-
دستبوس شاه کردند و وداع ** پس بدیشان گفت آن شاه مطاع
- Padişahın elini öpüp vedalaştılar. O emrine itaat edilir padişah onlara dedi ki:
-
هر کجاتان دل کشد عازم شوید ** فی امان الله دست افشان روید
- “ Gönlünüz nereye isterse varın. Allah’a emanet. Elinizi, kolunuzu sallaya, sallaya gidin.
-
غیر آن یک قلعه نامش هشربا ** تنگ آرد بر کلهداران قبا
- Yalnız “ Hüş-rüba- Akıl kapan” derler bir kale vardır. Orada nice erlerin kaftanı, bedenine dar gelir. Sakın oraya gitmeyin.
-
الله الله زان دز ذات الصور ** دور باشید و بترسید از خطر 3635
- Allah aşkına olsun sakın “ Zatüssuver- Resimli “ denen kaleye varmayın. Oradan uzak olun, tehlikeden korkun.
-
رو و پشت برجهاش و سقف و پست ** جمله تمثال و نگار و صورتست
- O kalenin yüzü, arka tarafı, burçları tavanı döşemesi hep insan resimleriyle bezenmiştir.
-
همچو آن حجرهی زلیخا پر صور ** تا کند یوسف بناکامش نظر
- Yusuf, dalıp baksın diye Zeliha da odasını resimlerle bezemişti ya hani.
-
چونک یوسف سوی او میننگرید ** خانه را پر نقش خود کرد آن مکید
- Yusuf, ona bakmadığından o da hileye başvurmuş, odayı kendi resimleriyle doldurmuştu.
-
تا به هر سو که نگرد آن خوشعذار ** روی او را بیند او بیاختیار
- Güzel yüzlü Yusuf, nereye bakarsa elinde olmaksızın onun yüzünü görsün diye böyle yapmıştı.
-
بهر دیدهروشنان یزدان فرد ** شش جهت را مظهر آیات کرد 3640
- Tanrı da gözü aydınlar için altı tarafı da delillerine mazhar etti.
-
تا بهر حیوان و نامی که نگزند ** از ریاض حسن ربانی چرند
- Her hayvan, her bitki, nereye baksa; nereye varsa; Tanrı güzelliğini görsün; ondan gıdalansın dedi.
-
بهر این فرمود با آن اسپه او ** حیث ولیتم فثم وجهه
- Onun için o oraya “ Nereye dönersiniz Tanrı yüzü var” buyurdu.
-
از قدحگر در عطش آبی خورید ** در درون آب حق را ناظرید
- Susar da bir bardaktan su bile içersiniz suyun içinde Tanrıya bakmaktasınız.
-
آنک عاشق نیست او در آب در ** صورت صورت خود بیند ای صاحببصر
- Fakat âşık olmayan suya bakar da suyun içinde kendi yüzünü görür ey gözü açık er!
-
صورت عاشق چو فانی شد درو ** پس در آب اکنون کرا بیند بگو 3645
- Ama âşıkın sureti, Tanrı’da fani olursa söyle bakalım, suda kimin suretini görür?
-
حسن حق بینند اندر روی حور ** همچو مه در آب از صنع غیور
- Güneşte Tanrı güzelliğini görür âşıklar. Gayret sahibi Tanrı’nın sanatıyla nasıl ay, suya vurur da suda görünürse güneşte de hak görünür.
-
غیرتش بر عاشقی و صادقیست ** غیرتش بر دیو و بر استور نیست
- Fakat Tanrı’nın bu gayreti, âşık ve sadık kişileredir, şeytanla hayvana tecelli etmez o.
-
دیو اگر عاشق شود هم گوی برد ** جبرئیلی گشت و آن دیوی بمرد
- Şeytan bile âşık olsa topu çeler. Bir cebrail kesilir, şeytanlığı ölür.
-
اسلم الشیطان آنجا شد پدید ** که یزیدی شد ز فضلش بایزید
- Bu makamda “ Şeytanım, benim elimde Müslüman oldu” sırrı belirir. Yezid’lik Tanrı ihsanıyla kalmaz, Yezit, Bayazıt olur.
-
این سخن پایان ندارد ای گروه ** هین نگه دارید زان قلعه وجوه 3650
- Ey kavim bu sözün sonu gelmez. Siz, o kaleye insan resimlerinden sakının!
-
هین مبادا که هوستان ره زند ** که فتید اندر شقاوت تا ابد
- Olmaya ki heves yolunuzu kessin, ebedî bir kötülüğe düşesiniz.
-
از خطر پرهیز آمد مفترض ** بشنوید از من حدیث بیغرض
- Tehlikeden sakınmak farzdır. Benden bu garezsiz sözü duyun!
-
در فرج جویی خرد سر تیز به ** از کمینگاه بلا پرهیز به
- Kurtuluş arıyorsan aklın sağlam ve keskin olması, belâ pususundan çekinmek yeğdir.”
-
گر نمیگفت این سخن را آن پدر ** ور نمیفرمود زان قلعه حذر
- Babaları bu sözleri söylemeseydi, o kaleden çekinin demeseydi.
-
خود بدان قلعه نمیشد خیلشان ** خود نمیافتاد آن سو میلشان 3655
- O kaleye gitmek akıllarına bile gelmeyecekti. Gönülleri o tarafa akmayacaktı bile.
-
کان نبد معروف بس مهجور بود ** از قلاع و از مناهج دور بود
- Çünkü tanınmış bir kale değildi. O, pek ıssız bir yerdeydi. Kalelerden, yolardan uzaktaydı.
-
چون بکرد آن منع دلشان زان مقال ** در هوس افتاد و در کوی خیال
- Fakat babaları gitmeyin deyince bu sözden hevese, hayale düştüler.
-
رغبتی زین منع در دلشان برست ** که بباید سر آن را باز جست
- Bu men edilme yüzünden gönüllerinde bir rağbettir uyandı, onun sırrını mutlaka öğrenmek gerek dediler.
-
کیست کز ممنوع گردد ممتنع ** چونک الانسان حریص ما منع
- Men edilen şeye gitmeyin, yapmayın denen şeyi yapmayan kimdir? İnsan men edildiği şeye haristir.
-
نهی بر اهل تقی تبغیض شد ** نهی بر اهل هوا تحریض شد 3660
- Bir şeyi yapma demek, iyi ve Tanrı’dan çekinir kişileri o şeye yanaştırmaz ama hava ve hamasîne uyanları o tarafa sürer, götürür.
-
پس ازین یغوی به قوما کثیر ** هم ازین یهدی به قلبا خبیر
- Şu halde bu yapmayın sözü, birçok kişileri azdırır. Birçok kalbi uyanık kişilerde bununla doğru yola gitmiş olurlar.
-
کی رمد از نی حمام آشنا ** بل رمد زان نی حمامات هوا
- Alışkın güvercin kamışlardan kaçar mı hiç? O kamışlardan alışmamış, yabani güvercinler kaçar.
-
پس بگفتندش که خدمتها کنیم ** بر سمعنا و اطعناها تنیم
- Şehzadeler de hizmetlerde bulunuruz, dediğin gibi hareket ederiz baş üstüne.
-
رو نگردانیم از فرمان تو ** کفر باشد غفلت از احسان تو
- Buyruğundan dışarı çıkmayız. Senin lûtuf ve ihsanından gaflet etmek, küfürdür dediler.
-
لیک استثنا و تسبیح خدا ** ز اعتماد خود بد از ایشان جدا 3665
- Fakat kendilerine güvendiklerinden Tanrı izin verirse demediler. Tanrı’yı anmadılar bile.
-
ذکر استثنا و حزم ملتوی ** گفته شد در ابتدای مثنوی
- Bu Tanrı izin verirse demek, bu kat, kat tedbir ve ihtiyat, Mesnevinin başlangıcında anlatıldı.
-
صد کتاب ار هست جز یک باب نیست ** صد جهت را قصد جز محراب نیست
- Yüz tane kitap olsa hepsi de bir baptan ibarettir. Yüz tarafta da bir tek mihraba dönülür.
-
این طرق را مخلصی یک خانه است ** این هزاران سنبل از یک دانه است
- Bu yolların hepsi de tek bir eve çıkar. Bu binlerce başak, bir tek tohumdan meydana gelmiştir.
-
گونهگونه خوردنیها صد هزار ** جمله یک چیزست اندر اعتبار
- Çeşit, çeşit yüz binlerce yemekler vardır. Fakat yemek olmak bakımından hepside bir şeydir.
-
از یکی چون سیر گشتی تو تمام ** سرد شد اندر دلت پنجه طعام 3670
- Bir tanesini yedin de tamamıyla doydun mu elli tane yemek olsa hepsinden soğursun.
-
در مجاعت پس تو احول دیدهای ** که یکی را صد هزاران دیدهای
- Fakat açken şaşılığın tutar, bir yemeği yüz bin yemek görürsün.
-
گفته بودیم از سقام آن کنیز ** وز طبیبان و قصور فهم نیز
- O halayığın hastalığını, doktorların ahvalini, kusurlarını, anlayışsızlıklarını söylemiştik ya.
-
کان طبیبان همچو اسپ بیعذار ** غافل و بیبهره بودند از سوار
- Hekimler, yularsız atlara benziyorlardı. Üstlerindekinden haberleri bile yoktu.
-
کامشان پر زخم از قرع لگام ** سمشان مجروح از تحویل گام
- Damakları, gemden yaralanmıştı, tırnakları yol yürümeden incinmişti.
-
ناشده واقف که نک بر پشت ما ** رایض و چستیست استادینما 3675
- Öyle olduğu halde üstümüzdeki hünerini gösteren bir binici demiyorlardı, haberleri yoktu bundan.
-
نیست سرگردانی ما زین لگام ** جز ز تصریف سوار دوستکام
- Demiyorlardı ki bu perişanlığımız gemden değil. Üstümüzdeki sevgili süvariden.
-
ما پی گل سوی بستانها شده ** گل نموده آن و آن خاری بده
- Gül devşirmek için bahçeye gitti. Gül göründü bize ama meğerse dikenmiş diyen yoktu.
-
هیچشان این نی که گویند از خرد ** بر گلوی ما کی میکوبد لگد
- Hiçbiri, aklını başına alıp da bizim boğazımızı kim tekmeliyor demedi gitti.
-
آن طبیبان آنچنان بندهی سبب ** گشتهاند از مکر یزدان محتجب
- Hekimler, sebebe kul kesilmişler, Tanrı hilesini görememişlerdi.
-
گر ببندی در صطبلی گاو نر ** باز یابی در مقام گاو خر 3680
- Bir ahıra öküz bağlasan, sonra öküzün yerinde bir eşeği bağlı bulsan,
-
از خری باشد تغافل خفتهوار ** که نجویی تا کیست آن خفیه کار
- Bu işi gizlice kim yaptı diye araştırmaz, uykudaymış gibi gaflet edersen bu, eşekliktir.