-
پس سرش را شانه میکرد آن ستی ** با دو صد مهر و دلال و آشتی
- Yüzlerce nazla, muhabbetle başını karıştırmaya, saçlarını taramaya başladı.
-
آنچنان که مادران مهربان ** نرم کردش تا در آمد در بیان
- Şefkatli analar gibi onu yumuşattı, nihayet söyletmeye muvaffak oldu.
-
که مرا اومید از تو این نبود ** که دهی دختر به بیگانهی عنود
- Köle dedi ki: Senden bunu mu umardım ben? Kızını inatçı bir yabancıya veresin.
-
خواجهزادهی ما و ما خستهجگر ** حیف نبود که رود جای دگر
- Bizim efendimizin kızı olsun, biz de ona âşık olalım da o başkasına varsın? Yazık değil mi?
-
خواست آن خاتون ز خشمی که آمدش ** که زند وز بام زیر اندازدش 280
- Kadın bu söze öyle kızdı ki onu dövüp damdan aşağıya atmak istedi.
-
کو که باشد هندوی مادرغری ** که طمع دارد به خواجه دختری
- O kim oluyor diyordu, bir kahpenin Hintli bir oğlu. Nasıl oluyor da bir efendinin kızına tamah ediyor?
-
گفت صبر اولی بود خود را گرفت ** گفت با خواجه که بشنو این شگفت
- Fakat bunları içinden söylemekle beraber sabretmek daha doğru deyip kendini tuttu. Kocasına, dinle şu şaşılacak şeyi dedi..
-
این چنین گراء کی خاین بود ** ما گمان برده که هست او معتمد
- Biz, onu güvenilir bir adam sanıyorduk, umarmıydık böyle bir çalıkuşunun hain çıkacağını?
-
صبر فرمودن خواجه مادر دختر را کی غلام را زجر مکن من او را بیزجر ازین طمع باز آرم کی نه سیخ سوزد نه کباب خام ماند
- Efendinin, karısına “Sabret,köleyi tekdir etme. Ben onu bu tamahtan öyle bir geçiririm ki ne şiş yanar,ne kebap” demesi.
-
گفت خواجه صبر کن با او بگو ** که ازو ببریم و بدهیمش به تو
- Efendi dedi ki: “Sabret. Ona de ki: Kızı ona vermez sana veririz.
-
تا مگر این از دلش بیرون کنم ** تو تماشا کن که دفعش چون کنم 285
- Bu suretle belki gönlünden o sevdayı çıkarırız. Sen hele bir hoşça bak, ben nasıl onu bu işten vazgeçiririm?
-
تو دلش خوش کن بگو میدان درست ** که حقیقت دختر ما جفت تست
- Sen gönlünü hoş tut,bunu iyice bil ki kızımız, hakikaten de senin eşindir.
-
ما ندانستیم ای خوش مشتری ** چونک دانستیم تو اولیتری
- A güzel müşteri, evvelce bunu bilmiyorduk, mademki bildik, elbette kızımıza daha lâyıksın sen.
-
آتش ما هم درین کانون ما ** لیلی آن ما و تو مجنون ما
- Ateşimiz, kendi mangalımızda; Leylâ, bizim Leylâ’mız, Mecnunumuz da sen, de
-
تا خیال و فکر خوش بر وی زند ** فکر شیرین مرد را فربه کند
- İyice bir hayale, bir düşünceye düşsün. İyi düşünce insanı semirtir.
-
جانور فربه شود لیک از علف ** آدمی فربه ز عزست و شرف 290
- Hayvan,otla semirir,insan da yücelikle,şerefle gelişir.
-
آدمی فربه شود از راه گوش ** جانور فربه شود از حلق و نوش
- İnsan kulağından gelişir, duya duya canlanır. Hayvansa boğazından, yemesinden, içmesinden gelişir.
-
گفت آن خاتون ازین ننگ مهین ** خود دهانم کی بجنبد اندرین
- Kadın, “Böyle bir arlanılacak sözü, ağzım nasıl varır da söyler?
-
این چنین ژاژی چه خایم بهر او ** گو بمیر آن خاین ابلیسخو
- Onun için böyle abes bir sözü nasıl geveleyebilirim? Gebersin o şeytan huylu hain” dedi.
-
گفت خواجه نی مترس و دم دهش ** تا رود علت ازو زین لطف خوش
- Adam, hayır dedi, korkma. Sen böyle söyle de onun hastalığı geçsin, bu lütuf yüzünden iyileşsin.
-
دفع او را دلبرا بر من نویس ** هل که صحت یابد آن باریکریس 295
- Ondan sonra sevgilim onun derdini gidermeyi bana bırak sen. Yalnız o ince eleyip sık dokuyan bir kere iyileşsin.
-
چون بگفت آن خسته را خاتون چنین ** مینگنجید از تبختر بر زمین
- Kadın, o hasta köleye böyle söyleyince öyle ferahladı, öyle kabardı o köle ki âdeta yeryüzüne sığamaz oldu.
-
زفت گشت و فربه و سرخ و شکفت ** چون گل سرخ هزاران شکر گفت
- Semirdi, gelişti, benzine kan geldi, kırmızı güle döndü, binlerce şükürler etti.
-
که گهی میگفت ای خاتون من ** که مبادا باشد این دستان و فن
- Bazen de, hanımcığım, diyordu, sakın bu bir düzen olmasın!
-
خواجه جمعیت بکرد و دعوتی ** که همیسازم فرج را وصلتی
- Efendi, Ferec’i evlendiriyorum diye bir dâvet yaptı, eşini dostunu çağırdı.
-
تا جماعت عشوه میدادند و گان ** که ای فرج بادت مبارک اتصال 300
- Gelenler de “Ferec, kutlu olsun” diye onu kandırmaktaydılar.
-
تا یقینتر شد فرج را آن سخن ** علت از وی رفت کل از بیخ و بن
- Ferec, bu sözleri duyunca artık kızı alacağına iyice inandı. Büsbütün iyileşti, hastalığı kökünden geçti gitti.
-
بعد از آن اندر شب گردک به فن ** امردی را بست حنی همچو زن
- Ondan sonra gerdek gecesi bir oğlanı kadın kılığına soktular.
-
پر نگارش کرد ساعد چون عروس ** پس نمودش ماکیان دادش خروس
- Elini, bileğini gelinler gibi kınaladılar. Âdeta ona tavuk gösterip horoz verdiler.
-
مقنعه و حلهی عروسان نکو ** کنگ امرد را بپوشانید او
- Başını bağladılar, gelinler gibi elbiseler giydirdiler, gürbüz oğlanı kadın kıyafetine sokup koyverdiler.
-
شمع را هنگام خلوت زود کشت ** ماند هندو با چنان کنگ درشت 305
- Efendi halvet zamanı derhal mumu üfledi. Hintli köle öyle güçlü kuvvetli bir oğlanla yalnız kaldı.
-
هندوک فریاد میکرد و فغان ** از برون نشنید کس از دفزنان
- Oğlan, köleye saldırınca Hintlicik, feryada başladı ama dışarıdaki def gürültüsünden sesini kimse duymuyordu ki.
-
ضرب دف و کف و نعرهی مرد و زن ** کرد پنهان نعرهی آن نعرهزن
- Def çalması, el çırpması, kadın ve erkeğin naraları, onun sesini boğuyordu.
-
تا به روز آن هندوک را میفشارد ** چون بود در پیش سگ انبان آرد
- Oğlan, sabaha kadar o Hintli köleceğizi berbat edip durdu. Köle, âdeta köpeğin önündeki un torbasına döndü.
-
زود آوردند طاس و بوغ زفت ** رسم دامادان فرج حمام رفت
- Sabahleyin tas ve büyük bir bohça getirdiler. Ferec damatlar gibi güvey hamamına gitti.
-
رفت در حمام او رنجور جان ** کون دریده همچو دلق تونیان 310
- Gitti ama bitkin bir haldeydi. Ardı, külhancıların yırtık peştamalına dönmüştü.
-
آمد از حمام در گردک فسوس ** پیش او بنشست دختر چون عروس
- Zavallı hamamdan dönünce efendinin kızı, gelin gibi odaya geçip oturdu.
-
مادرش آنجا نشسته پاسبان ** که نباید کو کند روز امتحان
- Anası, köle, kızı gündüzün sınamaya kalkmasın diye oracıkta beklemekteydi.
-
ساعتی در وی نظر کرد از عناد ** آنگهان با هر دو دستش ده بداد
- Köle, bir müddet kinle kıza baktı da sonra ellerinin on parmağını da ona doğru sallayıp dedi ki:
-
گفت کس را خود مبادا اتصال ** با چو تو ناخوش عروس بدفعال
- Dilerim kimse seninle buluşmasın, senin gibi kötü ve pis bir geline düşmesin.
-
روز رویت روی خاتونان تر ** کیر زشتت شب بتر از کیر خر 315
- Gündüzün yüzün, kadınlar gibi ter-ü taze, geceleyin çirkin aletin, eşek aletinden beter.
-
همچنان جمله نعیم این جهان ** بس خوشست از دور پیش از امتحان
- İşte şu âlemin bütün nimetleri, uzaktan pek hoştur ama yaklaştı mı sınamadan ibarettir.
-
مینماید در نظر از دور آب ** چون روی نزدیک باشد آن سراب
- Uzaktan su görünür ,yanına vardın mı görürsün ki serapmış.
-
گنده پیرست او و از بس چاپلوس ** خویش را جلوه کند چون نو عروس
- O kokmuş bir kocakarıdır ama çok cilvelidir, kendisini yeni bir gelin gibi gösterir.
-
هین مشو مغرور آن گلگونهاش ** نوش نیشآلودهی او را مچش
- Sakın onun yüzündeki boyaya aldanma; aman, onun zehirle karışık şerbetini tatmaya kalkışma.
-
صبر کن کالصبر مفتاح الفرج ** تا نیفتی چون فرج در صد حرج 320
- Sabret, sabır sıkıntının anahtarıdır; sabret de Ferec gibi yüzlerce zahmete, mihnete düşme.
-
آشکارا دانه پنهان دام او ** خوش نماید ز اولت انعام او
- Tanesi meydandadır da tuzağı gizlidir. Önce onun sana nimet verişi hoş görünür ama sonu öyle değil!
-
در بیان آنک این غرور تنها آن هندو را نبود بلک هر آدمیی به چنین غرور مبتلاست در هر مرحلهای الا من عصم الله
- Bu aldanış,yalnız o Hintli köleye ait değildir. Allah’nın koruduğu kişiden başka herkes,böyle bir aldanışa uğrar.
-
چون بپیوستی بدان ای زینهار ** چند نالی در ندامت زار زار
- Ona ulaştın mı eyvahlar olsun sana. Nedamete düşer, ne kadar zarı zarı ağlarsın.
-
نام میری و وزیری و شهی ** در نهانش مرگ و درد و جاندهی
- Fakat beylik, vezirlik ve padişahlık adı, hakikatte ölümdür, derttir, can vermedir.
-
بنده باش و بر زمین رو چون سمند ** چون جنازه نه که بر گردن برند
- Kul ol da yeryüzünde at gibi yürü. Cenaze gibi kimsenin boynuna binme.
-
جمله را حمال خود خواهد کفور ** چون سوار مرده آرندش به گور 325
- Allah nimetine küfranda bulunan, ister ki herkes, kendisini yüklesin de ölüyü mezara götürür gibi götürsünler.