-
او بگفتی مر ترا وقت غمان ** دور از تو رنج و ده که در میان
- Gam zamanlarında sana, senden gam ırak olsun, gamla aranda on dağ bulunsun derdi.
-
چون سپاه رنج آمد بست دم ** خود نمیگوید ترا من دیدهام
- Fakat elem ordusu geldi de ağzını kapattı mı, seni görmüşlüğüm var bile demez.
-
حق پی شیطان بدین سان زد مثل ** که ترا در رزم آرد با حیل 3610
- Tanrı, şeytan içinde bu çeşit bir örnek gösterdi. Hilelerle seni savaşa sokar.
-
که ترا یاری دهم من با توم ** در خطرها پیش تو من میدوم
- Ben seninleyim, sana yardım eder, tehlikelerde senin önüne ben düşer, tehlikeye ben koşar, göğüs gererim.
-
اسپرت باشم گه تیر خدنگ ** مخلص تو باشم اندر وقت تنگ
- Oklara siper olur, dara düştün mü seni kurtarırım.
-
جان فدای تو کنم در انتعاش ** رستمی شیری هلا مردانه باش
- Senin sürçtüğün yerde ben canımı feda ederim. Sen bir Rüstem’sin, bir Aslansın. Yürü, ercesine karşı dur.
-
سوی کفرش آورد زین عشوهها ** آن جوال خدعه و مکر و دها
- Diyerek bu işvelerle seni küfür yoluna getirir, o hile, düzen çuvalına sokar.
-
چون قدم بنهاد در خندق فتاد ** او به قاهاقاه خنده لب گشاد 3615
- Fakat ayağını attın da hendeğe düştün mü ağzını açar, kahkahayla gülmeye başlar.
-
هی بیا من طمعها دارم ز تو ** گویدش رو رو که بیزارم ز تو
- Sen, aman yahu dersin, gel, ümidim sende. O hadi hadi der, git, ben senden bıkmışım zaten.
-
تو نترسیدی ز عدل کردگار ** من همیترسم دو دست از من بدار
- Tanrı’nın adaletinden korkmadın, bense korkarım. Ellerini çek benden!
-
گفت حق خود او جدا شد از بهی ** تو بدین تزویرها هم کی رهی
- Tanrı da onda zaten iyilikten eser yoktur. Şimdi bu hileyle nasıl, nerede kurtulacaksın? dedi ya.
-
فاعل و مفعول در روز شمار ** روسیاهند و حریف سنگسار
- Hesap gününde yapanın da yüzü karadır, yapılanında. İkisi de taşlanırlar.
-
رهزده و رهزن یقین در حکم و داد ** در چه بعدند و در بس المهاد 3620
- Adalet bakımından yol kesen de uzaklık kuyusundadır, yol yitiren de ve o azap yurdu, ne kötü bir yatılacak yerdir.
-
گول را و غول را کو را فریفت ** از خلاص و فوز میباید شکیفت
- Yolunu azıtan aptal da kurtuluştan ümidini kesmeli, yol azdıran da!
-
هم خر و خرگیر اینجا در گلند ** غافلند اینجا و آنجا آفلند
- Burada eşek balçığa saplanmıştır, eşekçi de, burada da gaflettedirler, orada da çamura saplanır kalırlar.
-
جز کسانی را که وا گردند از آن ** در بهار فضل آیند از خزان
- Ancak geri dönenler, ondan vazgeçenler ayrı. Onlar güz mevsiminden çıkar, Tanrı’nın lûtuf ve ihsan baharına ererler.
-
توبه آرند و خدا توبهپذیر ** امر او گیرند و او نعم الامیر
- Tövbe ederler, Tanrı da tövbeyi kabul eder. Onun buyruğunu tutarlar ve o, ne güzel bir buyruk sahibidir.
-
چون بر آرند از پشیمانی حنین ** عرش لرزد از انین المذنبین 3625
- Pişman oldular da inlemeye, başladılar mı suçluların iniltisinden arş bile titrer.
-
آنچنان لرزد که مادر بر ولد ** دستشان گیرد به بالا میکشد
- Hem de ananın çocuğunun üstüne titreyişi gibi. Onların ellerini tutar, onları yücelere çeker.
-
کای خداتان وا خریده از غرور ** نک ریاض فضل و نک رب غفور
- Tanrı der, sizi aldanmadan, ululanmadan kurtardı, işte ihsan bahçeleri, işte suçları örten, yargılayan Tanrı!
-
بعد ازینتان برگ و رزق جاودان ** از هوای حق بود نه از ناودان
- Bundan böyle size ebedî ve tükenmez rızıkla azık Tanrı havasından gelir, damdan, oluktan değil.
-
چونک دریا بر وسایط رشک کرد ** تشنه چون ماهی به ترک مشک کرد
- Deniz, bütün vasıtaları, gayretinden kaldırdı, bizzat kendisi lûtfa ihsana başladı mı artık susuz da balık gibi elindeki maşrapayı terk eder.
-
روان شدن شهزادگان در ممالک پدر بعد از وداع کردن ایشان شاه را و اعادت کردن شاه وقت وداع وصیت را الی آخره
- Şehzadelerin babalariyle vedalaşarak ülkeyi gezmeye gitmeleri ve padişahın , onlara ayrılırken yine aynı tarzda vasiyette bulunması
-
عزم ره کردند آن هر سه پسر ** سوی املاک پدر رسم سفر 3630
- O üç oğlan da babalarının ülkesinde seyahate çıkmayı kurdular.
-
در طواف شهرها و قلعههاش ** از پی تدبیر دیوان و معاش
- Divan ve geçim işlerini düzene koymak üzere babalarının şehirlerini kalelerini gezip dolaşacaklardı.
-
دستبوس شاه کردند و وداع ** پس بدیشان گفت آن شاه مطاع
- Padişahın elini öpüp vedalaştılar. O emrine itaat edilir padişah onlara dedi ki:
-
هر کجاتان دل کشد عازم شوید ** فی امان الله دست افشان روید
- “ Gönlünüz nereye isterse varın. Allah’a emanet. Elinizi, kolunuzu sallaya, sallaya gidin.
-
غیر آن یک قلعه نامش هشربا ** تنگ آرد بر کلهداران قبا
- Yalnız “ Hüş-rüba- Akıl kapan” derler bir kale vardır. Orada nice erlerin kaftanı, bedenine dar gelir. Sakın oraya gitmeyin.
-
الله الله زان دز ذات الصور ** دور باشید و بترسید از خطر 3635
- Allah aşkına olsun sakın “ Zatüssuver- Resimli “ denen kaleye varmayın. Oradan uzak olun, tehlikeden korkun.
-
رو و پشت برجهاش و سقف و پست ** جمله تمثال و نگار و صورتست
- O kalenin yüzü, arka tarafı, burçları tavanı döşemesi hep insan resimleriyle bezenmiştir.
-
همچو آن حجرهی زلیخا پر صور ** تا کند یوسف بناکامش نظر
- Yusuf, dalıp baksın diye Zeliha da odasını resimlerle bezemişti ya hani.
-
چونک یوسف سوی او میننگرید ** خانه را پر نقش خود کرد آن مکید
- Yusuf, ona bakmadığından o da hileye başvurmuş, odayı kendi resimleriyle doldurmuştu.
-
تا به هر سو که نگرد آن خوشعذار ** روی او را بیند او بیاختیار
- Güzel yüzlü Yusuf, nereye bakarsa elinde olmaksızın onun yüzünü görsün diye böyle yapmıştı.
-
بهر دیدهروشنان یزدان فرد ** شش جهت را مظهر آیات کرد 3640
- Tanrı da gözü aydınlar için altı tarafı da delillerine mazhar etti.
-
تا بهر حیوان و نامی که نگزند ** از ریاض حسن ربانی چرند
- Her hayvan, her bitki, nereye baksa; nereye varsa; Tanrı güzelliğini görsün; ondan gıdalansın dedi.
-
بهر این فرمود با آن اسپه او ** حیث ولیتم فثم وجهه
- Onun için o oraya “ Nereye dönersiniz Tanrı yüzü var” buyurdu.
-
از قدحگر در عطش آبی خورید ** در درون آب حق را ناظرید
- Susar da bir bardaktan su bile içersiniz suyun içinde Tanrıya bakmaktasınız.
-
آنک عاشق نیست او در آب در ** صورت صورت خود بیند ای صاحببصر
- Fakat âşık olmayan suya bakar da suyun içinde kendi yüzünü görür ey gözü açık er!
-
صورت عاشق چو فانی شد درو ** پس در آب اکنون کرا بیند بگو 3645
- Ama âşıkın sureti, Tanrı’da fani olursa söyle bakalım, suda kimin suretini görür?
-
حسن حق بینند اندر روی حور ** همچو مه در آب از صنع غیور
- Güneşte Tanrı güzelliğini görür âşıklar. Gayret sahibi Tanrı’nın sanatıyla nasıl ay, suya vurur da suda görünürse güneşte de hak görünür.
-
غیرتش بر عاشقی و صادقیست ** غیرتش بر دیو و بر استور نیست
- Fakat Tanrı’nın bu gayreti, âşık ve sadık kişileredir, şeytanla hayvana tecelli etmez o.
-
دیو اگر عاشق شود هم گوی برد ** جبرئیلی گشت و آن دیوی بمرد
- Şeytan bile âşık olsa topu çeler. Bir cebrail kesilir, şeytanlığı ölür.
-
اسلم الشیطان آنجا شد پدید ** که یزیدی شد ز فضلش بایزید
- Bu makamda “ Şeytanım, benim elimde Müslüman oldu” sırrı belirir. Yezid’lik Tanrı ihsanıyla kalmaz, Yezit, Bayazıt olur.
-
این سخن پایان ندارد ای گروه ** هین نگه دارید زان قلعه وجوه 3650
- Ey kavim bu sözün sonu gelmez. Siz, o kaleye insan resimlerinden sakının!
-
هین مبادا که هوستان ره زند ** که فتید اندر شقاوت تا ابد
- Olmaya ki heves yolunuzu kessin, ebedî bir kötülüğe düşesiniz.
-
از خطر پرهیز آمد مفترض ** بشنوید از من حدیث بیغرض
- Tehlikeden sakınmak farzdır. Benden bu garezsiz sözü duyun!
-
در فرج جویی خرد سر تیز به ** از کمینگاه بلا پرهیز به
- Kurtuluş arıyorsan aklın sağlam ve keskin olması, belâ pususundan çekinmek yeğdir.”
-
گر نمیگفت این سخن را آن پدر ** ور نمیفرمود زان قلعه حذر
- Babaları bu sözleri söylemeseydi, o kaleden çekinin demeseydi.
-
خود بدان قلعه نمیشد خیلشان ** خود نمیافتاد آن سو میلشان 3655
- O kaleye gitmek akıllarına bile gelmeyecekti. Gönülleri o tarafa akmayacaktı bile.
-
کان نبد معروف بس مهجور بود ** از قلاع و از مناهج دور بود
- Çünkü tanınmış bir kale değildi. O, pek ıssız bir yerdeydi. Kalelerden, yolardan uzaktaydı.
-
چون بکرد آن منع دلشان زان مقال ** در هوس افتاد و در کوی خیال
- Fakat babaları gitmeyin deyince bu sözden hevese, hayale düştüler.