-
هندوک فریاد میکرد و فغان ** از برون نشنید کس از دفزنان
- Oğlan, köleye saldırınca Hintlicik, feryada başladı ama dışarıdaki def gürültüsünden sesini kimse duymuyordu ki.
-
ضرب دف و کف و نعرهی مرد و زن ** کرد پنهان نعرهی آن نعرهزن
- Def çalması, el çırpması, kadın ve erkeğin naraları, onun sesini boğuyordu.
-
تا به روز آن هندوک را میفشارد ** چون بود در پیش سگ انبان آرد
- Oğlan, sabaha kadar o Hintli köleceğizi berbat edip durdu. Köle, âdeta köpeğin önündeki un torbasına döndü.
-
زود آوردند طاس و بوغ زفت ** رسم دامادان فرج حمام رفت
- Sabahleyin tas ve büyük bir bohça getirdiler. Ferec damatlar gibi güvey hamamına gitti.
-
رفت در حمام او رنجور جان ** کون دریده همچو دلق تونیان 310
- Gitti ama bitkin bir haldeydi. Ardı, külhancıların yırtık peştamalına dönmüştü.
-
آمد از حمام در گردک فسوس ** پیش او بنشست دختر چون عروس
- Zavallı hamamdan dönünce efendinin kızı, gelin gibi odaya geçip oturdu.
-
مادرش آنجا نشسته پاسبان ** که نباید کو کند روز امتحان
- Anası, köle, kızı gündüzün sınamaya kalkmasın diye oracıkta beklemekteydi.
-
ساعتی در وی نظر کرد از عناد ** آنگهان با هر دو دستش ده بداد
- Köle, bir müddet kinle kıza baktı da sonra ellerinin on parmağını da ona doğru sallayıp dedi ki:
-
گفت کس را خود مبادا اتصال ** با چو تو ناخوش عروس بدفعال
- Dilerim kimse seninle buluşmasın, senin gibi kötü ve pis bir geline düşmesin.
-
روز رویت روی خاتونان تر ** کیر زشتت شب بتر از کیر خر 315
- Gündüzün yüzün, kadınlar gibi ter-ü taze, geceleyin çirkin aletin, eşek aletinden beter.
-
همچنان جمله نعیم این جهان ** بس خوشست از دور پیش از امتحان
- İşte şu âlemin bütün nimetleri, uzaktan pek hoştur ama yaklaştı mı sınamadan ibarettir.
-
مینماید در نظر از دور آب ** چون روی نزدیک باشد آن سراب
- Uzaktan su görünür ,yanına vardın mı görürsün ki serapmış.
-
گنده پیرست او و از بس چاپلوس ** خویش را جلوه کند چون نو عروس
- O kokmuş bir kocakarıdır ama çok cilvelidir, kendisini yeni bir gelin gibi gösterir.
-
هین مشو مغرور آن گلگونهاش ** نوش نیشآلودهی او را مچش
- Sakın onun yüzündeki boyaya aldanma; aman, onun zehirle karışık şerbetini tatmaya kalkışma.
-
صبر کن کالصبر مفتاح الفرج ** تا نیفتی چون فرج در صد حرج 320
- Sabret, sabır sıkıntının anahtarıdır; sabret de Ferec gibi yüzlerce zahmete, mihnete düşme.
-
آشکارا دانه پنهان دام او ** خوش نماید ز اولت انعام او
- Tanesi meydandadır da tuzağı gizlidir. Önce onun sana nimet verişi hoş görünür ama sonu öyle değil!
-
در بیان آنک این غرور تنها آن هندو را نبود بلک هر آدمیی به چنین غرور مبتلاست در هر مرحلهای الا من عصم الله
- Bu aldanış,yalnız o Hintli köleye ait değildir. Allah’nın koruduğu kişiden başka herkes,böyle bir aldanışa uğrar.
-
چون بپیوستی بدان ای زینهار ** چند نالی در ندامت زار زار
- Ona ulaştın mı eyvahlar olsun sana. Nedamete düşer, ne kadar zarı zarı ağlarsın.
-
نام میری و وزیری و شهی ** در نهانش مرگ و درد و جاندهی
- Fakat beylik, vezirlik ve padişahlık adı, hakikatte ölümdür, derttir, can vermedir.
-
بنده باش و بر زمین رو چون سمند ** چون جنازه نه که بر گردن برند
- Kul ol da yeryüzünde at gibi yürü. Cenaze gibi kimsenin boynuna binme.
-
جمله را حمال خود خواهد کفور ** چون سوار مرده آرندش به گور 325
- Allah nimetine küfranda bulunan, ister ki herkes, kendisini yüklesin de ölüyü mezara götürür gibi götürsünler.
-
بر جنازه هر که را بینی به خواب ** فارس منصب شود عالی رکاب
- Rüyada kimi tabuta binmiş, götürülüyor görürsen yüce mertebeli büyük mevkili bir adam olur.
-
زانک آن تابوت بر خلقست بار ** بار بر خلقان فکندند این کبار
- Çünkü o tabut, halkın boynuna bir yüktür. Bu büyükler de halkın boynuna yük korlar, yük olurlar.
-
بار خود بر کس منه بر خویش نه ** سروری را کم طلب درویش به
- Yükünü herkese yükleme, kendine yükle. Baş olmayı az iste, yoksulluk daha iyidir.
-
مرکب اعناق مردم را مپا ** تا نیاید نقرست اندر دو پا
- Halkın boynuna binme de ayaklarına nikris illeti gelmesin.
-
مرکبی را که آخرش تو ده دهی ** که به شهری مانی و ویراندهی 330
- Sonunda iki elinle bu biniciliğin alnını karışlarsın, fakat şimdi bir şehre benzemedesin. Şehre benziyorsun ama hakikatte bir yıkık köysün sen!
-
ده دهش اکنون که چون شهرت نمود ** تا نباید رخت در ویران گشود
- Şimdi bir şehir görünürken varlığından bez de pılını pırtını yıkık yerde çözme.
-
ده دهش اکنون که صد بستانت هست ** تا نگردی عاجز و ویرانپرست
- Şimdi yüzlerce bağa, bahçeye sahipken vazgeç varlıktan da âciz ve yıkık yere tapar bir hale gelmeyesin.
-
گفت پیغامبر که جنت از اله ** گر همیخواهی ز کس چیزی مخواه
- Peygamber, Allah’dan cenneti istiyorsan kimseden bir şey isteme.
-
چون نخواهی من کفیلم مر ترا ** جنت الماوی و دیدار خدا
- Kimseden bir şey istemezsen ben kefilim, cennete de girersin, Allahya da ulaşırsın dedi.
-
آن صحابی زین کفالت شد عیار ** تا یکی روزی که گشته بد سوار 335
- Bunu duyan sahabe de şu kefillik yüzünden öyle ayarı tam bir hale geldi ki bir gün ata binmiş, bir yere gidiyordu.
-
تازیانه از کفش افتاد راست ** خود فرو آمد ز کس آنرا نخواست
- Elinden kamçısı düştü. Attan inip kendisi aldı, kimseden istemedi.
-
آنک از دادش نیاید هیچ بد ** داند و بیخواهشی خود میدهد
- Çünkü Allah, bir şey verdi mi iyidir, kimseye kötü bir şey vermez. O, bilir ve adamın dileğini insan istemeden verir.
-
ور به امر حق بخواهی آن رواست ** آنچنان خواهش طریق انبیاست
- Fakat Allah emri ile dilersen caizdir. Çünkü o çeşit istek, peygamberlerin yoludur.
-
بد نماند چون اشارت کرد دوست ** کفر ایمان شد چون کفر از بهر اوست
- Sevgili emredince kötü kalmaz. Küfür onun için olursa iman kesilir.
-
هر بدی که امر او پیش آورد ** آن ز نیکوهای عالم بگذرد 340
- Onun emri ile olan kötülük, bütün âlem iyiliklerinden üstündür.
-
زان صدف گر خسته گردد نیز پوست ** ده مده که صد هزاران در دروست
- Sedefin kabuğu paralanırsa ilenme, onda yüz binlerce inci vardır.
-
این سخن پایان ندارد بازگرد ** سوی شاه و هممزاج بازگرد
- Bu sözün sonu gelmez, dön de padişaha gel. Doğan kuşuna benze.
-
باز رو در کان چو زر دهدهی ** تا رهد دستان تو از دهدهی
- Halis altın gibi dükkâna çık da ilenmeden, kınamadan kurtul.
-
صورتی را چون بدل ره میدهند ** از ندامت آخرش ده میدهند
- Bir suret, gönüle girdi mi insan, sonunda nedamete düşer, o suretten bezer.
-
توبه میآرند هم پروانهوار ** باز نسیان میکشدشان سوی کار 345
- Sonunda herkes, kapıldığı suretten tövbe eder, fakat yine unutuş gelir, onu o yana çeker.
-
همچو پروانه ز دور آن نار را ** نور دید و بست آن سو بار را
- Pervane gibi uzaktan o ateşi nur görür, yükünü o tarafa çeker.
-
چون بیامد سوخت پرش را گریخت ** باز چون طفلان فتاد و ملح ریخت
- Fakat geldi mi kanadı yanıp kaçar. Kaçar ama çocuklar gibi yine gelir, yaraya tuz eker.
-
بار دیگر بر گمان طمع سود ** خویش زد بر آتش آن شمع زود
- Yine zanna, tamaha düşer, derhal kendisini o ateşe atar.
-
بار دیگر سوخت هم واپس بجست ** باز کردش حرص دل ناسی و مست
- Yine yanar, sıçrar. Fakat yine gönlündeki hırs, kendisine yandığını unutturur, sarhoş eder.
-
آن زمان کز سوختن وا میجهد ** همچو هندو شمع را ده میدهد 350
- Hintli köle gibi bezdi de o işten vazgeçti mi işte o zaman yanmaktan kurtulur.
-
که ای رخت تابان چون ماه شبفروز ** وی به صحبت کاذب و مغرورسوز
- Ey geceleri aydınlatan ay gibi yüzü parlak güzel, ey konuşup görüşmesine aldananı yakan yalancı, der.
-
باز از یادش رود توبه و انین ** کاوهن الرحمن کید الکاذبین
- Fakat yine tövbe ve sızlanma, hatırından çıkar. Çünkü Allah, yalancıların düzenini zayıf bir hale getirir, bozar gider.
-
در عموم تاویل این آیت کی کلما اوقدوا نارا للحرب
- “Savaş ateşini yaktılar mı Allah söndürür” âyetinin herkese ait oluşu
-
کلما هم اوقدوا نار الوغی ** اطفاء الله نارهم حتی انطفا
- Onlar, savaş ateşini yaktılar mı Allah, onların ateşini tamamiyle söndürür.
-
عزم کرده که دلا آنجا مهایست ** گشته ناسی زانک اهل عزم نیست
- İnsan azmeder der ki: Gönül, orada durma. Fakat yine unutur, çünkü azim ehli değildir ki.
-
چون نبودش تخم صدقی کاشته ** حق برو نسیان آن بگماشته 355
- Doğruluk tohumunu ekmemiş olduğundan Allah, ona o unutkanlığı verir.