گون تصریفهاست ** چشمبندش یفعلالله ما یشاست 2760
Bu kaza ve kaderin çeşit çeşit işleri vardır. Adamın gözünü, Tanrı nasıl dilerse öyle bağlar.
هم بداند هم نداند دل فنش ** موم گردد بهر آن مهر آهنش
Gönül hilesini hem bilir, hem bilmez. Mührünü vurmak için demiri bile yumuşatır, muma döndürür.
گوییی دل گویدی که میل او ** چون درین شد هرچه افتد باش گو
Gönül derdi ki: Mademki Tanrı taktiri böyle, bunu istiyor, ha olsun, ne yapalım?
خویش را زین هم مغفل میکند ** در عقالش جان معقل میکند
Kendisini bundan gafil tutmaktaydı. Can da, onun ipiyle bağlanmış kalmıştı.
گر شود مات اندرین آن بوالعلا ** آن نباشد مات باشد ابتلا
O yüce kişi, taktir yüzünden mat olursa bu, alt olma değildir, Tanrı kazasına uğramadır.